Ana Sayfa HABER Osmanlıcılık (2)

Osmanlıcılık (2)

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Sınırlarından memnun olmayan bir ülkedir Türkiye. Dünya siyasetindeki gücünden memnun olmayan bir ülkedir bir de. Derin komplekslerdir bunlar. Milliyetçilikle ve araçsallaştırılan bir dinle birleşince, tehlikeli duygulardır hatta. Bu kompleksli patolojinin arkeolojisini yapacaksak eğer – ki yapmak gerek – o halde Osmanlı İmparatorluğu’na kadar geri gideceğiz zorunlu olarak. Çünkü patolojinin kökü Osmanlı İmparatorluğundadır. Ve Osmanlı’nın sonu, habis komplekslerin başlangıç noktasıdır. Sınırlarından memnun olmayan toplumlar huzursuz bir varoluş içinde hayatlarına devam eder. Dünya siyasetindeki gücünden memnuniyetsizlik duyarak var olan devletler çatışmaya programlanmış bir şekilde varlıklarını sürdürür.

Bir önceki yazımda Osmanlıcılıktan Türkiye’de anlaşılanları yazdım. Fakat Osmanlıcılık, Osmanlı İmparatorluğu’nda ne anlama gelmekteydi? Türkiye Cumhuriyeti’ndeki (neo)Osmanlıcı yaklaşımlar ile Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıkan Osmanlıcılık birbirleriyle örtüşen ideolojiler midir?

Osmanlı İmparatorluğu bir İslam devletiydi, ama bir Türk devleti değildi. Diğer bir ifadeyle devletin esasları dini kurallara göre belirlenmişti. Etnik (kavmi) aidiyetin hiçbir önemi yoktu. Osmanlı Millet sistemi Müslüman ve gayrimüslim kategorilere göre yapılan bir sınıflandırmadır. Osmanlı Millet sistemi büyük ölçüde İslam dinindeki Müslüman ve gayrimüslim ayrımına dayanmaktadır. Bu ayrım hem statüsel ve siyasi, hem de ekonomiktir. Tek cümleyle özetlemek gerekirse, gayrimüslimler statüsel ve siyasal olarak – hukuk karşısında ve devletin onları tanımlayışında – Müslüman Osmanlı tebaaya eşit değildir ve Müslüman tebaadan daha fazla vergi verir. Bu statüsel, siyasal ve ekonomik sistem modern zamanlara dek sürdü.

17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da 1648 Westfalya Anlaşması’yla beraber teritoryal devletler doğdu. Katolik Kilisesi politik etkinliğini yitirmeye başladı. Çok katmanlı feodal sistem çöktü. 1789 Fransız Devrimi’yle beraber teritoryal devletler ulus devlete dönüştüler. Coğrafi yakınlık nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu bu gelişmelerden ister istemez etkilendi. İmparatorluğun güneydoğu Avrupa coğrafyasında bulunan topraklarında birbiri ardına değişik bölgelerde ulusal uyanış hareketleri doğdu. Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar ve daha birçok etnik grup Osmanlı’dan ayrılarak bağımsız ulus devletini kurma amacı gütmeye başladı. Hristiyan olan bu Balkan milletleri, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki zımmi statüsünü kabul etmiyorlardı.

Osmanlı karar alıcıları yükselen tehlikeyi fark ettiler ve gayrimüslimlere Avrupa’daki gibi eşit vatandaşlık vererek ayrılıkçılık tehlikesini bertaraf etmek istediler. Fakat bu noktada gelenekçilerden ciddi tepkiler geldi. Bu konuda yapılan reformların çok başarılı olduğunu söylemek zordur. 1839 Hatt-ı Hümayunu ile ilan edilen Tanzimat Fermanı, dinsel farklılıklara göre statü belirleyici İslami millet sistemini kaldırdı. 1876 yılında ilk Osmanlı Anayasası (Kanun-ı Esasi) kabul edildi ve tüm Osmanlı tebaası Osmanlı Milleti sayıldı. Bu reformların amacı, Osmanlı kimliği altında tüm Osmanlı tabası arasında eşitlik sağlamaktı. Bir diğer ifadeyle, yasa önünde eşitlik ve eşit vatandaşlık ilkesiyle, ayrılıkçı milliyetçi akımların önünün alınması hedeflenmekteydi. İşte Osmanlı İmparatorluğu’nda Osmanlıcılıktan anlaşılan budur. Osmanlıcılık ideolojisi, bir Osmanlı aidiyeti yaratarak, imparatorluğun farklı etnik ve dinsel unsurlarını bu tutkalla birbirlerine sıkıca yapıştırmak olarak özetlenebilir.

Osmanlıcılık, farklılıklara karşın, Osmanlı üst kimliğinde bir millet yaratmayı hedefliyordu. Bu düşünce hayli liberal fikirlere dayanmaktadır. Dini esaslar yerine seküler esaslara dayanan bir devlet mimarisi ve ademi merkeziyetçilik, Osmanlıcılık ideolojisinin ve onun ortaya koyduğu yeni ve modern kimliğin ana temelini oluşturuyordu. Elbette eşit Osmanlı vatandaşları eşit vergi kanunlarına tabi olacaklar, eşit mülkiyet haklarından yararlanacaklar, devlet hizmetine eşit koşullarda liyakat esasına göre gireceklerdi. Bu, o güne dek var olan geleneksel yapılara meydan okumak demekti. Özellikle Hristiyan tebaaya tepeden bakan Müslüman devlet bürokrasisi ile ciddi bir çıkar çatışması baş gösterecekti. Yenilikçiler, karşılarında gelenekçileri buldular. Gelenekçiler İslam’a dört elle sarılarak, bu yeni Osmanlı kimliğinin İslami esaslara uymadığı düşüncesini yaydı. “Gâvura gâvur denmeyecek olması” olarak karikatürize edilen bir dönemdi bu. Liberal dönüşüm talep eden Yeni Osmanlıcılık Hareketi, bu eşitlik fikrini benimsedi. Yeni Osmanlıcılar başlarda yurtdışından, ülkelerindeki baskıcı rejime (istibdada) karşı, tüm Osmanlı milletini temsilen, aralarında birçok gayrimüslim aydının da bulunduğu, iyi niyetli bir reformist gruptu.

Bu yeni kimliğe itirazlar gecikmeyecekti: Muhafazakâr ve gelenekçi kanat, Osmanlıcılık düşüncesinden zaten başından itibaren nefret etti. Onlara göre bu yapılanlar Batılılara verilen tavizlerdi. Müslümanlar “millet-i hâkime” (hâkim millet) olarak kalmalıydılar. Gayrimüslimlerle eşitlik söz konusu olamazdı. Muhafazakârların yanında Osmanlıcılık ideolojisine ve Osmanlı kimliğine en ciddi itiraz, Rusya’dan Osmanlı’ya göçen Tatar, Azeri ve diğer Türkî aydınlardan geldi. Akçuralı Yusuf ve Hüseyinzade Ali gibi etnik Türk milliyetçileri, giderek İttihatçılar üzerinde etki kurmaya başladılar. Balkan Savaşları ve Osmanlı kimliği mayasının tutmadığının görülmesi, hem (pan)İslamcı hem de (pan)Türkçü grupları devlette daha etkin hale getirdi. İslamcıların Arnavut ve Arap isyanlarıyla beraber etkilerinin azalmasıyla, Türkçülük tek başat “imparatorluk kurtarma projesi” olarak genel kabul görmeye başladı. Osmanlıcılık başarısız olmuştu; tutkal ayrışmakta olan unsurları bir arada tutacak kadar güçlü bir formüle sahip değildi.

Memalik-i Osmanî (Osmanlı memleketleri) dışındaki bölgelerden gelen etnik Türkîlerin formüle ettiği ve biçim verdiği Türkçülük, o dönemdeki diğer pan-ideolojiler gibi – mesela Panslavizm ve Pancermenizm – ırksal etnik birlik ve homojen millet düşünceleri üzerine oturmaktaydı. Sosyal Darwinizm kokan, ırklar arası üstünlük savaşı gibi aşırı sağ fikirlerle beslenen bir ulus konsepti, giderek Osmanlı aydınları arasında hâkim ideolojik pozisyon haline geldi. Birinci Dünya Savaşı’nda bu kimlik iyice yerleşti, özellikle Anadolu’ya gerileyen İmparatorluk sınırları, Anadolu coğrafyasını homojenleştirme çılgınlığına çanak tuttu. İttihatçılar Anadolu’yu Türkleştirmenin ancak Ermenilerden ve Rumlardan “arındırmakla” gerçekleşeceği korkunç fikrinde birleştiler. Büyük Savaş’ta Turan’ı fethetme hülyası Sarıkamış faciasıyla çökse de, üç paşaların İttihatçı rejimi Anadolu’daki çılgın emellerini gerçekleştirecek fırsatı bulmuştu. Osmanlı üst kimliğinden, jenosidyen devlete, on yıl içinde çökmekte olan imparatorluk Böylece Ermeni Soykırımı ile kendisinden sonra kurulacak Türk devletine korkunç bir miras bırakacaktı. Bu korkunç miras, DNA’sına sızarak, Kemalist yeni cumhuriyet devletinin de kuruluşundan itibaren “ötekilerle” olan sorunlarına zemin teşkil edecekti.

Osmanlıcılık liberal ve mülayim bir üst kimlik olarak ortaya çıktı. Amacı eşitliği, kardeşliği, ortak vatanı, farklılıklarda birleşmeyi, amaç birlikteliğini, ortak geleceği yerleştirmekti. Olmadı. Çok geç kalınmıştı. Bu reform 100 yıl önce yapılabilmiş olsa her şey çok farklı olabilirdi. 600 yıllık Osmanlı siyasi kültürü ve onun ürünü olan devlet bürokrasisi, bu projeyi Balkan milliyetçilerinden daha fazla sabote etti. Bebek ölü doğmuştu. İyi niyetli vatanseverler, önce İslamcılara, sonra nasyonalistlere yenildiler. En sonuncusu oyunun kazananı oldu. Fakat kaybeden Osmanlı’nın kalan halkları olacaktı.

Bugün Osmanlı’dan devralınan bu mirasın ana zeminini teşkil ettiği bir devlet var. Bu devlet, yukarıda özetlediğim gelişmeler üzerine inşa oldu. Farklılıklara karşı yaşanan büyük alerjide bu geçmişin rol oynadığını düşünüyorum.

Bugünkü rejimin yapı taşlarını oluşturan unsurların ortak zihin yapısına gelince: 1) Avrasyacılar, MHP ve Ulusalcılar İttihatçıların homojenleştirici, asimilasyoncu iç siyasetini şekillendiriyor. Yükselme devrinin yayılmacı, uzlaşmaz, mağrur Osmanlı Devleti ve onun dayattığı jeopolitik, Türk-İslam sentezi koalisyonunun (İslamcıların ve nasyonalistlerin) hayallerini süslüyor. Yeni Türkiye denen hibrit rejimi oluşturan bu gruplar, bu rejimde farklı roller oynasalar da, içeride de dışarıda da istikrarsızlaştırıcı bir Türkiye meydana getirdiler. “Osmanlı gibi güçlü olmak”, “Osmanlı gibi geniş sınırlara hükmetmek”, “Batı’dan alınacak rövanş” gibi faşizan düşüncelerin tümünün referansları Osmanlı geçmişine bir şekilde işaret ediyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun eşitlik ve üst kimlik zemini olarak denediği “Osmanlıcılık” politikasını, bugün asimilasyoncu, yayılmacı, ceberut bir neo-Osmanlıcılık olarak algılayan ve siyasal kararlara tercüme eden tehlikeli bir rejim var. Çok kültürlü değil, tek kültürlü; çok dilli değil, tek dilli; birleştirici değil, ayrıştırıcı; heterojen değil, homojen bir toplumu dayatan, anti statükocu bir tehlike, Osmanlı’nın çöküşünden tam 100 yıl sonra, aynı oranda güçlü şekilde Türkiye Cumhuriyetini tehdit ediyor.

Sınırlarından ve gücünden memnun olmayan, derin kompleksli bir devlet, milliyetçilikle araçsallaştırılmış bir dinin de etkisiyle, tıpkı Osmanlı’nın son 10 yılında olduğu gibi çok büyük acılara gebe. Tarihten ne kadar ders alıyoruz?

3 YORUMLAR

  1. Murat Yavuz
    Evet tarih bir açıdan tekerrûr ediyor. Belki de tekrar eden, benzer şartlar oluştuğunda, insan ve toplum davranışları. İnsanlığın tufeyli devirleri geride kalmış gibi görünebilir ama insan başından beri cahil, hırslı ve zalimdir. Tepeden inme, toplumun tamamının sahiplenmediği devrimler ile kurulan devletin ömrü yüzyıl sürmedi. İnsanları tebaa veya yığınlar olmaktan çıkarıp, onlara birey olma imkani tanıyın. Zulmetmesini engellemek için de toplumsal bir sözleşmeye dahil edin.
  2. Namik
    Osmanciligi nasil yorumladigina bagli! Temcit pilavi gibi eski durumlari anlatirsan bu yanlis! Bu Yeninin adi Osmanli olmasada olur! Eger osmanciligi AB benzeri Türki Cumhireyetler, Arap dünyasi, Pakistan,Afganistan ve duruma göre Banglades, Endonezya ... diye algilarsan, ki bu Balkanlarda ve Rusya cografyasini da etkisi altina alacaksa bu bir Haktir. AB ye hak diyorsun buna niye Hak demiyorsun! Suandaki diktatörlükle karistiriyorsun herseyi! Bu Cografyalardaki ülkelerin kendi icinde birlikte AB gibi Güc, muazene unsuru, Askeri, Ekonomik, demokratik Güc olma hakki vardir! Kuyruk olup sallanmaya degil!!! Sen kuyruk olup sallanmayi magrifet saymaya devam et!!!!
  3. Namik
    Tekonolojik Gücte tabiki. Biz kuyruk olmak zorundamiyiz kardesim!!!! Bu olayalarda, nasil Avrupa 2. dünya savasinda Tiranlar birbirini yediyse ve simdi AB olduysa aynen öylede bu Ülkeler sömürüden, dikta edilmekten (Batidanda) kurtulacak. Bilim, Ilim, Teknoloji, ileri Demokrasi ... iyi hasletler Batinin tekelindemi??!!! Burak basit düsünmeyi!!!!