YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 58)
Böyle yazı serisi olmaz dediğinizi duyar gibiyim. Yazı serisinin başında yazdım, uzun bir maraton olacak diye. Genç nesillerimizin din ile olan münasebetleri konusunun birkaç gazete makalesi içine sığmayacağını sizlerde takdir edersiniz.
Sözü uzatmayayım; kaldığım yerden devam ediyorum. 9 ana başlık saymıştım. Bunlardan 6 tanesi bitti. Şimdi bir sonraki başlığa geçiyorum. Başlık hayatımızın merkezine koyduğumuz özgürlük anlayışı ve bu anlayışın din ile ilgisi.
Malum dini emirler ve yasaklar kimilerince şahsi özgürlüğün önünde engel olarak görülürken kimilerince de gerçek özgürlüğün nişanesi olarak kabul edilmektedir. Birincilere göre insan ister ferdi isterse toplumsal düzlemde kendi hayatının sınırlarını kendi aklıyla belirlemeli ve bu sınırlar içine Allah dahil hiçbir otorite girmemelidir. Aksi bir durum “insan özgürdür” cümlesi ile ifade edilen gerçeği anlamsız kılar.
İkincilere göre ise Allah’ın emir ve yasaklarınına kayıtsız ve şartsız teslim olma gerçek özgürlüktür. Kelime-i şehadette geçen “muhammeden abduhu ve resulühu” kaydında Efendimizin kulluğunun peygamberliğinin önünde vurgulanması işte bu özgürlük anlayışı ile birebir irtibatlıdır. Çünkü gerçek özgürlük Allah’a kul olmakla mümkündür.
Gördüğünüz gibi her iki kesimin ikişer cümle ile ifade ettiğimiz görüşlerinin ortak ve odak noktası özgürlük/hürriyet kavramı ve bu kavramın içinin nasıl doldurulduğur. Bir başka tabirle özgürlük kavramının anlam çerçevesidir. Nedir özgürlük?
Şu tespitle başlayalım: özgürlük/hürriyet insanlık ilim tarihi boyunca tarifi ve tanımı net biçimde yapılamayan kavramların başında gelir. Neden? Bir, bakış açısı farklılığından dolayı. Kaldı ki bu tarifi yapılan her kavram için geçerlidir.
İkinci ve daha önemli bir neden bana göre özgürlük kavramının insan ve toplum hayatını ilgilendiren hemen her alanla ilgili olmasından kaynaklanmaktadır. İsterseniz bu ana fikri yedeğinize alarak günlük 24 saatinizin her bir karesini düşünün. Özgürlüğün akla gelmediği bir kare bulamazsınız. Sabah kalktım, işe gideceğim, istediğim gibi giyinebilir miyim? Mesela anneden doğma çıplak olarak işe gitmem mümkün mü? Mümkün değilse bu benim özgürlük alanıma müdahale değil mi? Kırmızı ışıkta durmak istemiyorum, elektrik parası vermemek için evime kaçak hat çekiyorum vs. Yüzlerce, binlerce örnek verilebilir. Yukarıda belirttiğim gibi hayatımızın her bir karesi ile bağlantılıdır bu kavram.
Üçüncü neden sürekli değişen, gelişen, başkalaşan veya gerileyen sosyal arka plan şartlarıdır. Mesela, insanların hür ve köle olarak ayrıldığı, devlet vatandaş ilişkisinin bu esas üzerine kurulu olduğu idari sistemde özgürlük kavramına giydirilen mana ile artık böyle bir ayrımın suç sayıldığı günümüzde özgürlük kavramına verilen mana aynı değildir ve zaten olmamalıdır da. Bu bağlamda Montesquieu’ya ait şu tespit çok önemlidir: “Hiçbir kelime yoktur ki hürriyet kelimesi kadar kendisine değişik anlamlar verilmiş ve düşüncelere çeşitli şekillerde yansımış olsun.”
Meseleyi inanç noktasına getireceğim ama bu kavram üzerinde biraz daha durmak ve kavramsal temellendirmeyi tam yapmak istiyorum. Özgürlük kelime anlamı itibariyle “kişinin istediğini yapabilmesi, bu konuda herhangi bir sınırlamaya tabi olmaması”, “kişinin kendi kaderini belirleyebildiği ve başkalarınca engellenmeksizin davranabildiği sahadır” şeklinde tanımlanmaktadır.
Felsefi ve soyut sayılabilecek bu tariflerin yanında hukuki açıdan getirilen tanımlara da göz atmak icap eder. Mesela bu konuda ilk akla gelen 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin 4. maddesindeki tariftir. “Özgürlük başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmektir.” Bir başka meşhur tarif Montesquieu’ya aittir: “Özgürlük kanunların müsaade ettiği her şeyi yapabilmektir.” Konu ile alakalı çalışmaları ile tanınan Haşim Kemali “Ferdin başkalarının haklarını veya kanunun koymuş olduğu sınırları ihlal etmeksizin arzu ettiğini söyleme veya yapma, ya da bundan kaçınma yeteneği” diyerek Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile Montesquieu’nun tariflerini birleştirmiştir. Son olarak şunu söyleyebilirim: “Özgürlük dış gerçekliği olmayan, her şahsın kendi vicdanında hissettiği, duyduğu şey” olarak da tarif edilmiştir.
İslami literatürde özgürlük kavramı siyasi, tasavvufi, kelami ve fıkhi olmak üzere farklı açılardan farklı tariflere konu olmuştur. Burada detaylara girmeye gerek yok ama şunu söyleyerek bu faslı kapatabilirim: özgürlük başkasına zarar vermemenin yanında kendine de zarar vermemeyi içine alan bir kavramdır İslami değerlerde. Buna göre insanın kendi varlığına zarar verecek davranışları yapması özgürlük kapsamı içinde mütalaa edilemez.
Şimdi gelelim özgürlük ve inanç arasındaki ilişkiye.
(Devam edecek)
Yazilarinizi halen takip ediyorum ve cok begeniyorum. Insanlar icin yeni bir soluksunuz.
Ancak belirtmek isterim ki yazi serinize basladiginizda heyecanlanmis ve aradigim cevaplari bulurum diye ummustum.
Yaptigim arastirmalar devam etti ve suan itibariyle inancsiz biriyim artik…
inancsiz biri olmadin Sarp efendi sadece yalancisin burda suyu bulandirmaya calisiyorsun yeni baskaniniz acilim yapiyosa demek ki
Ufuk açıcı bir yazı. İslam ile özgürlüğün yan yana gelemeceğini iyi gösteriyor.
“İslam, kendine zarar verecek davranışları özgürlük kapsamı içinde değerlendirmez”, diyor.
Alman hukukçu ve yazar Juli Zeh´in “Corpus Delicti” diye bir romanı var. Sağlığı en üst değer ilan eden ve sağlıklı yaşayamayan vatandaşlarını yargılayan, cezalandıran bir diktatörlüğü işliyor.
İnsan tabii ki kendine zarar vermek istemez. Sağlıklı bir insan bunu yapmaz da.
Ama kendine zarar vermeme konusunu dinin bir konusu yaparsanız, bu insan hayatına müdahaleye, insanın özgürlüğünü yok etmeye de kapı aralar.
Hadi alkol ve sigarayı anladık diyelim. Bunlar sağlığa zararlı. Ama herşey ölçüyü kaçırınca vücuda zararlı olabildiği için yarın öbür gün birileri yediğiniz ete de sınırlama getirmeye kalkarsa? Paraşütle atlamayı da potansiyel kendine zarar verme kapsamına alıp yasaklamak isterse?
Burada duralım ve İslam´ın kendine zarar verici davranışları yasakladığını kabul edelim. Şimdi buna bir de başka hususları ekleyelim:
İslam mensuplarının başka inanışlara yönelmesini kabul eder mi?
Namaz kılmayan, ibadetini aksatan mensubuna yaptırım öngörür mü?
Buna Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde çoğu ilahiyatçı evet diyor.
O zaman nerede kaldı özgürlük?
Senin düşünce dünyana karışacak, ibadet hayatına karışacak, boş vaktinde keyfine eğlence anlayışına karışacak – kısaca senin özel hayatına karışacak.
Orada özgürlüğe yer kaldığına gerçekten inanıyor musunuz?
Bunları biraz da provokasyon amaçlı ve firir jimnastigi olsun diye ifade ediyorum. Tabii ki, insan kendi hayatına zarar vermemeli, bilinçli beslenmeli, zararlı maddelerden uzak durmalı.
Ama her şeyi dinin bir parçası yapınca problem tohunları ekilmiş oluyor. Özellikle Müslümanların çoğunlukta olduğun ve bunların hayata geçirilme şansının olduğu yerlerde.
Bunlar bos laflar! Bugün hangi ülkenin saglik sistemine göz atarsaniz bulursunuz o mesaji: Aman sagligina zarar verme, yasak istemiyorut ama yedigine ictigine dikkat et, kural koymak istemiyoruz ama spor yap zart zurt.
Gercek bu mu sizce? Elbette degil. Öyle bir saglik sistemi düsünün ki, insanlarin cogu kac sene okula gitmesine ragmen böbregi nerde, karacigeri nerde onu bile bilmiyor. Bu, milyonlarca insanin pis pisine ölmesi anlamina geliyorsa sayet derin derin düsünmemiz gereken bir seydir. Peki varacagimiz sonuc ne bu düsünceden sonra? Cok basit! Saglik sistemimiz bizden saglikli olmamizi istemiyor, hastalanmamizi istiyor. Bu onun isine geliyor.
Böbreginin, karacigerinin nerede oldugunu bilmek! Bakin ne kadar önemli bi sey di mi! Yasaklik bi durum yok burda, kuralcilik yok, dayatma yok. Var olan tek sey, cok iyi bir egitim, herkese kendi kendinin doktoru olma imkanini vermek, bedenini, psikolojisini dinleyebilme kabiliyetini vermek!
Cok mu zor bu? Hic sanmiyorum, istense gayet de güzel yapilabilecek bi sey.
Bazi konularda fikir yürütürken insanoglunu da tanimak gerekir. Onun nasil isledigini bilmek lazim. Bunun egitimini almak lazim. “Yolun kaderi” lafi baya bi istismara ugradi gerci ama insanoglunun hayat sahnesine ciktiginda karsisina cikacak seyler hep ayni degil mi? Ister diktatörlükte yasa, ister demokraside, ister ateist ol, ister dindar. Sonucta yapin ayni, imtihanlar ayni. Diktatörlügün demokrasi gibi bir alternatifinin oldugunu anlayabiliyoruz ama her nedense dinin hayata yansimasinda da alternatiflerin olabilecegini düsünemiyoruz. Bununla da kalmiyoruz haddini asma tehlikesi var diye diktatörlük üzerinden dini tehlikeye dikkat cekiyoruz.
Hani söyle bi sey cikiyor ortaya: Dini biz bu evin icinde nereye koysak, sagda mi dursa solda mi dursa, duvara mi assak, dolaba mi saklasak. Bugün bir Alman bir köpege bile yapmiyor bunu, evin icinde istedigi yere girip cikiyor hayvan. Sonra özgürlükten bahsediyoruz. Dini bir yere iple baglayarak kendi özgürlügümüzü kuracagimizi düsünüyoruz. Yani düsünmüyoruz da, fikir jimnastigi yapiyoruz filan.
Bazi spor hareketlerinin sagliga zararli oldugunu söylüyorlar. Ne bileyim, cok insan ölse de bicagi hala yasaklayamiyoruz, kardesligi mesela kaldiramiyoruz, o kadar miras kavgasina ragmen. Arkadas bu adamlar zaten miras yüzünden düsman olacaklar, cok sacma, kaldiralim kardesligi de bitsin bu ikiyüzlülük. Aslinda insanligi da kaldirmak gerekebilir, nitekim yeryüzünde en cok sorun yaratan hayvanmis kendileri, yok ediyormus, azaltmak, mümkünse yok etmek lazim. Yok isinma hareketleri böyleyse kendisi ister istemez bu noktaya varacak bu jimnastigin.