31 Mart’ta gerçekleşen yerel seçimlerin ardından başlayan ‘normalleşme’nin şu ana kadar ileri yaşlarından dolayı 28 Şubat generallerini kapsadığını söyleyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Anayasa Mahkemesi ya da AİHM kararları mı uygulanmış? Ekonomi mi normalleşmiş? ODTÜ’nün festivali, liselerin mezuniyet törenleri mi normalleşmiş? Yani şu anda Türkler için de bir normalleşme yok, Kürtler için de bir normalleşme yok.” dedi.
CHP lideri Özgür Özel, T24’ten Murat Sabuncu’ya konuştu. Geçen dönem neredeyse HDP’nin bütün belediyelerine kayyım atandığına dikkat çeken Özel, Kürtler nezdinde ‘normalleşme’ başlaması için kayyım siyasetinin terk edilmesi gerektiğini söyledi.
Edirne Cezaevi’nde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret edeceğini aktaran Özgür Özel, tarihin henüz belirlenmediğini söyledi.
Özel’in Sabuncu’nun sorularına verdiği cevaplar şöyle:
– Geçen bayramda, 8 Nisan’da sizin verdiğiniz bir söyleşiyle şu anda ‘normalleşme’ diye tarif edilen sürecin ilk adımı atılmış oldu. Şimdi yeni bir bayrama giriyoruz. Aradan 2 ay geçti. Bu süreçte normalleşmede nerede olduğunuzu düşünüyorsunuz Sayın Genel Başkan?
Şimdi şöyle Murat Bey. Türkiye siyasetçilerin birbiriyle iletişimi konusunda çok kötü bir noktada. Mesela bir süreç yaşanıyor. Sürecin adında bile “mutabakat” yok. Bir taraf “normalleşme” diyor, bir taraf “yumuşama” diyor. Son görüşmeden sonra Ömer Çelik de normalleşmeyi anınca, iktidara müzahir medya da normalleşme manşetlerini kullandı ilk kez. Ben meseleyi şöyle görüyorum ikiye ayırarak irdelemek isterim. Birincisi şu, ben 2024 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak birinci parti de olsam, ikinci parti de olsam, iktidar da olsak muhalefet de olsak siyasilerin birbiriyle bayramlaşmadığı, tokalaşmadığı, Anıtkabir’de birbirlerine sürtüp birbirlerinin yüzüne bakmadıkları, birbirlerine taziyeye gitmedikleri ya da mutlu günlerinde birbirlerine davetiye vermedikleri bir fotoğrafın içinde yer almayı utanç verici buluyorum. O fotoğrafın masumu yok, haklısı yok. Yani efendim biz haklıyız, onlar yaptı veya onlar haksız biz haklıyız, biz haksız onlar haklı demiyorum. Bir ülkede siyaset bu noktaya geldiyse elbette birinci sorumlu iktidardır. Neden? Osmanlıyı kuran Osman Bey’in hocası Şeyh Edebali ‘Ey oğul’ diye başlayan vasiyetiyle iktidara vasiyet etmiş. O vasiyet muhalefete değildir, iktidaradır ama sadece iktidara sorumluluk da yükleyemeyiz. Böyle bir durum varsa hiçbirimiz burada kendimizi muaf tutamayız, masum değiliz. Ben bir partinin genel başkanı olarak Türkiye’nin bu anlamda normalleşmesini istedim ve buna ön ayak oldum. Bu benim açımdan hiçbir zaman pişmanlık duymayacağım bir konudur ve başlı başına bunu da bir kazanım görürüm. Yani 2024 yılının Nisan ayının 8’ine kadar Türkiye’de birbirleriyle görüşmeyen, konuşmayan, birbirlerine hitap ederken lakaplar takan süreç yaşandı. Hatta bir dönem bana da “Özgür Efendi” deniyordu mesela veya Kemal Bey’e “Bay Kemal” deniyordu. Seçim kaybedince “Bay Bay Kemal” diye alay bile ediliyordu. Oysaki siyaset bu değil, böyle olmaması lazım ama bizim de çok sert üsluplar, çok sert eleştirilerde bulunduğumuz süreçler oldu. Bunu da kabul etmek gerekiyor ve bunun bir normalleşmeye uğraması gerekiyordu. Bizim attığımız adımla başlamasından ben son derece memnunum ve bunun kendisinin de başlı başına bir kazanım olduğunu düşünüyorum.
‘‘MHP’DE İKİ İSİM NORMALLEŞMEYİ BALTALAMAK İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPIYOR’’
– Ama “normalleşme” tanımı bunun dışında bir anlam ve beklenti yarattı. Bunu biraz daha netleştirir misiniz?
O da şu; şekli işlerin dışında bir iletişim içinde olmak ve ülke için iktidarıyla muhalefetiyle belli konularda birlikte çalışabilmek, belli konularda anlaşamadığın konularda muhalefet etmek, muhalefetin de önce yol gösterici, yapıcı, yıkıcı değil ama gerektiğinde de son derece dirençli olması. Bunu sağlayabilmek istiyoruz, isterim ama bu o kadar kolay olmuyor. Çünkü hatlar çok keskin, mahalleler çok keskin, yankı odaları var. Her türlü adıma karşı bunun içeriden muhalifleri var. Bizim tarafta mesela buna itiraz edenleri ikiye ayırıyorum ve bir tarafını son derece anlıyorum. Onlar endişeli insanlar. ‘Aman bizi kandırmasınlar’ ya da ‘bu sefer de bunlara biz nefes olmayalım’ diye düşünenler. Geçmiş pratiklerden tabii AKP çünkü bunu birkaç kez başardı. İlk başta liberallerle sonra o günlerde “cemaat” denen yapıyla sonra Kürt siyasi hareketiyle sonra da MHP ile kol kola oldu. Şimdi sıra bize mi geldi diye düşünenler… Bu endişeyi anlıyorum ve buna dikkat kesiliyorum ama bir de iki tarafta da anormal vaziyetten, anormal popülarite devşiren birtakım isimler var, yapılar var. “Normalleşme olduğunda biz ne yapacağız?” diyor. O kişilerin normal siyasi düzlemde söyleyecek sözü yok. Gerginlikten besleniyor, kavgadan besleniyor. O itirazları da görüyorum ama onlara hak veriyor değilim tabii. Tabii karşı tarafta da bir ittifak var. Orada da mesela Milliyetçi Hareket Partisi’nin sayın Genel Başkanı’yla randevu aldım.
Gittik, son derece yapıcı bir görüşme geçti ama görüyorsunuz ki o günden bugüne iki isim MHP’de bu normalleşmeyi baltalamak için elinden geleni yapıyor, çünkü rahatsız oluyor. Çünkü Türkiye normalleşsin istemiyor. Çünkü normal olan bir yerde; bir Ülkü Ocakları Başkanı’nın veya bir partinin gençlik örgütünün başkanı başkentin ortasında vurulup da cenazesi yerde kalmaz, taziyesiz kalmaz, baş sağlıksız kalmaz, soruşturmasız kalmaz. İddianame seçimi beklemez, siyasilere değen yerler törpülenmez. Yani normalleşmeye çok temiz duygularla karşı çıkanlar var. Kendi hesaplarına uymadığı için karşı çıkanlar var. Bir de kendi foyaları ortaya çıkmasın diye karşı çıkanlar var. Ben iki bayram arasında alınan mesafeyi insani açıdan son derece yeterli ve doğru buluyorum. Bu bayramda da bütün siyasi muhataplarımı, aramam gereken herkesi arayarak bayramlaşacağım ama diğer konuda Türkiye’nin önünde de çok yol var. Bir de tabii şöyle de bir şey, bir yandan da normalleşme ile iktidar partisinin geçmişten beri biriktirdiği sorunları ve sorumlulukları muhalefetin sırtına yüklemek kolaycılığına heveslenen bir yapı var. Ona da bizim eyvallah dememiz mümkün değil.
– Peki Sayın Genel Başkan, siz cumhurbaşkanıyla görüşmeye dosyalarla gidiyorsunuz veya size geldiği zaman dosyalar veriyorsunuz. Türkiye’de bir taraftan mevcut cumhurbaşkanı hükümet sistemiyle tek bir kişinin ağzından çıkan her şeyin kanun haline gelmesi gibi bir durum ortaya çıktı. Sizin bu dosyalar, konular üzerinden yaptığınız diyalogu rejimi meşrulaştırmak olarak algılayan da var. Bunu nasıl görüyorsunuz acaba?
Şimdi gittiğimiz dosya; mesela şu hakimleri tayin terfi eder misiniz, şu memurları tayin eder misiniz, şu yapıları önceler misiniz diye bir dosya olsa haklılar. Ama bizim gittiğimiz dosyada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyun diyoruz mesela Kavala için. Can Atalay için AYM kararına uyun diyoruz. Ne bileyim, diğer Gezi tutukluları için ‘kanun yararına bozma’ meselesini hatırlatıyoruz veya Anayasa Mahkemesi’nde bekleyen dosyaları söylüyoruz. Veya ülkedeki yoksulluğu, işsizliği hatırlatıp ‘bu krizin sorumlusu olmayanlara krizin bedelini ödetiyorsunuz, yoksulların yakasından düşün vergi rejimini değiştirin gelin meclisi çalıştırın’ diyoruz. Bunlar rejimi meşrulaştırmaz.
– Özgür Bey; Kobani davası, orada çıkan cezalar arkasından Hakkari’ye kayyım… Tüm bunlar “Normalleşme Kürtleri kapsıyor mu?” diye düşündürüyor. Ne dersiniz bu konuda?
Şu anda normalleşme kimseyi kapsamıyor ki. Yani şu anda normalleşme bir tek ileri yaşlarından dolayı adli tıp raporları bir yıldır bekleyen 28 Şubat generallerini kapsadı. Onun dışında bir de Cumhuriyet Halk Partisi’nin gölge bakanları Ak Parti’nin bakanlarıyla şimdiye kadar 4-5 randevuda buluştu, önemli konularda bilgi alıyoruz ve kendi siyasetimizi ona göre şekillendirme noktasında daha yakından takip etme imkânı buluyoruz. Bir de Sinan Ateş’in eşinin randevusu. Bunun dışında ne normalleşmesi? Mesela Gezi mi normalleşmiş? Yani Anayasa Mahkemesi ya da AİHM kararları mı uygulanmış? Ekonomi mi normalleşmiş? ODTÜ’nün festivali, liselerin mezuniyet törenleri mi normalleşmiş? Yani şu anda Türkler için de bir normalleşme yok Kürtler için de bir normalleşme yok. Normalleşme bizim iyi niyetli çabalarımızdan ibaret şu anda. Bir de karşılıklı yıllardır yapılmayan görüşmeler bir gidiş bir geliş yapıldı. Benim anladığım normalleşme bu değil. Onu açık söylemek lazım. Ama şöyle bir şeyi de doğru bulmam, izin vermem yani, Türklerle ilgili konularda demokratik kazanımlar elde edilip Kürtler bunun dışında bırakılmaya kalkarsa buna en çok ben itiraz ederim. Yani normalleşme olacaksa hatta en çok dezavantajlılar için olacak. Yani en yoksullar için olacak, en mağdurlar için olacak. Bu ülkede demokratik açıdan en büyük mağduriyeti yaşayanlar Kürtler. Ben şöyle söyleyeyim, Manisa’dakiler belediye başkanı seçebiliyor. Osmaniye’dekiler seçebiliyor, Rize’dekiler seçebiliyor ama Diyarbakır’dakiler seçemiyor. Seçerse kayyum atanıyor mesela veya Hakkari’dekiler. Geçen dönem neredeyse HDP’nin bütün belediyelerine kayyum atandı. Normalleşme başlayacaksa kayyum siyasetinin terk edilmesiyle başlamalı Kürtlerin nezdinde.
– Bir ara sizin Edirne Cezaevi’nde Selahattin Demirtaş’ı ziyaret edeceğinize dair haberler çıktı. Gerçekleşecek mi bu?
Uygun bir zamanda ziyaret edeceğim. Onu doğru bir zaman, doğru bir zeminde yapmak istiyorum. Çok faydalı bir ziyaret olarak, sembolik değil de adeta bir çalışma toplantısı olarak Sayın Demirtaş’la bunu yapmak istiyorum. Ziyaret edeceğim ama henüz takvimlendirdiğimiz, kararlaştırdığımız bir tarih yok.
– Tekrar kayyum konusuna dönecek olursak… Hakkari’deki kayyuma tepki verdiniz. Oraya gidip alanda bir çalışma yapma fikriniz var mı?
İlk günden beri çok kuvvetli ekiple oradaydık, tepkimizi de söyledik. Ben bayramdan sonra Diyarbakır ve Mardin ziyareti yapmayı düşünüyorum. Ahmet Türk geldi benim çayımı içti onun bir çayını içmek isterim. İlk kez Hasankeyf’i aldık CHP olarak. Hasankeyf’i ziyaret etmek istiyorum zaten bekliyorlar. Diyarbakır’da temaslarda bulunup, Hasankeyf Belediyesi’ni ziyaret edip Mardin’de de Ahmet Türk’ün bir kahvesini içmeyi düşünüyorum. Kayyum dayanışmasının biraz daha proaktif bir mesele olabileceğini düşünüyor, istiyorum. Orada bazı mesajlar verebilirim kendi adıma. Hakkari’de ihtiyaç duyulduğu anda arkadaşlarımız zaten hep takipte ve hepimiz takipte kalacağız.
‘‘MHP SINIFTA KALDI’’
– Sayın Özel; Sinan Ateş cinayetinin peşini CHP hiç bırakmadı. Eşi ile gecikmeli olarak Cumhurbaşkanı da görüştü. İddianamesinden konuyu takip eden yargı mensuplarının durumuna siyasi müdahalelerin olduğu açık. Cumhur İttifakı ortaklarının birbirlerine karşı bu durumu manevra alanı olarak kullandıkları da görülüyor. Nasıl yorumluyorsunuz?
Bunun kabul edilebilir, hazmedilebilir bir tarafı yok. Yani bir hukuk devletinde bir siyasi cinayet işlenecek. O cinayet belli bir yere kadar gidecek ama bazı siyasilere dokununca duracak. Hatta iddianamesi için seçimlerin geçmesini bekleyecek. Sonra iddianame çıkacak. İddianamede de dağ fare doğuracak. Emin olun Murat Sabuncu iddianameyi bekliyordu gazeteci olarak; “Bakalım neler öğreneceğiz” diye bilmediğimiz. Ama Murat Sabuncu o iddianameyi yazsaydı daha kuvvetli bir iddianame hazırlardı. Bir gazetecinin bildiklerinin, toplumun açık kaynaklardan edinilen bilginin gerisinde bir iddianame çıktı ortaya. O yüzden bu hukuki de değil insani de değil ahlaki de değil. Yani sadece siyaseten bunu eleştirmek doğru değil. Ben Sinan Ateş’in eşi Ayşe Hanım’la yaptığım her görüşmede şunu söylemişimdir, bunu siyasi olarak kullanmaktan korkarım, endişe ederim. Çünkü bunun sizi zora sokacağını düşünürüm. Sınırları siz belirleyin. İddianame çıkana kadar Ayşe Hanım ile insani bir ilişkimiz vardı ama iddianame çıktığı gün Ayşe Hanım’da bıçağın kemiğe dayandığını gördüm. Geldi dedi ki ‘Özgür Bey bugüne kadar çok anlayış gösterdiniz, bizi hiç zorlamadınız bizim istediğimiz kadar konuşup siyaset yapmadınız ama ben bu iddianamede o çok iyi bildiğim birilerinin isimleri yer almayınca çıldırdım artık, Allah aşkına evlatlarıma sahip çıkın. İstediğinizi söyleyin’ dedi. ‘İstediğinizi konuşun artık’ dedi. Biz yine de dikkatli bir dil kullanmaya özen gösteriyoruz ama geçtiğimiz günlerde de iki çocuğunu aldı geldi. Sonra dedi ki ‘bana cumhurbaşkanı randevu vermişti veriyordu ama bir müdahale oldu iptal edildi’. Biz de tekrar devreye girdik ve bir hatırlatmada da bulunduk ve zaten Ak Parti tarafı da planlayacak birkaç gün içinde dediler. Sonra da benimle görüştüğü gün benden çıkınca Sayın Ayşe Ateş’i kabul etti Cumhurbaşkanı. Şimdi burada bence bir kere bu işte MHP sınıfta kaldı. Neden kaldı? Hani diyelim ki olmaz da her partinin başına şu gelebilir, bir suç işlenebilir. O suçun mağduru kendi partinden biri olabilir. Failleri de kendi partinden olabilir. Bu suç yönetim kademelerine de uzanabilir. Burada eğer gerçekten kanunlara saygılı bir siyasi partiyseniz ve hukuku savunuyorsanız, yaşam hakkını savunuyorsanız nereye giderse gitsin kimseye bir koruma kalkanını almaksızın, bu işin ucu kime giderse gitsin dersiniz suçlular bedelini öder. Belki partiniz de başta bir bedel öder ama sonra kamuoyu ve vicdan sizin hakkınızı teslim eder. MHP bence bu konuda şu ana kadar hiç iyi bir sınav vermedi ve Ayşe Ateş’in isyanı da ona. Suçlular gizleniyor, iddianameden isimler çıkarılıyor, savcı bir yönetici tarafından tehdit ediliyor ve bu vicdanları yaralıyor. AK Parti de bu süreçte sınıfta kaldı diyemem ama bugüne kadarki performansıyla o da bu sınavı geçemeyecek gibi görünüyordu ta ki Ayşe Ateş’e randevu verene kadar cumhurbaşkanı. Onlarda da iddianame gecikti, savcı değişti falan birçok şey oldu. Hatta çıkan iddianameyi Adalet Bakanı sahiplendi, iddianameyi savundu falan lüzum yoktu.
Ayşe Ateş’e randevu verilmesi bir paradigma değişikliği, bir kırılma mı, yoksa sadece bir makyaj mı çirkinlikleri örtmek için? Bunu göreceğiz. Sırf randevu vermekle, çocuklarla resim çektirmekle kalınır yargının suçluları bulması için her türlü imkân yargıya tanınmaz ve baskılar sürerse AKP de burada sınıfta kalır. Ne kadar ölçüyorlar, farkındalar bilmiyorum ama toplum vicdanında çok önemli bir yeri var bu meselenin ve çok ağır bir bedel ödeyebilir her iki parti de bununla ilgili. Zaten 31 Mart’ta elde ettikleri sonucu analiz ederken ben olsam Sinan Ateş meselesini de işin bir tarafına koyardım. Ayşe Ateş geçen gün dedi ki, “Özgür Özel ve Kemal Kılıçdaroğlu’na ağır laflar etmişti Sinan ama biz şimdi görüyoruz ki dost bildiklerimiz düşman, düşman bildiklerimiz dostmuş”… Bu başlı başına bir paradigma değişikliği ve bu acılı hanımefendinin iyi niyetinden kimsenin şüphesi yok. İddianameyi görene kadar da bağrına taş bastı. Deyim yerindeyse yalvardı bir an önce iddianame çıksın, suçlular cezalandırılsın diye ama gördü ki sadece maşalar cezalandırılıyor. Maşayı tutan el, o eli komuta eden beyin cezalandırılmıyor. Sinan Ateş’in kanını yerde bırakırlarsa, millet bunu onların yanına bırakmayacak, ben onu görüyorum.
– MHP bu konuda sınıfta kaldı dediniz. Bilinçli bir şekilde bu dosyaya müdahale ettiklerine dair bir izleniminiz mi var?
Şöyle söyleyeyim, şu ana kadarki görüntüsüyle sınıfta kaldı diyeyim başına. Buradan sonra MHP’ye bir sihirli değnek değer de, “Bu işin ucu kime gidiyorsa gitsin kardeşim” derse Devlet Bey; iş değişir. Bu işten kimse ne Devlet Bey’i ne MHP’yi kurumsal olarak suçlayamaz ama birileri bir şekilde korunmaya ve kollanmaya devam ederse kurumsal olarak bu ayıbın parçası olurlar. Bunu taşıyamazlar.
‘‘BU İKİ İSME MHP’DE SAHİP ÇIKAN KİMSE YOK; BÜTÜN MHP’LİLER BUNLARDAN YAKA SİLKİYOR’’
– MHP’de iki isim; Ulvi Yönter ve Semih Yalçın. Siz adlarını kullanmadan onları eleştiriyorsunuz, onlar doğrudan size ağır cümleler sarf ediyor. Devlet Bahçeli’nin bilgisi olmadan Cumhuriyet Halk Partisi’ne, genel başkanına bu cümleler sarf edilebilir mi?
Ben şimdi o iki arkadaşın ismini vermedim. Sadece iki kişi dedim. Hemen ikisi birden reaksiyon verdi ama memnun olduğum bir şey var, bu ikisine MHP’de sahip çıkan yok ve bütün MHP’liler bunlardan yaka silkiyor. Gerçekten partinin sırtına yük bunlar. Devlet Bey’in bilgisi varsa kendi bileceği iş ama bunlar benim gördüğüm kadarıyla ipten, kazıktan kopmuş diyeceğim biraz argo kaçacak. Bunlar artık zıvanadan çıkmış arkadaşlar. Bizimle kavga ederek, bize hakaret ederek, olmadık sözler söyleyerek tek niyetleri var; “Aman bu normalleşmenin MHP dışında kalsın.” Devlet Bey ilk genel başkan olduğunda o zamanlar birtakım mafyatik ilişkiler vardı. Ülkü Ocakları’nı ve MHP’yi sokaklardan ve bu mafya temasından çok hızla ve çok başarıyla uzak tuttuğunu görmüştüm. Belli halleri, tavırları, simgeleri dahi belli bir dönem kullandırtmayarak o MHP’nin sokaktaki kötü algısına müdahale etmişti. Bence şimdi de benzer bir operasyona ihtiyaç var; işine karışmak gibi olmasın ama. Ben Devlet Bey’in böyle bir şeyi yapma ihtimalini görüyorum. İlk fırsatta yapacağını düşünüyorum ve Devlet Bey’in bu ikisiyle aynı düzlemde bir siyasetçi olmadığını düşünüyorum, buna inanmak istiyorum. Aksine inanmak istemiyorum.
– Devlet Bahçeli’nin ‘yumuşama-normalleşme üzerine yayınladığı’ metin. Size AKP ile beraberlik öneren, ‘ben çekileyim gerekirse’ diyen. Metni nasıl okuyorsunuz?
Tek bir metin yok orada. Orada iç içe geçmiş beş-altı tane metin var. Orada aynı anda hem tehdit var hem sadakat var hem strateji var hem sitem var. Hem de kendisi üzerinden bir sınırsız kredi tahsisiyle ne olursa olsun arkandayım deyip olası bir dışarıda kalma durumunda geri dönüşün veya her halükârda bir destek verme taahhüdüyle hep meselenin sadece AKP’nin siyasi duruşu, yapısıyla ilgili değil; Türkiye siyasetini kurgulayan bir başka aklın da verdiği bir görevin de ifadesi ve itirafı var. O yüzden, yani bir kısmına bakarsan tehdit ediyor, bir kısmına bakarsan sitem ediyor, bir kısmına bakarsan bir şey teklif ediyor, bir kısmına bakarsan kırılganlığını ifade ediyor falan ama bir kısmında da “Sen istesen de ben senden ayrılmam, sonuna kadar seni desteklerim” diyor. Bunun da siyasi bir karşılığı yok. Siyasi partiler birbiriyle böyle ilişkiler kurmazlar. Demek ki başka bir büyük planın içinde, büyük bir yapının içinde bir konumda demek ki. Onun da itirafı var orada.