Osmanlı düğününden 28 Şubat çıkarma çabası

M. AHMET KARABAY | HABER YORUM

Her seçim öncesi bir yolunu bulup toplumu kutuplaştırarak oy devşiren AK Parti ve lideri Tayyip Erdoğan, bu kez seküler düşüncedeki insanlarla dindar kesimi birbirine karşı kışkırtarak hedefine ulaşmaya çalışıyor. 28 Şubat döneminde belli kesimlerin kullandığı silah, bu kez Beştepe kaynaklı olarak pazarlanıyor.

Seküler/laik-dindar ayrışmasının kaşınacağı, 1 Ocak 2024 tarihinde Filistin’e destek mitingi görüntüsü altında hilafet isteyen pankartların ve siyasal İslam’ın sembolü kelime-i tevhit yazan bayrakların bolca dalgalandırılmasıyla ortaya konmuştu.

İktidarın polisi ve savcıları, laiklik karşıtı sergilenen bu tabloya ses çıkarmayıp, elinde yeşil bayrak taşıyan birine tokat atarak hesap sorduğunu zanneden üniversiteli Ege Akersoy’un yakasına yapışmıştı. Tokat atan Ege Akersoy tutuklanmış ama onu tokatlayana hiçbir işlem yapılmayışıyla, sonrasındaki olaylara nasıl yön verileceği belli olmuştu.

OSMANLI DÜĞÜNÜ ŞAKLABANLIĞI 

Beştepe Sarayı’nın 31 Mart yerel seçimlerinde nasıl taktik kullanacağı, yeni yılın ilk günü ortaya konmuştu. Şimdi “Osmanlı düğünü” diye sergilenen şaklabanlıkta tablo netleşmiş oldu.

“Osmanlı düğünü şaklabanlığı” sergilenmesinin ne olduğunu birkaç cümle ile özetlemem gerekiyor. II. Abdülhamid’in 4. Kuşak torunu olan Orhan Osmanoğlu’nun kızı Berna Sultan Osmanoğlu, Yiğit Onur Kaya isimli bir gençle evlendi. Kamuoyuna verilen bilgiye göre, “Osmanlı Hanedanı’nın hayatta olan 14 kadın üyesinden biri” idi.

“Osmanlı Hanedanı” ifadesi, Osmanlı Hanedan Defteri’ne kayıtlı olan kişilere verilen isimdi. Osmanlı Hanedan Defteri’ne kayıtlı son isim olan Neslişah Sultan 2 Nisan 2012’de 91 yaşında vefat etti. Ben de kendisiyle birkaç kez buluşup sohbet etmiş ve o dönemde çalıştığım yayın organlarında bu röportajları aktarmıştım.

Neslişah Sultan, bu kültürü iyi bildiği için 23 Eylül 2009’da hanedanın son erkek evladı olan Osman Ertuğrul Osmanoğlu öldüğü zaman, önemli bir acıkama yapmıştı. “Biz artık hanedan değiliz. Hanedan bitmiştir, biz artık bir aileyiz.” demişti. Hanedan defterine adı yazılı olmayanlardan söz edildiğinde “Osmanlı Hanedanı” ifadesi değil, “Osmanlı Ailesi” denmesi gerekiyor.

Burada bir noktanın altını çizmeliyim. “Osmanlı Hanedanı” ifadesini kullanarak kendilerini haber yaptıranların “aile” ile “hanedan” arasındaki farkı bilmeyecek kadar cahil olduklarını sanmıyorum. Ama toplumun cehaletini bildiklerinden buna da inanacaklarından emin oldukları için öyle pazarlıyorlar.

NİKAH ŞAHİTLERİ ŞEVKİ YILMAZ VE İLBER ORTAYLI

“Osmanlı hanedan düğünü” pazarlamasıyla yapılan organizasyonda gelin ve damadın nikah şahitliklerini tarihçi İlber Ortaylı ve 28 Şubat döneminin önemli figürlerinden Şevki Yılmaz yaptı. Şevki Yılmaz’ın nikahta yaptığı konuşmadan sonra düğün hanedandı/değildi tartışmalarından kopup bu konuşmanın içeriğiyle öne çıktı. Şevki Yılmaz, “Osmanlı ile iftihar ediyorum. Osmanlı’yı süren soysuzları da lanetle anıyorum.” dedi.

Atatürkçülüğü ile bilinen İlber Ortaylı ise tepki olarak, yüzüne tokat yemiş gibi öteki tarafa dönüp yanındakine baktı.

Bütün bunlara rağmen bu düğüne katıldığı için İlber Ortaylı’yı linç etmeye kalkışmanın da doğru olmadığına inanıyorum. Geçmişte hakkımda birkaç dava açan biri olmasına rağmen, İlber Ortaylı’nın bu ülkenin önemli değerlerinden birisi olduğundan eminim. Kamuoyuna yaptığı, “Düğün merasimi sırasında eski bir milletvekilinin yersiz konuşmalarını tasvip etmem mümkün değildir. Rahatsızlığımı da sıra bana gelince belirttim. Bunlar tarih bilmeyen insanların kahvehane köşelerine yakışan sözleridir.” yolunda yaptığı açıklama durumu anlatmak için yeterli sanıyorum.

Şevki Yılmaz, sadece bu ülkenin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’ü değil, aynı zamanda 3 Mart 1924’te bu kararı alan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni soysuzlukla suçluyor. “Soysuz” dedikleri, bu vatanı işgalden kurtardı, “hayırla andığı” Vahdettin ise 1 Kasım 1922’de Dolmabahçe’den İngiliz zırhlısına binip gitti.

28 Şubat döneminin provokatörü bu kişinin söylediklerinin sadece bundan ibaret olmadığı, sonra ortaya çıktı. Şevki Yılmaz, konuşmasının devamında “Osmanlı’yı sürgüne gönderen derken, II. Abdülhamid’i tahttan indirip Selanik’e süren Emanuel Karasu ekibini kastediyor” diyen safdillere hedefinin kim olduğunu daha net ortaya koyuyor.

“Ümmetimizi başsız bırakanları, devrimlerle değerlerimizi devirenleri, harflerimizi devirenleri, Cumamızı Pazara çevirenleri kahr u perişan eyle.” diye beddua ederek sözlerinin hafifletilmiş yorumlarının yapılmasının önüne geçmiş oluyor.

Bu beddualar yapılırken, Diyanet’in kadrolu imamı Halil Konakçı ise keyifle gülüyor.

FEYZA ALTUN’UN ORTAMI FIRSATA ÇEVİRMESİ

Beştepe Sarayı, yeni seçim döneminin ana stratejisini bu kez seküler/muhafazakar gerginliği üzerine oturtmaya çalışıyor. 28 Şubat döneminde belli asker destekli sürdürülen laiklik ve laiklik karşıtı söylemlerle toplumu kutuplaştırıp iktidar rantı elde etme girişimleri bu kez bizzat Beştepe tarafından yönetiliyor.

Bir süredir Cüppeli Hoca, Halil Konakçı ve türevlerinin atışlarıyla, (topçu tabiriyle) ortam hayli yumuşatılınca ortaya bu kez 28 Şubat’ın deneyimli isimleri çıktı. Şevki Yılmaz’ın başlattığı çıkışı başka isimlerin de devam ettireceğinden şüpheniz olmasın.

Planlama bizzat Saray tarafından organize edildiği için bu çıkışın karşısına kimin sembol isim olarak konulacağı da aynı adres tarafından belirleniyor. Atatürk’e, Meclis’e beddualar yağdıranlara karşı fikirler söyleyen, bunu farklı mecralarda dile getiren yüzbinler, belki milyonlar var. Şeriat ve hilafet karşıtı olanların önemli bir kısmı da düşüncelerini pek edepli bir şekilde ortaya koymuyor. Kimi hakaretlerle, kimi de avukat Feyza Altun gibi sinkaflı cümleler kurup karşılık veriyor. Bu hakaret ve küfürlü sözleri kullananların bir kısmı öyle sıradan, pek bilinmeyen insanlar da değiller. Buraya almaya haya edilecek ifadelerle Şevki Yılmaz ve avanelerine saydırıyorlar.

Epey zamandır Cumhuriyet’in değil iktidarın savcıları olarak görev yapan yargı mekanizması, sadece Atatürkçü olarak bilinen Feyza Altun hakkında harekete geçti. Avukat Feyza Altun, gözaltına alındı. Gazeteciler, sadece polisin “soru sorabilirsiniz” dediği gözaltındakilere yaklaşıp soru sorabilir. Gazeteciler, izin verilmeyenlerin dışındakilere asla yaklaştırılmaz.

Polis, gözaltından sağlık kontrolüne götürülürken Feyza Altun’un söyleyeceklerini tam ve eksiksiz olarak söyleyebilmesi için ortam oluşturdu. Röportaj yapar gibi mikrofon uzatıldı. Gözaltındaki avukat, “Türkiye laik bir ülkedir. Türkiye’de şeriat yok, Türkiye şeriatla yönetilmiyor, hiçbir zaman da şeriatla yönetilmeyecek.” diye konuştu. Avukat Feyza Altun, seküler/laik kesimin gönlünden geçenleri cesurca söyledi.

Feyza Altun’un seçilmesiyle iki hedef birden vurulmuş oluyor. Bir taraftan, “Atatürk’e hakaret edene dokunulmuyor ama karşı taraftan birine bir laf edildiğinde hemen hapis cezasıyla korkutuluyor.” izlenimi veriliyor.

İktidarın asıl vurmaya çalıştığı ikinci hedefin ne olduğunu ise önümüzdeki günlerde göreceğiz. Feyza Altun’un bahis çetelerinin yaptığı işlere adliye çevrelerinde kılıf hazırlayan birkaç isimden biri olduğu biliniyor. Bu avukat mağdur edilmiş gibi bir izlenim verip, seküler kesimin arkasında saf tutması sağlanmaya çalışılıyor. Laik kesimin yeteri kadar sahiplendiği görüldükten sonra da hazırlanan dosyalar bir bir ortaya sürülecek ve “Bakın sizin sahip çıktığınız Feyza Altun bu!” denilerek Atatürkçü, laik kesim toplum nezdinde değersizleştirilmiş olacak.

Eğer bu ülkede adalet kurumsal olarak işletilebilmiş olsaydı, Feyza Altun gibiler, bırakın avukatlık yapmayı, kapıda arzuhalcilik bile yapamazdı.

2019’DA BÖLÜCÜLÜK, BUGÜN 28 ŞUBAT RUHU

Beştepe Sarayı, 2019 seçimlerinde, özellikle de İstanbul ve Ankara kastedilerek, “CHP kazanırsa su faturalarınızı PKK’lılar okuyacak” diye toplumu kandırmaya çalışmalarının meyvelerini toplamaya girişti. Seçim sonrasında büyükşehirlerde öyle olmadığı görüldü. 31 Mart için aynı kartı kullanmaları söz konusu olmayacağı için bunda toplumu laik-muhafazakar diye ayrıştıracaklar.

Saray, bütün bu tartışmaların ise AK Parti’nin hanesine oy olarak yansıyacağını hesaplıyorlar.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Eskiden Almanya´da bir ara sarışın kadın esprileri yaygındı. Bunlar sarışınların ne kadar aptal olduğunu ifade etmek için anlatılırdı.
    Biri şöyle:
    Bir sarışın yolda yürürken birkaç metre ilerde yerde muz kabuğu görse ne yapar?
    El cevap:
    “Kahrolsun, yine muz kabuğuna basıp düşeceğim” der.
    Bunu niye anlattım?
    Iktidar sahibinin dindar ve laikleri karşı karşıya getirip oy devşirme planı iş yapar mı?
    Yapar. Bugüne kadar bunun çok ekmeğini yediler ve bu tür konuları kaşıdıkça daha da yiyecekler. Ve bu iş belki de din soslu bir Recep Hanedanlığı kurulana, Türkiye bir Fas, Ürdün gibi bir ülkeye dönüşene kadar devam edecek.
    Cumhuriyet´ten hanedanlığa geçişin bir gerileme olacağı açık ve net ortada olsa da, Türk muhafazakarlari dincileri ödüllendirmekten vazgeçmeyecek, bunu iyi bir şey sanacak.
    Taa ki, sarışın gibi, karşısına çıkan muza bile göre basıp düşene kadar.

  2. Karabay’ın bu yazısını okuyunca Temel fıkrası aklıma geldi. Temel muz kabuğu görünce “eyvah gene düşeceğim” demiş. Yazar da aynı şeyi söylüyor. Madem bu kadar bariz bir tahrik var, Saray ve adamları sırf oy almak için ortamı geriyorlar. O zaman siz de (yani CHP ve taraftarları, Atatürk severler vs.) bunu görüyorsunuz, öyleyse bu saçma sapan “şeriat geliyor” yaygaraları ne? Niye onların ocağına odun taşıyorsunuz? En azından bu yazıda bile 28 Şubat’ın Sabah ve Hürriyet yazarlarının edası niye var? Yoksa eski alışkanlıktan kurtulamıyor musunuz?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin