Osmanlı tahtına varis olmak 

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in doksan altı yaşında ölümü sonrasında oğlu Charles, yetmiş üç yaşında III. Charles olarak İngiltere krallık tacını giyecek. Charles bu yönüyle İngiliz tahtının veliaht olarak en uzun süre tahta çıkmayı bekleyen prensi ve en yaşlı tahta çıkan kralı oldu.  

Osmanlı Devleti’nde de tahta çıkacak şehzadeler babalarının ölümüyle bazen çok genç bazen de ileri yaşlarda hükümdar olabildiler. Ayrıca şehzadeler Klasik Dönem’de taht kavgalarına karışırlarken 17. Yüzyıldan itibaren sarayın “kafes” denilen bölümünde tahta çıkma sırasının kendilerine gelmelerini beklediler. 

SANCAKTAN KAFESE

Osmanlılarda padişahın erkek çocuklarına başlangıçta “Çelebi” denilmiş, sonraları da “şehzade” ifadesi tercih edilmiş ve devletin yıkılışına kadar bu şekilde devam etmiştir.

 Şehzadelerin doğumları sarayda büyük bir sevinç meydana getirir, eğer ilk erkek çocuksa günler süren şenlikler yapılırdı. Padişahın erkek çocuğu yoksa hanedanın kesintiye uğrayacağı endişesiyle büyük bir telaş ortaya çıkardı. Nitekim İbrahim, I. Mahmut ve III. Osman dönemlerinde böyle bir durum yaşanmıştı.

Osmanlı klasik döneminde şehzadeler sancak beyi olarak tayin edilerek tahta çıkmadan önce tecrübe kazanmaları sağlanırdı. “Sancağa çıkma” denilen bu uygulama başlangıçta Anadolu ve Rumeli’de yapılırken I. Murat’ın oğlu Savcı’nın isyanından sonra bir daha Rumeli’de görevlendirme olmamıştır. 

Tercih edilen yerler genelde Amasya, Kütahya, Manisa, Konya, Trabzon gibi kültürel, ticari ve tarihi merkezlerdi. Ancak şehzadelerin gidecekleri sancağı belirleme imkanları yoktu. Padişah öldüğünde şehzadelere haber gönderilir ve şehzade görev yerinden maiyetiyle beraber İstanbul’a gelerek tahta otururdu

İlk dönemlerde şehzadelerin evlilikleri siyasi bir nitelik taşımakta ve Rumeli’de bulunan Hıristiyan hanedan ailelerinin ya da Anadolu beylerinin kızlarıyla evlendirilmekteydiler. Sonraki dönemlerde ise haremdeki cariyeler tercih edilmiştir.

Klasik dönem (1300-1600) şehzadeleri deyim yerindeyse “attan inmeyen” şehzadelerdi. Bu şehzadeler babalarıyla birlikte savaşlara katılarak ordunun sağ veya sol kanadına kumanda ederlerdi. 

Osmanlı Devleti’nde “ülke hanedan üyelerinin ortak malıdır” prensibi, daha ilk dönemde tahta çıkmak için rekabet ve mücadeleleri başlattı. Ertuğrul Gazi’den sonra bey olan Osman Gazi amcası Dündar Bey’i öldürdü. I. Murat da kardeşleri Halil ve İbrahim beyleri öldürtmüş, kardeşi Savcı Bey’in gözlerine mil çektirmişti. 

Sonraki dönemlerde de tahta çıkmak hiç kolay olmadı. Yıldırım Bayezid, Kosova Meydan Muharebesi sonrasında babasının yerine tahta çıkarken kardeşi Yakup’u boğdurmuş, Ankara Savaşı’ndaki mağlubiyet sonrasında da dört oğlu büyük bir mücadeleye girişmişler ve sonunda Çelebi Mehmet hükümdar olmuştu. 

II. Murat vefat ettiğinde yerine geçen oğlu II. Mehmet de küçük kardeşi Ahmet’i öldürtmüş ve Fatih Kanunnamesi ile kardeş katlini meşru hale getirmiştir. Böylece İslam dini ile çelişse de bir hükümdar tahta çıktığında şehzadeler katledildi. 

Osmanlı tahtının ilk on üç hükümdarından I. Mehmet ve Yavuz hariç olmak üzere on biri ölen hükümdarın hayattaki en büyük oğlu olarak tahta çıkmışlardır. Buna göre Osmanlı Klasik Devri’nde yaşça en büyük şehzadenin tahta çıkmasının bir gelenek olduğu söylenebilir. 

1617’de I. Ahmet’in vefatıyla oğlu yerine kardeşi Mustafa padişah olmuş ve böylece yeni bir uygulama başlamıştır. Artık hanedanın en yaşlı erkek üyesi tahta çıkmaya başlamış ve buna “ekberiyet usulü” denilmiştir.

BAHTSIZ ŞEHZADELER

Fatih’in yaptığı kanunname de veraset sistemine bir çözüm getirmedi. Nitekim onun ölümüyle tahta çıkan II. Bayezid’le kardeşi Cem arasında büyük bir mücadele yaşandı. Sonuçta tarihimizde “bahtsız şehzade” denilen Cem, Osmanlı topraklarını terk ederek Avrupa’ya sığındı. 

İkinci Bayezid de oğlu şehzade Selim’le mücadele etmek zorunda kaldı ve tahtı oğluna bıraktı. Selim de tahta çıktıktan sonra kardeşlerini ortadan kaldıracak ve öldüğünde geriye tek şehzade olarak oğlu Süleyman kalacaktır.

Kanuni Sultan Süleyman da çok acı bir kader yaşadı ve iki oğlu; Bayezid ve Mustafa’yı katlettirdi. Bu hadiseler, tahta çıkmak için babalarının ölümünü bekleyen şehzadelerin hissiyatlarını anlama bakımından çok önemli örneklerdir. 

Bunlardan daha acısı ise 1595’te hükümdar olan III. Mehmet’in çeşitli yaşlardaki on dokuz kardeşini boğdurmasıdır. Mehmet’in başka bir icraatı ise sebebi bilinmese de oğullarını sancağa göndermemesidir. Oğlu I. Ahmet de Fatih Kanunnamesi’ne uymayarak kardeşi Mustafa’yı öldürtmedi. İşte bundan sonra Osmanlı tarihinde “mahpus şehzadeler dönemi” başladı.

Şehzadeler toplu olarak öldürülmüyor, sarayın “şimşirlik” denilen kısmında yaşıyorlardı. Ancak bu sistemin de kendine göre kuralları vardı. Şehzadeler sarayda olsalar da “hapis hayatı” yaşıyorlardı. 

Çocuk sahibi olamıyor, hükümdarlık sembolü olduğundan sakal bırakamıyorlardı. Nitekim Vahdettin tahta çıktığında sakalsızdı ve padişahlığı boyunca sakal bırakmadı. Abdülmecid de Vahdettin’in ülkeyi terk etmesi sonrasında halife seçilince sakal bıraktı.  

Şehzadeler saray dışında kimseyle haberleşme imkanına sahip değillerdi. Görüşecek kişi önceden izin alır ve görüşme gözetim altında gerçekleşirdi. Kafes hayatı şehzadelerin eğitim alma imkanlarını da ortadan kaldırdı. Her ne kadar kendilerine bir hoca tayin edilse de uygulama görünüşten ibaret kaldı.

V. Murat ve sonrasında tahta çıkan Abdülhamit, Mehmet Reşad ve Vahdettin’in babaları olan Abdülmecid, şehzadelerin eğitimini yeniden ele aldı. Hem dini konularda hem de dil ve musiki alanlarında eğitim almalarını sağladı.

Artık şehzadeler daha iyi eğitim alabiliyor hatta Batı sanat ve müziğini de öğrenebiliyorlardı. Abdülhamit Alman Karl Jansen’den marangozluk ve oymacılık öğrenmiş ve birer sanat eseri sayılan çalışmalar yapmıştır. Son halife Abdülmecid de ressam olarak önemli tablolara imza atmış hem de senfoni ve konçerto bestelemiştir. 

Sarayın rutubetli bir bölümünde yıllarını geçiren şehzadeler muhtemelen bir gün tahta çıkacakları ümidiyle hayata tutunuyorlardı. I. Abdülhamit otuz sekiz, II. Süleyman otuz dokuz, III. Osman elli bir yıl kafes hayatı yaşadıktan sonra hükümdar olmuşlardı. Halbuki bu sırada dünyada çok önemli gelişmeler yaşanıyor ve dönemin padişahları bunlardan habersiz tahta çıkıyorlardı.

Şehzadeler kafes hayatında her gün öldürülme korkusu yaşamaktaydı. II. Süleyman cülus haberi verildiğinde inanmamış ve “çocukluğumdan beri hapis çekerim, her gün ölmektense bir gün önce ölmek yeğdir” diyerek ağlamış ve zorlukla tahta çıkmaya ikna edilmişti.  

Osmanlı orduları,  II. Süleyman’ın bu psikolojiyle tahta çıktığı sırada Kutsal İttifak’la savaşlarda büyük mağlubiyetler yaşamaktaydı. Zaten sağlık problemleri olan Süleyman’ın hükümdarlığı da ancak dört yıl sürebilecektir. 

VELİAHT OLMAK 

Tanzimat Dönemi’nde şehzadelerin kafeste yaşamaları uygulamasına son verildi. Son dönem şehzadelerine, dışarı çıkma imkânı elde ettikleri ve Çamlıca’da bile gezebildikleri için “faytondaki şehzadeler” denilebilir.

Dönemin padişahı Abdülmecid tahta çıkmak için bekleyen şehzadelere yeni bir hayat düzeni kurdu. Onları sarayda kafese kapatmak yerine özel daireler tahsis etti. Şehzadeler köşk sahibi olabiliyor, şehirde gezebiliyor, ölçülü olmak kaydıyla halkla temas kurabiliyorlardı.

Abdülaziz de Avrupa seyahatine şehzadeler Murat, Abdülhamit ve Yusuf İzzeddin’i götürecektir. İki yüzyıldan bu yana sarayın bir bölümü dışında hiçbir yeri tanımayan şehzadeler bu dönemde dünyayı görme imkânı bile elde etmişlerdir. Bundan sonra da çeşitli vesilelerle şehzadelerin Avrupa’yı görme imkânı olmuştur.

Tahta çıkma itibarıyla en şanslı şehzadelerden birisi olarak II. Abdülhamit gösterilebilir. Tahta çıkma ümidi çok az olan Abdülhamit, amcası Abdülaziz’in bir darbe ile tahttan indirilmesi ve yerine geçen ağabeyi V. Murat’ın akıl sağlığı problemi nedeniyle doksan üç günlük bir saltanattan sonra iktidardan uzaklaştırılmasıyla bir anda kendini tahtta bulmuştur. Onun saltanatı otuz üç yıl devam edecek ve Osmanlı tahtında uzun süre kalan hükümdarlardan birisi olacaktır. 

Son dönem şehzadelerine çocuk sahibi olma izni de verilmişti. Nitekim Abdülaziz’in şehzade iken Yusuf İzzeddin adı verilen bir oğlu olmuştur. Yusuf İzzeddin, Mehmed Reşad’ın tahta çıkmasıyla “veliaht” ilan edilecek ancak 1916’da intihar ederek hayatına son verecektir. Böylece onun yerine Vahdettin “veliaht” olmuş ve 1918’de padişah olarak Osmanlı tahtına oturmuştur. 

Herhalde Osmanlı tahtının en şanssız hükümdarlarından birisi Vahdettin’dir. Tahta çıktığında elli yedi yaşında idi ve Osmanlı orduları hemen hemen bütün cephelerde savaşı kaybetmiş durumdaydı. Vahdettin 17 Kasım 1922’de İngilizlere sığınarak Türkiye’yi terk edecektir.

Bir başka talihsiz şehzade de Abdülmecid’dir. Abdülaziz’in oğlu olan Abdülmecid, tahtı olmayan bir Osmanoğlu olarak “halife-i müslimin” seçildiğinde elli dört yaşındaydı. Ama bu konumu bile sadece bir buçuk yıl kadar devam edebildi. 

Abdülmecid’in bir talihsizliği de 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılmasıyla Osmanlı hanedanının bütün üyelerinin yurt dışı sürgününü yaşamasıydı. Saltanatın kaldırılmasıyla tahtı kaybeden Osmanoğulları hanedanı bu gelişmeyle halifeliği de kaybettikleri gibi Türkiye’yi de terk etmek zorunda kaldılar. 

Sonuçta altı yüz yıldan fazla bir süre devam eden Osmanlı Devleti tarihe karıştığı gibi geriye ne taht kavgaları ne de tahta çıkmak için devrin padişahının ölümünü bekleyen şehzadeler kaldı. 

Kaynaklar: A. Giz; “Osmanlı Şehzadelerinin Hazin Romanı”, Hayat Tarih,  Haziran, Temmuz, Ağustos 1978, S. 6, 7,8 ; H. Eroğlu, “Şehzade”, DİA, C. 38; M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, MEB, 1971, C. III. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Hocam,
    Vahdettin Han İngilizlere mi sığındı? İngilizlere sığınmak demek ne demek? İngiliz topraklarında asylum mu yaptı? İltica başvurusu yaptığına dair bilgi vardır öyleyse?
    Bir de bu adam Sultan değil mi? 30 Ağustos da savaş bitmiş ise 22 Kasım da bu adam kimden kaçtı da İngilizlere sığındı? Düşman mı var ortada? Neden İstanbul’u terk etti?

    Yok desek ki idam edilecekti çünkü İngilizlerle iş birliği yaptı…E Zaten kurtuluş savaşı İngilizlerin Mustafa Kemal’e verdiği Samsun vizesi ile başladı bir, kurtuluş savaşı İngilizlere karşı verilmedi iki. Yani Vahdettin Han resmî düşman olmayan İngilizlerle ilişkili diye, Malezya gemisi ile İtalya ya geçti diye İngilizlere sığınmış mı oluyor?

  2. 1918 Vahdettinin tahta çıktığı yıldır. Aynı yıl Mustafa Kemal Suriye ve Irakta yani şu an güney sınırımızı oluşturan bölgelerde İngilizlere karşı ağır yenilgiler alıyordu. Geri çekile çekile şimdiki sınırlarımıza kadar çekildi. Sonra herşeyi oracıkta bırakıyor, Ankaraya değil, Vahdettinin yanına İstanbula gidiyor. Ordu mordu ortada kalmıyor.

    Bu durumda Vahdettin, Mustafa Kemal ile tekrar, boğazda gemilerin toplarını saraya çeviren İngilizler ile kapışmasına ve kazanmasına inanır mı?

    İngilizler de sanki Türkiye sınırını çizmiş gibi Mustafa Kemali şu anki güney sınırlarımıza kadar kovaladı ve orada durdu. Adeta sınırımızın Musul değil, Hakkari olduğunu belirtiyordu.

    Şimdi Vahdettin İngilizlere karşı kafa tutmak için Mustafa Kemale güvenebilir mi? İngilizlere karşı tutunamayan Mustafa Kemal normalde tutunabilmeliydi ki Vahdettin ordularına güvensin ve İngilize posta koysun. Yani İngilizlere yenilmiş komutanın varken yani Vahdettinin eli kolu bağlıyken, hem de bu eli kolunun bağlanmasının sebebi İngilizlere karşı koyamayıp sürekli geri çekilen ordu iken, bu fotoğrafı nasıl okuyorlar ki Mustafa Kemal sanki yenilmemiş, bütün suç sanki Vahdettin deymiş gibi.

    Tekrar söylüyorum Mustafa Kemal İngiliz ordularını geri püskürtmeyi başarsaydı emin olun Vahdettin İngilizlere kafa tutardı. Ama Mustafa Kemal şimdiki Türkiye sınırlarına kadar geri çekilince, Musulu, Suriyeyi terk edince İngilizler galip gelmiştir. Savaşı kaybeden Mustafa Kemal yüzünden İngilizler galip Devlet, Osmanlı yani Vahdettin kaybeden sultan ve halife olmuştur. Mustafa Kemalin geri çekilmesi Saltanat ve Halifenin kaybetmesine neden olmuştur. Sonra buradan İstanbula geçen Mustafa Kemale ödül gibi görev verilmiştir. Ama artık İngilizlerle karşılaşmayacaktır.

    Tamam Sakarya, Dumlupınar var ama Irak, Suriye cepheleri de var. Eğer ortadoğu cepheleri kazanılsaydı Yunanlar cesaret bile edemeyeceklerdi. İngilizler Musul için ağlayacaklardı. Ama biz İngilizlere kaybettik. İngilizler istediğini aldı. Mustafa Kemalle işleri bitti. O yüzden Türkiyenin bu davayı unutmasını istediler. Bunun için Yunanı kullandılar. Dikkatleri Yunana çevirdiler. İngilizlere yenilgi unutulmuş, sadece Yunan vardı akıllarda. İngilizi unutmuş gibi yapan Mustafa Kemal, Yunan zaferleriyle yenilgiyi unutturdu. İnsanlar yenilgileri unutmuş ve Yunan zaferleri ile coşuyordu. İngilizi bir yerde devreye sokuyorlar. Sanki Vahdettin İngilizlere yenilmiş ve boyun eğmiş gibi. Ama kendilerini galip gösterirken Yunan üzerinden gösteriyorlar. Eğer Vahdettin İngilizlere yenildiyse Vahdettinin bölgedeki komutanı kimdi? Mustafa Kemal. Vahdettin ödül gibi Mustafa Kemali Anadoluya yolluyor. Musul cephesinde Mustafa Kemal Vahdettini İngilizlere karşı kaybettirdi. Kurtuluş savaşı için yeniden görevlendirildiğinde bu sefer kazandı ama Vahdettin yine kaybetti. Yani Mustafa Kemal Vahdettine iki kez kaybettiriyor.

    Halbuki ilkinde anlaması gerekirdi. Çünkü Alman General bile geri çekilmeye anlam verememiş ve Mustafa Kemalin ordusu birden geri çekilince yani şu anki Türkiye sınırlarına çekilince, diğer sağlı ve sollu iki ordu savunmasız kaldılar. Biri zaten düşmek üzereydi ama diğer taraf sağlamdı fakat Kemal aniden çekilince savunmasız kaldılar. Alman General bile bunu anlayamadığını söylemiştir.

    Vahdettin meselesi Musul meselesinden bağımsız değildir. Vahdettin hep kötülenmelidir ki Mustafa Kemalin Musulda İngilizlere yenildiği gerçeği konuşulmasın.

    Vahdettin İngilizlere kafa tutamadı da, onu koruyan bir ordu mu vardı? Onu koruyacak ordu İngilizlere yenildi. Ayrıca Mustafa Kemal İngilizlere hiç kafa tutmuş mu? Yani kafa tutma nasıl olur? Kapışarak. Peki İngilizlerle kapışmayı göze almış mı? Ama İngilizlerin Vahdettinle hesabı vardı. Vahdettini alaşağı ettiler. Yani istemedikleri adamları alaşağı ediyorlar. İstediklerine dokunmuyorlar. İsteselerdi Mustafa Kemale dokunabilirlerdi. Zaten daha önce onun düzenli ordularını yenmişlerdi. Hatta bu sefer yanlarında Fransızlar ve İtalyanlar da vardı. Ama istediklerini almışlardı. Türkiyeyi kurarak Ruslara karşı boğazı korumaya aldılar. İsraili korumaya, garantiye aldılar. Eğer Suriyede kaybetmeseydik, Suriye kurulmasaydı, İsraili kudüste kurma şansları zordu. Vahdettinin abisi Abdülhamid bu mesele için çok uğraşmıştı. Vahdettinin bunu bilmemesine imkan yoktu. O yüzden Türkiyede Vahdettini devirdiler ve İsrail için daha uygun olacak Devlet kurdular. Bu Türk Devleti İsraili hep kolladı, korudu. Adeta onun bekçiliğini yaptı.

    Bir ilginç konuda Suriyede kaybetti ya, normalde bizim toprağımızdı ya, bunu unutturmak için Arap düşmanlığı tohumlarını Kemalist kimliğimize ektiler. Yani Kemalist olduğunu kanıtlamak için bir irticaya birde Araplara sövmen gerekiyor. Adeta Suriyeyi bize unutturdular. Yani Mustafa Kemalin kaybettiği savaş.

    Şimdiki Suriye iç savaşında öğreniyoruz ki Suriyeyi İngilizler bir azınlığa vermiş. Hatta Türkiyede de aynı durum söz konusu. Bunların ağabeyi İran. Onu da ayakta tutuyorlar yani şeriat rejimi. CHP Avrupaya söverken İran rejimine hiç laf etmiyor. Halbuki düne kadar İran oluyorduk. İslamcılar Devleti ele geçirdi, tek adam, ama ne hikmetse İran olmuyoruz. Yani CHP özüne dönmektedir. Bir tarafta Esad bütün Sünnilerden kurtuldu.

    Normalde Suriyede müslüman bir Arap Devleti kurulmalıydı. Yani illa Osmanlıya yada Türkiyeye bağlı olmak zorunda değildi. Ama azınlık adamlardan öyle bir Devlet kurdu ki İngilizler, Koskoca müslüman bir devleti PKK ya yardım etmeye alet ediyordu. Yani Mustafa nın kaybettiği Suriyede İngilizlerin kurduğu tek adam rejimi Türkiyeyi yıpratmak için kullanıyordu. Yarın Kürtleri de böldüğünde aynısını yapacaktır.

    Belki Mustafa Kemal kaybetmeseydi İngilizler Suriyede berbat bir aileye yönetimi teslim edemeyecekti.

    Vahdettin bu meseleye ne yapabilirdi? Peki Mustafa Kemal ne yaptı? Yada Vahdettin yetkilerini Mustafa Kemale vermeseydi. Ama vermeden olmazdı çünkü Vahdettin Mustafa Kemalin yenildiği İngiliz askerlerin kontrolü altındaydı. Bu askerler Musuldan kalkmış ve Vahdettinin sarayını kuşatmıştır. Mecbur bir lider göndermesi gerekiyordu. Mustafa Kemal hem İngilizler hem Türkler ile bağlantılı olarak bana göre mücadeleye girişti. Yani İngilizleri de ayarlamıştır, Vahdettini de. Bunu iyi niyetli olarak yaptığını düşünmek istiyorum. Çünkü bunu yapmadığı yani Anadoluya çıkmadığı ve yeni Devlet kurmadığı zaman İngilizlerin bunun bedelini daha ağır ödeteceğini düşünüyorum. Yani Vahdettine karşı hatta insanlara karşı belki sert olmak zorundaydı. Fakat hayat sadece Mustafa Kemalden ibaret değildi. Şimdiki ergenekon ağı yapılanması o günlerde vardı ve devamıdır. Bu yapı da faaliyetteydi ve yapı Mustafa Kemal ile Vahdettinin kavgasını gerçek bir kavga olarak göstermeyi başardı. Şu anda Tayyip neyse Atatürk de o zaman değişik güçlerin, hilebazların etkisi altındaydı. Çünkü bir insan tek adam olursa ve bu kişi bu noktaya normalde gelmeyeceği bir şekilde gelmişse o kişinin demokrat olması zordur. Demokrat olamayacağı için çevresinde toplanan insanlar demokrasi talep eden insanlar olmayacaktır. Demokrasisizlik geri bildirimler olmayacağı için yapılanları haklı görmeye sebep olacaktır. Ve günün sonunda azınlıkların kontrol ettiği, laikliğin arkasına saklandığı, 10 yılda bir darbe yapıldığı, faili meçhullerin Cumhuriyetin ilk yıllarını aratmayacak şekilde devam ettiği bir Devlet yönetimi sürdürülmektedir.

    Türkleri tek adam rejimine sürüklerken yani daha geri bir rejim modeline geçerken ergenekon bu süreci İngilizlerle birlikte yönetmektedir. Atatürk Vahdettin oyunu gerçek olunca otomatikman ergenekon ve İngiliz birlikteliği ile kontrol el değiştirmiştir. Atatürk bu oyunda kaybetmiştir. Sadece Vahdettin değil Atatürk de kaybetmiştir. Şu anda ergenekon Tayyipin suratının arkasına saklanıyor. O zaman da Atatürkün arkasına saklanıyordu ergenekon ve İngilizler. Yani İngilizler Atatürk kadar küçülüp çıkarlarını onun arkasından sürdürüyorlardı. Fakat bu sefer Atatürk sistemi çıkarlarına uygun olmadığından tek adam rejimine geçtiler. Dikkat edilirse CHP hiç Atatürkten, Cumhuriyetin değerlerinden bahsetmez, MHP laiklikten bahsetmez, hatta Şeriatçılarla, İrancılarla işbirliği yapar, HDP rejimin dönüşümünden bahsetmezken, ağzından Demokratik Çözümü düşürmez. Çünkü bu sefer İngilizler Türkleri daha farklı bir modelde yönetmek istiyor. Dibimizde İranda kıyamet koparken bizi sessiz sedasız yada göstere göstere İrana benzetiyorlar. Kesilmeyi bekleyen tavuk gibi sıranın bize geldiğini anlamıyoruz.

    Bu sefer içerideki işbirlikçisi hani Atatürk Vahdettin kavgasını gerçeğe dönüştüren ergenekon Tayyip arkasına saklanarak planlarını gerçekleştirmektedir. Ergenekonun partileri neden seçim gecesi ortadan kayboldular? Yada adam kazandı deyip meseleye demokrasi görüntüsü vererek galibiyeti legalleştirmeye neden çalıştılar? Kalıcı OHAL in, anayasanın raftan indirilmesi için tek adam rejimi darbesini legal hale getirmek için yapılan referandumda hatalı oyları ergenekon partileri neden görmezden geldi? Çünkü Tayyipin arkasına saklanma ihtiyaçları var. Hatırlarsanız bunlar düne kadar Atatürkün arkasına saklanırlardı. Şimdi hiç Atatürkün değerlerinden bahsettiklerini duyuyormusunuz? İşte bunun benzerini Atatürke karşı da yapmış olmalılar. Yani Atatürk aslında bunların adamı değil, ama çevresindekiler Osmanlıyı da istila etmiş olan komitacı tipler. Bu komitalar genelde siyonistlerin yöntemlerine benzemektedir. Bir Devlete karşı adım adım nasıl hareket ederek devirme işlemi gerçekleşir çok iyi bildiklerini düşünüyorum.

    Atatürkün tartışılması o dönemin tartışılmasına neden olacağından kendilerini gizlemek için Atatürkü bahane ederek tartışma ortamı oluşturmazlar. Nasıl ki 15 temmuzu tartışmaktan kaçınıyorlar onun gibi. Ama mesela Tayyipin zamlarını, enflasyonunu rahatlıkla tartışırlar. İşin ucu kendilerini açığa çıkaracaksa o meselenin üzerini örterler. Mesela Cevheri Güvenin 15 temmuzun bir kurgu olduğunu deşifre etmesi onları çok korkuttu. Dikkat edin ergenekonun muhalif kanadı bu meseleyi ağızlarına almazlar. Resmen görmemezlikten gelirler. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti umurlarında değil. Komitacılar hedefe varmak için mücadele ediyorlar. Bu yöntemleri İngiliz, siyonistlerden öğrenmekteler.

    Demek ki muhalefet bir yalan. Yani gerçek bir karakter değil. Siyonistlerin ilüzyon taktiği, yani aslında yoklar ama varmış gibiler. İşte tank palet, 128 milyar, çiftçinin mazot parası dedikleri için varlar ama gerçekte yoklar. Gerçek bir kimlik değiller. PKK gibi sahte kimlikler. PKK gerçek kimliğin yani Kürt kimliğin yerine geçmiştir. Mesela İngilizler Atatürk kimliğinin yerine geçmiştir. Eğer Atatürk kimliği gerçek olsaydı şu anda MHP, CHP, HDP nin laiklik, Cumhuriyetin değerleri, güçler ayrılığı, hukuk, anayasanın ilk üç maddesi konusunda ortalığı ayağa kaldırmaları gerekiyordu. Ama hiçbiri eski Cumhuriyeti insanlar hatırlamasınlar diye Atatürkü bile doğru dürüst ağızlarına alamıyorlar. Her taraf Işid oldu, irtica bile demiyorlar. İranda kıyamet kopuyor, CHP nin tutumuna bakın. Sanki Humeyni rejiminden yana gibi. Zaten orası da aynı. Orada İngilizler Humeyni maskesini kullanıyorlar. İranda buldukları azınlıkları başa geçiriyorlar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin