Osmanlı elçileri Avrupa’da neler gördü?

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

18. yüzyıla gelindiğinde savaşlarda yaşanan mağlubiyetler, Osmanlıların Avrupa algısını da değiştirmiş ve Batı, belli alanlarda örnek alınması gereken bir uygarlık olarak algılanmaya başlamıştı.

Osmanlı Devleti daimî elçilikler kurmadan önce Avrupa’ya geçici görevle elçiler göndermekteydi. Elçilerin seyahatleri Avrupa örnek alınarak köşkler, bahçeler, saraylar hatta camiler inşa edilmesine, ilk Türk matbaasının kurulmasına ve askeri alanda Avrupa merkezli yeniliklere zemin hazırlamıştı.

Bu gelişmeler İbn-i Haldun’un ifadesiyle “mağlupların galipleri taklidiyle” sonuçlanacak, belirli alanlarda başlayan Batı’yı örnek alma ihtiyacı 19. yüzyılda her alanda “rol model” alınmasına kadar varacaktır.

AVRUPA NEDEN İLERLEDİ?

Osmanlı elçilerinin Avrupa’da gördüklerine karşı ilk tepkisi, “dünyanın mü’minin zindanı, kâfirin cenneti olduğu” şeklinde olsa da bu devletlerin başarı sırlarını öğrenmeye ihtiyaç duyulmakta ve gözlemlerin merkezinde bu düşünce yer almaktaydı. Padişahların elçilerden beklentileri de bu şekildeydi.

Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü durum bir taraftan toplumun dinden uzaklaşması nedeniyle Allah’ın “kâfirleri Müslümanlara musallat ettiği” şeklinde yorumlanırken diğer taraftan Avrupa’yı gören elçiler, devletin durumunu farklı değerlendirmişler ve gördüklerinden hareketle akıl ve mantık çerçevesinde çözümler teklif etmişlerdir.

Bu dönemde Osmanlı ilerleyişini durduran Avusturya ve kuzeyde hızla güçlenen Rusya’nın “başarı sırları” merak ediliyordu. Bu ilgi ayrıca Osmanlı Devleti ile 1798’a kadar dostluk politikası içinde olan Fransa ve güçlü bir “kara ordusu” kurarak Avrupa’da önemli bir güce kavuşan Prusya üzerinde yoğunlaşıyordu.

Bunun sonucu olarak dönemin elçilerinin Moskova, Viyana, Berlin ve Paris izlenimlerini kaleme aldıkları “sefaretnameler”, yenileşme hareketlerinin yönünü belirleyecek ve süreç Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla farklı bir görürünüm kazanacaktır.

Elçiler hazırladıkları sefaretnamelerle Avrupa’da gördüklerinden hareketle Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu duruma çözüm yolları üretmeye çalışıyorlardı. Örneğin Viyana’ya gönderilen Ebubekir Ratıp Efendi, Avusturya’nın başarısındaki başlıca faktörleri; eğitimli ve disiplinli ordu, düzenli maliye, namuslu, dürüst ve okumuş memurlar, halkın ekonomik olarak güven içinde olması ve refah seviyesinin yüksekliği olarak belirtiyordu. Ona göre Avusturya’da isteyen istediği gibi giyinir, istediği konuyu konuşur, yer, içer, gezer ve kanunlara uyduğu sürece kimse ona “gözünün üstünde kaşın var” diyemezdi.

Ebubekir Ratıp’a göre devletin içine düştüğü durumun önemli bir nedeni de padişahların lüks ve sefahat içinde yaşamalarıydı. Bundan hareketle çözüm olarak bütçe açığının kapatılmasını, ticaret ve sanatın gelişmesi için ithal mallar yerine yerli malların tercih edilmesini teklif ediyor, güçlü bir devlet olmak için; güçlü bir orduya, mükemmel bir devlet düzenine, dürüst ve bol maaşlı bürokrasiye, iyi kullanılan dolu bir hazineye ve asıl olarak da sağlıklı ve kültürlü bir topluma sahip olmanın şart olduğunu yazıyordu.

ACABA NE YAPMALI?

Elçilerin gözlemleri Osmanlı ülkesindeki reform hareketlerinin içeriğini de belirliyordu. Artık sefaretnamelerde “dil okulu, fabrika, çikolata, lotarya, banka, balo, karnaval, komedi, trajedi, gazete” gibi kavramlar geçmekteydi.  

Elçilerin Avrupa gözlemlerinde Batı’ya karşı bir hayranlık da söz konusuydu. Prusya ve Nemçe Sefaretnamelerini kaleme alan Ahmet Resmi Efendi’ye göre bu ülkelerde bir bolluk olsa da devlet vergi toplamak için hile yapmamakta, topladığı vergileri de boş yere israf etmemekteydi. Avrupa tüccarlarının en bariz özelliklerinden birisi “doğruluk” olup sözlerini tutamamaktan çok çekinmekteydiler. 1838’de Paris’e elçi olarak giden Mustafa Sami Efendi de Frenkleri, “namuslu, alçakgönüllü, vatan ve millet sevgisiyle dolu” olarak nitelendirmekteydi.  

Ahmet Resmi sefaretnamelerinde gerçekçi bir portre çizerek artık “Kızıl Elma hayallerinden uzaklaşılması gerektiğini” söylemekte ve Batılı devletlerle savaş yerine barışa ağırlık veren politikalar oluşturulmasını teklif etmekteydi. Ona göre, eski devlet düzeni değişmeli ve Avrupa devletler hukukuna dahil olunmalıydı.

Hatta geleneksel “gaza” siyasetini savunanlarla alay eden Ahmet Resmi, “Aristo gibi tedbirli bir vezir ve cemaatle beş vakit namaz kılan on iki bin seçkin asker Kızıl Elma’ya gitmek için yeterlidir” diyen kişiler için de “Sandalye üzerinde ‘Hamzaname’ nakleden pehlivanlar gibi laf-u güzaf edip Kızıl Elma semtini Buğdan’dan gelen al yanak elma yenir bir şey zannederler” demekteydi.   

Yine Prusya’nın başkenti Berlin’e elçi olarak gönderilen Ahmet Azmi Efendi de seyahati sonrasında şu önerilerde bulunmaktaydı: “Osmanlı memleketinde zulmün ve haraplığın” nedeni olan rüşvete son verilmeli, devlet yeniden yapılandırılarak memuriyetler liyakate göre dağıtılmalı, memurlar mesleki güvenceye kavuşmalıdır.  

Elçiler bu ülkelerin halkının eğitim seviyesini de takdir etmekteydiler. Örneğin Mustafa Sami Efendi yüz yıl önce Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin eğitimle ilgili tespitlerini tekrarlayarak kadın erkek herkesin hatta “sıradan bir hamalın veya çobanın bile okuyup yazabildiğini” belirtmekte hatta görme ve işitme engelliler için okullar olduğunu vurgulamaktadır.

Avrupa devletlerine giden elçiler o zamana kadar “küffar adetleri” olarak görülen opera ve tiyatrolara da gitmişler, ev sahibi devlet de elçiyi localarda ağırlamış ve namaz kılma imkânı da sağlamıştır. Diğer taraftan elçilik heyetleri kendi aşçılarını götürmekte ve bu yemekleri yemektedir. Ayrıca elçilerin Osmanlı topraklarına girdiklerinde cami ve minareleri görüp “secde-i şükran” yapmaları, Batı’ya hayranlık duysalar da memleket hasretinin hep ağır bastığını göstermektedir. 

MÜNECCİMLE KURTULUR MUYUZ?

Osmanlı Devleti’nin Avrupa algısında yaşanan bu değişime rağmen eski alışkanlıkların etkisiyle veya dönemin dış politikasından kaynaklanan nedenlerle olumsuz değerlendirmeler yapıldığı da görülmektedir. Örneğin 1802-1806 arasında Fransa’da görev yapan Halet Efendi “Paris’e kadar geldik, halkın nakl ve medhettikleri Frengistân’ı dahi göremedik. O tuhaf şeyler ve o akıllı Frenkler kangı Avrupa’dadır bilmem” demekteydi. Ona göre bir kişi Avrupa’yı gördükten sonra Frengistan’ı övüyorsa ya Avrupa taraftarı ya da casustu.  Hele görmediği halde övüyorsa “eşekti”.

Yine Prusya’nın başarısının sırrını müneccimlerde gören padişah III. Mustafa’nın Büyük Friedrich’ten müneccim istemesi de ilginç bir örnektir. Friedrich ise başarılarının nedenlerini; iyi bir tarih bilgisiyle donanma, devamlı savaşa hazır ve iyi eğitilmiş bir orduya sahip bulunma ve dolu bir hazineye sahip olmayla açıklamıştır.

Hazırladığı sefaretnamede yaptığı gerçekçi tespitlere rağmen Ahmet Resmi Efendi’nin takdim ettiği bir başka risalede yıldızların kişiler üzerindeki etkisini açıklaması hatta Rusya’nın yükselişini yıldızların özel durumuna bağlaması her yönden ilginç bir durumdur.

Kendisini çok iyi yetiştirdiği anlaşılan Ebubekir Ratıp da III. Selim’in kendisinin memuriyete tayininin bir göstergesi hil’atı “uğursuz bir gün” olduğu gerekçesiyle giymemişti.

Büyük bir problem de elçilerin vurguladığı hususların yerine getirilmesinin önündeki engellerdir. Her yenilik bazı çevreleri rahatsız etmiş ve yenilikler şahıslara bağlı olarak yapılabilmiştir. Örneğin Nizam-ı Cedit ıslahatında büyük etkisi olan Ebubekir Ratıp çeşitli gammazlamalar sonucunda III. Selim tarafından Rodos’a sürülmüş ve orada boğdurulmuştur. Kaderin garip bir cilvesi olarak bir süre sonra da III. Selim ıslahatlara karşı çıkan isyancılar tarafından tahttan indirilip öldürülecektir.

Şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu durumda, 18. yüzyıldan bu yana devam eden Batılılaşma maceramıza rağmen Avrupa’nın ilerlemesine zemin hazırlayan temel prensiplerin bile yerine getirememiş olunmasının büyük bir rolü olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.

Herhalde bunun önemli bir nedeni olarak iki yüz yıl önce Ebubekir Ratıp Efendi’nin Viyana Sefaretnamesinde yer alan şu tespit gösterilebilir: Bu ülkelerde kararlar her kademede görüşülerek verilmekte, “halkın devlet için değil, devletin halk için var olduğu” ilkesinden hareketle devletin asıl görevinin halkın refahını sağlamak olduğu kabul edilmektedir.

Kaynaklar: M. İlhan, “Tanzimatçı Düşüncenin Kaynağı Sefirler”, TİD, S. 482; İ. H. Uzunçarşılı, “Tosyalı Ebubekir Ratıp Efendi”, Belleten, 1938, S. 153, 1975; N. S. Turan, “Osmanlı Diplomasisinde Batı İmgesinin Değişimi ve Elçilerin Etkisi”, TÜ SBE, 2004, C. 4, S. 2; C. Bilim, “Ebubekir Ratıp ve Nemçe Sefaretnamesi”, Belleten, C. LIV, S. 259; Ahmet Resmi Efendi’nin Viyana ve Berlin Sefaretnameleri, İstanbul, Tercüman, 1980; S. Yenidünya, Mehmet Sait Halet Efendi Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri, İÜ SBE Doktora Tezi, İstanbul, 2008.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin