MAHMUT AKPINAR | YORUM
Orta Doğu asırlar boyu dünyanın en önemli bilim, medeniyet ve güç merkezi oldu. Yazıdan, tekerleğe kadar pek çok icat bu coğrafyada yapıldı. İnsanlık ilk defa yerleşik hayata burada geçti, tarım ilk defa Nil ve Mezopotamya havzalarında yapıldı. Keza ilk şehir devletlerinin burada kurulduğu, devletler arası ilk yazılı antlaşmanın burada yapıldığı bilinmektedir.
Son bin yıl içinde Orta Doğu iki büyük kaos ve kargaşa süreci yaşamıştır; ikisi de batının müdahalesi sonucudur. Batı işgallerine kadar Orta Doğu‘da bir Osmanlı Barış‘ının (Ottoman Pakt) varlığı tarihi ve bilimsel hakikattir. Osmanlı mükemmel değildi ama çağdaşlarına kıyasla çoğulcuydu, toleranslıydı. Bu dönemde farklı dinler, milletler, mezhepler özelliklerini koruyarak, büyük problem yaşamaksızın varlığını sürdürebilmiştir. Emevilerden Osmanlı’ya kadar bölgede hüküm süren Müslüman devletler şeytana ve ateşe tapanlardan Hristiyanlığın, Yahudiliğin çok değişik mezheplerine kadar insanlara geniş inanç alanı bırakmıştır.
Orta Doğu’da bugüne benzer kaos ve kargaşa daha önce Hristiyan Batı’nın bölgeyi işgale kalktığı Haçlı Seferlerinde yaşanmıştır. Yaklaşık iki asır süren Haçlı hakimiyeti döneminde Kudüs’te, Orta Doğu’da Müslümanların kurduğu din ve inançlara saygılı otonom alanlar yok edilmiştir. İkinci defa benzer politikalar Osmanlı’nın yıkılışıyla, emperyal Batı’nın Orta Doğu’yu işgal edip sonra suni devletler kurmasıyla, cetvelle sınırlar çizmesiyle yaşanmıştır.
Bölge dengelerini ve gerçeklerini dikkate almayan batılı güçler adeta paraşütle indirerek Orta Doğu’nun kalbinde İsrail devletini kurmuştur. İsrail geldikten sonra bölgedeki huzur, düzen tamamen bozulmuştur. Batı’nın “İsrail’in güvenliği” gerekçesiyle yaptığı müdahaleler ise bölgeyi kan gölüne çevirmiştir.
Orta Doğu tekrar huzur adasına nasıl dönüşür?
Orta Doğu, yeniden halkların din, dil, inanç ve farklılıklarının korunduğu, kimsenin dışlanmadığı, adaletli ve demokratik bir düzene geçebilirse elbette tekrar barış ve huzur bölgesi olabilir. Eskiden adalet, hukuk sultanlardan bekleniyordu. Günümüzde daha demokratik, hukuka uygun, adil yapılar kurarak bunu sağlayabiliriz.
Orta Doğu‘yu cehenneme çeviren konuların başında devletlerin, sınırların, halkların büyük güçlerin keyfine uygun suni şekilde yapılandırılması vardır. Ayrıca devletler halkları ile barışık değildir. İktidarlar harici iradeyle bazı ailelere bahşedilmiştir. Onlar da halka rağmen iktidarı zorla, baskıyla sürdürmeyi tercih etmektedir.
Suriye’de Fransızlar Nusayri azınlığa dayalı rejim kurdu. Baasçı muhaberat rejimi bugünlere kadar baskıyla ayakta kaldı. Suudi Arabistan bir ailenin keyfi yönettiği ülkedir. Mısır’da Batı müdahalelerini müteakip sağlıklı, düzgün rejimler kurulamamıştır. Arap Emirlikleri krallık talep eden ailelere göre tasarlanmış suni devletlerdir. İran, devrimden sonra baskıcı, dönüştürücü otoriter bir rejime evrilmiş, Şii yayılmacılığını ana politika haline getirmiştir. Bu yayılmacılık hem İran için, hem de bölge için ciddi problemler üretmektedir. Körfez savaşı ve Irak işgali sonrası oluşan boşluğu dolduran İran, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan gibi ülkelerde Şii kartını oynamış, buraları da istikrarsızlaştırmıştır.
Modern Türkiye Cumhuriyeti “Yurtta Sulh cihanda Sulh” söylemi ve demokratikleşme çabalarıyla uzun yıllar bölgede barış, huzur, istikrar kaynağı oldu. AKP iktidarına kadar diğer rejimlerin iç işlerine karışmamak, başka güçleri iç işlerine karıştırmamak temel ilkesiydi. Kemalist anlayış ülke içinde kutuplaşmalar, ideolojik yarılmalar üretse de, Türkiye yıllarca bölgede huzur ve istikrar kaynağı oldu.
Orta Doğu’yu istikrarsız, huzursuz kılan önemli konulardan birisi de ülkelerin uyguladığı yayılmacı, revizyonist dış politikalardır. İran, devrimden bu yana Şii yayılmacılığı uygulamaktadır. AKP iktidarındaki Türkiye Neo-Osmanlıcı genişleme hevesine girmiştir. Her bir Arap devleti kendine göre farklı yayılmacılık iddiasına sahiptir. Mısır’ın komşularına karşı tezleri vardır. Tüm bunlar bölgeyi ciddi manada huzursuz etmekte ve bölge aktörlerinin birbirleriyle güven ilişkisi kurmasını engellemektedir.
Orta Doğu‘yu kan gölüne çeviren bir başka konu global ve bölgesel aktörlerin yürüttüğü vekâlet savaşlarıdır. Devlet altı örgütler ve yapılar (PKK, Hizbullah, IŞİD, Husiler..) bölgesel güçlerin vekalet savaşlarını yürütmektedirler.
Öte yandan bölge devletleri birlikte barış için hareket etmek yerine, bir global güce sırtını dayayarak bölgede barış kurulmasını zorlaştırmıştır. İran Çin ve Rusya’nın vekâletçisi, Suriye Rusya’nın emanetçisi, Arap ülkeleri ve Mısır ABD’nin, Batı’nın yerel işbirlikçisi gibi davranmış ve bölge istikrarına zarar vermiş, çatışma alanlarını körüklemişlerdir.
AKP iktidarı şimdilerde nereye çalıştığı belli olmayan tuhaf politikalar izlemektedir. Bölge ülkelerinin ortak çıkarlar ve bölge huzuru üzerine ittifak edememeleri Orta Doğu‘yu dış güçler açısından müdahaleye açık kılmıştır. Tabir caiz ise Orta Doğu dünyanın açık yarasıdır. Eline neşter alan buraya müdahil olmakta, kanamayı artırmaktadır. Sürekli çatışmaların olduğu böyle bir coğrafyada halkların huzur görmesini, devletlerin barış içinde olmasını beklemek abesle iştigaldir. Bölge devletleri birilerinin aleyhine politika üretmek yerine halkları ile bütünleşik ve bağımsız politikaları izleyebilirse bölgeye huzur, barış gelmesi mümkün olacaktır.
Orta Doğu’yu karıştıran en önemli konulardan birisi de bölgenin bütün din ve inançlar açısından kutsal ve merkezi önemde olmasıdır. Her inanç grubunun, her güçlü devletin burada söz sahibi olmak istemesidir. İsrail’in bölgeye monte edilip siyonist politikalar izlemesinden önce Kudüs her din ve mezhebin bir denge ve huzur içinde yaşadığı kutsal topraklardı. İsrail’in kuruluşu Orta Doğu’da sadece Müslümanlar değil, bütün kesimler için huzursuzluk kaynağı oldu. Batının İsrail’in arkasında fütursuzca durması problemleri iyice büyütmüş, kan davasına dönüştürmüştür. İsrail kaynaklı problemleri çözmek Orta Doğu‘daki bölgesel aktörlerin şu anda yapabileceği bir şey değil. İsrail bölgeye yerleştirilmiş saatli bomba gibidir. İsrail-Filistin çatışması global kamplaşmaların ana eksenlerinden birisidir.
Orta Doğu‘da dinlerin öbür dinlere, mezheplerin diğer mezheplere tahakküm iddiası ve kutsal mekanları kontrol çabası var. Eğer yayılmacılık iddiası olmaz, her inanç ve din grubunun otonom yapısı korunur, ötekini dönüştürme, denetleme çabaları terk edilirse pekâlâ bütün din ve inançlar yeniden barış ve huzur içinde yaşayabilirler.
Huzurlu, bölgesel barışı kurmuş bir Orta Doğu, dünyanın en önemli turizm destinasyonları arasına girer. Hristiyanlar, Yahudiler Müslümanlar akın akın bölgeye gelir. Bölge insanlığın eski yerleşim merkezlerinden olduğu için antropolojik araştırmalar, kültürel, tarihi ziyaretler için cazibe merkezi olur. Harika denizleri, kumsalları, leziz yemekleri ile tüm dünyaya hizmet verebilir.
Orta Doğu yeniden dünyanın huzur, refah ve barış üreten bölgesi olabilir. Bunun için bölge devletleri birbirinin rağmına çalışmayı bırakıp, halkların ve inançların ötekine saygılı, adil ve birlikte yaşaması için formüller geliştirmelidirler. Bu barış hali İslam medeniyeti altında önemli oranda yaşanmıştı.
Batıda Müslüman görmenin imkansız olduğu dönemlerde, Orta Doğu’nun bütün şehirleri çok dilli, çok etnikli, çok mezhepliydi. Batı’nın ulusçuluğu ihraç etmesinden ve bu coğrafyaya doğrudan müdahil olmasından sonra huzur bozuldu. Yeniden düzelmenin olabilmesi için Batı’nın elinin buradan çıkması, bölgesel güçlerin birilerinin taşeronu olmayı terk etmesi gerekmektedir. Araplar, Türkler, İranlılar, Mısırlılar bölge huzuru ve barışı için oturup adil, sürdürülebilir, paylaşımcı, dinlere, dillere kökenlere saygılı politikalar geliştirmeleri lazım.
Orta Doğu ülkeleri Avrupa Birliği’ne benzer siyasi ekonomik bir pakt kurabilirlerse, bölge huzursuzluk üretmekten çıkar, huzur refah üreten coğrafyaya dönüşür. Bölgenin kaynakları bölgede kalır, zenginlikleri kendi halkları tüketir. Orta Doğu yeniden dünyanın cazibe merkezi, bilim ve medeniyet odağı haline gelebilir. Bu imkansız değil gelecekte bunun olacağını inanıyorum .
Orta Doğu‘da barış veya huzursuzluk üretme potansiyelindeki en önemli iki güç İran ve Türkiye’dir. İran son seçimlerle birlikte reformcu, daha ılımlı bir lider seçti. Pezeşkiyan sisteme rağmen ne kadar hareket alanı bulabilir tartışılır. Ancak İran ve Türkiye Orta Doğu barışı, huzuru için kilit konumdalar. Eğer mezhebi yayılmacılık iddialarından vazgeçer ve bölgede bir huzur, barış ortamı oluşturmak isterlerse bu pekâlâ mümkün olur. Daha önce çok başarılı olamamış CENTO uygulamasına benzer bölgesel paktlar tekrar diriltilebilir.
Ortadoğu Tayyip ve benzeri ihtiras küpleri zevk-sefa düşkünü,aşka ülkeleri karıştıran,karanlık işlerin düzenleyicisi,işbirlikçileri,Yargılanmaktan ödü koşanlardan kurtulduğu gün düzelir.
Huzura kavuşur. Büyük devletin biri gelir eline sopayı (gücü ve inisiyatifi) alır bu bedevi merkezli coğrafyayı hizaya getirir. Başkada çaresi yok. Bakın Çin Dışişleri Bakanlığı Bir avuç Filistindeki ooon yedi tane bölük pürçük topluluğu bir araya getirip ulusal hükümet mutabakatını imzalattı. İsrailin Amerikası varsa, Müslüman Filistinin de ÇİNİ var artık.
Naçizâne bir düzeltme yapabilir miyim?
“Batı işgallerine kadar Orta Doğu‘da bir Osmanlı Barışı’nın (Pax Ottomana) varlığı tarihi ve bilimsel hakikattir.”
Kaleminize sağlık, Mahmut Bey.
Mahmut bey, sempati duyduğum bir yazarsınız. Ama hayal görüyorsunuz ve burada hayal satıyorsunuz.
Bundan 15-20 sene önce olsaydı bu tezlere belki inanmak mümkündü. Hatta belki değil, inanırdık. Ama son yıllarda çok şeyler gördük, yaşadık, bu tür tarih anlatımlarına artık kuşku ile yaklaşıyoruz.
Ne demek istiyorum?
Sizin anlatımınıza göre Müslümanlar kendi hallerinde yaşayıp giderlerken herkes mutlu-mesud idi; Müslümanlar da, diğer dinlerden olanlar da. Sonra Haçlı seferleri oldu, huzur bozuldu. Sonra Osmanlı geldi, yine huzuru sağladı. Osmanlı zayıflayıp bölge Batılı güçlerin etkisine girince huzur yine bozuldu. Sonra Batılı büyük güçler bölgeye yabancı unsur olarak İsrail´i kurdu, huzur kalmadı.
Ortaya çıkan devletler de suni devletler…
İtirazlara gelince:
Bu anlatımınızın tarihi gerçeklere uygun olduğunu nereden biliyoruz? Ya bunlar tarihi çok taraflı ve yanlı okumanın bir ürünü ise?
Bir defa Müslümanlar birbirlerini kesmeye ta sahabe döneminde başlamışlar. Kardeşlik hoş güzel de, iktidar hırsı girince araya kardeşlik mardeşlik bitiyor, insanlar din kardeşi de olsa canavarlaşıyor…
Osmanlı bu kadar adil idiyse neden çöktü?
Bölgedeki ülkelerin suni olduğunu söylüyorsunuz. Hangi ülke suni değil ki? Diyelim bazı ülkeler suni. Böyle bakınca neredeyse tüm bir Afrika kıtası suni ülkelerden meydana gelir. Onlar neden Ortadoğu gibi değil? İran, Afganistan ise öyle değil. Peki, bu iki ülkede huzur var mı? Hem de İslam´a göre yönetilen ülkeler bunlar!
Batı´nın emperyalist geçmişini inkar etmiyoruz. Ama bugün Batı bu geçmişten mi ibaret? İnsan hakları, demokrasi, Kopenhag Kriterleri, teknolojik ilerlemeler hangi medeniyetin ürünü? Kendi ülkesindeki zulümden kaçıp Batı´ya sığınmış biri olarak sizin Bazı´yı böyle görmeniz çelişkili değil mi?
Mahmut bey, Ortadoğu´nun geleceğine ilişkin sizin iyimserliğinizi paylaşmak da pek mümkün değil. Halkın eğitimli olmadığı, dinin siyasete malzeme yapıldığı, milliyetçilik ve ırkçılığın sakıncalarının yeterince idrak edilemediği yerlerde demokrasi memokrasi olmaz, kendinizi aldatmayın.
İslam dünyasının en gelişmiş ülkesi denirdi Türkiye´ye. Günümüzün manzarası ortada. Din siyasete alet edildiği için demokrasi olmuyor ve olması da mümkün değil. Birileri din adına konuştuğu zaman eğitimsiz toplumlarda konuşanı sorgulama olmuyor. O zaman da herkes istediği gibi sallıyor.
Türkiye´yi kurtarmaktan artık vazgeçin. Yapılacak en iyi iş bence herkesin bulunduğu yerde önce ayaklarının sağlam bir şekilde yere basması olmalıdır.
Pardon ama kaç yıldır batıda iş hayatının içerisinde aktif olarak yaşıyorsunuz? Batıya yeni gelen insanların iltica dil kursu vb süreçleri toz pembe hulyalar içerisinde geçebiliyor ama gerçek bir iş ortamında, devletten tamamen bağımsız, hiçbir yardım almadan yaşamadan önce batı hakkında iddialarda bulunmasaniz keşke. Konfor alanından çıkmadan batı dünyasını övmek son derece basit. Cam fanusun içinden dış dünya pek tatlı görünebilir, lakin hakikatler o dünyaya tamamen yapayalnız bir şekilde adım atınca başlıyor. Tamamı veya baskın çoğunluğu ülkenin kendi vatandaşlarından oluşan, mülteci/göçmen sayısının azınlık olduğu iş ortamlarında çalışın, ülkenin büyükçe bir kısmını trenle veya otobüsle dolaşın, ondan sonra Batı şöyle böyle deyin. Bunu epeyce bir süredir iş hayatında olup dokuz Avrupa ülkesinin sayamayacagim kadar çok şehrini görmüş, defalarca ev taşımış, farklı eyaletlerde farklı şehirlerde yaşamış biri olarak söylüyorum, insan hakları veya demokrasi denen kavramlar sadece sınırlı alanlarda sınırlı topluluklara sınırlı sürelerde geçerli olan kavramlar. Kendi mahallenizden çıkmadan konuşmak çok kolay, ki Berlin’de Köln’de bunu altmış yıldır yapabilmiş insanlar dahi var.
Yazdiginiz seyler bence de büyük ölcüde dogru. Tabii ki Batida bu gibi seyler yasaniyor ve konusulmasi lazim. Bu gibi seyler konusulmali ki, insanlar yasadiklari seyleri baskalarinin da yasadigini görsün, yalniz olmadiklarini görsünler. Batida tutunmaya calisan mülteciler tabii ki zor günler yasiyor, yabanci bir kültür icine düsmüssünüz, kendi kalifikasyonunuzun cok altinda isler yapmak zorunda kaliyorsunuz, hayata en altta baslamak zorunda kaliyorsunuz. Bunu inkar eden yok.
Körü körüne Bati övücülügü yapalim demiyorum. Ama devlet olarak, standartlar olarak, sosyal devlet olarak herhalde Batinin daha iyi bir noktada oldugunu da inkar etmezsiniz.
Konusurken ideoloji gözlügünü birakip daha gercekci konusmak lazim.
Ideoloji ile zerre kadar alakalı bir durum yok. Batılıların içerisinde sonradan gelmiş birisi olarak gerçek anlamda sorumluluk yüklenerek yaşamaya başlayın, ondan sonra yorum yapın lütfen. Tolerans, hoşgörü, herkesi olduğu gibi kabul etme, insana insan olduğu için değer verme, insan hakları vb kavramlarin gerçek hayatta ne kadar sıklıkla karşılığı var, bizzat görüp yaşayın, ondan sonra bir kanaate varin. Onlara benzemedikce, onlarla aynı şeyi yiyip icmedikce, kendi değer yargılarından dolayı birçok durumda seçici olmaya devam ettikçe ne kadar hüsn-ü kabul görüyor insan, bir topluluğun arasında kaç kişi onu bu haliyle kabul ediyor bizzat tecrübe edin, ondan sonra bati şöyle veya böyle diyin. Batıda halen daha siyah ten rengine sahip olmak bir dezavantaj. Günümüzde bile halen avrupalı bir beyaz olsa kendisine namnu dogrultulmayacagi durumda siyah tenli veya çekik gözlü olduğu için öldürülen insanların olduğu bir batı var farkında mısınız?
Aralarında gerçekten yaşayınca anlarsiniz, her şey ilk mültecilik dönemindeki kilise insanlarının kendi dini anlayışları gereği “bir görev olarak” size yaklaştıkları gibi olmaya devam mı ediyor, yoksa bu sadece o heyecan dolu ilk dönemde ağza çalınan bir parmak baldan mi ibaret. Bunları bir tecrübe edin, ondan sonra buraya yazdıklarınıza tekrar dönüp bakın lütfen.
Demokrasi, insan hakları ben ben olarak kalmaya devam etsem de mi var, varsa bile ne oranda var, yoksa sadece onlar gibi olunca ya da onlara benzedigim oranda mi var sorusuna yaşayarak cevap arayın.
Hadi bireysel durumlari bir kenara koyalim, yakın geçmişte yaşanıp günümüzde tekrar eden olaylara da bakalim. Adalet, insan hakları, demokrasi çok değil daha 30 yıl kadar önce kendisini Bosna’da ayan beyan gösterdi, suçu işleyenlerin çok ama çok az bir kısmı suçun bizzat müsebbibi olan ülkenin bir şehrinde (Lahey) onlarca yıl sonra göstermelik cezalar aldı, aynı manzara şimdi de Gazze’de yaşanmaya devam ediyor. Geç gelen adalet adalet değildir diye bomboş bir laf var bir de değil mi. Nerede hani bu adalet? Bosna’da ormanlardan halen kemik topluyor insanlar. Gazze’de aç kalmış sokak köpeklerinin yediği cesetler ne olacak kim bilir. Tüm bunlara ses çıkaran bir avuç vicdan sahibi Batı insanına ne oluyor peki? Greta Thunberg’i bile olmadık sıfatlarla itham eden, hakkında bir sürü ülkede dava açan bir batı var farkında mısınız? Bu kadar ikiyüzlü, manipülasyon ustası, algı yöneticisi bir medeniyet kendi içerisindeki bir avuç vicdanlı insan sayesinde komple iyi mi oluyor?
Bilim kısmı ise apayrı bir dünya, ki oraya girersem buraya sığmaz yazacaklarım. Elle tutulur pozitif bilimi yapan, fact ile interpretation ayrımına gidip de kendi ideolojisini bilim diye sunmayan ne kadar insan var batida? Kaldi ki fact olanlardan biri şu an baktığımız ekran, lakin bu teknoloji topyekûn batının mahareti mi veya batıyı Asya’dan daha iyi bir pozisyonda konumlandırmak için yeterli bir sebep mi?
Benim ne ideolojim var ne de çözümüm. Görmesini bilen için batı da doğu da ayan beyan ortada. Vicdanı olan insan nereye giderse gitsin azınlıkta. Batı simdilik bu azınlığı toptan yok etmeye çalışmayan yegane durak sadece, lakin bu durumun yarın da böyle olacağının hiçbir garantisi yok. Irkçılık belası dünyanın neresine giderseniz gidin azimsanamayacak kadar çok. Hele ki İslam düşmanlığı, ırkçılıktan bile öte bir sorun.
Türkiye’de de içtiği kadehle erkekliği ölçülen ortamlarda çalıştım, burada da benzer durumlar yaşadım. Türkiye’de de metresine profesörlük hediye eden adamlar gördüm daha öğrencilik döneminde, burada da birebir aynısını gördüm, ki şu an metresinin başka bir şehirde bir kliniğin şefi olmasini sağlayan adamla aynı ünide çalışıyorum. Liyakat güzel bir kavram lakin bu batıda her yerde hakim olan bir kavram asla değil. Görmeden yasamadan içine girmeden batıya hayran olmak çok kolay. Lakin batı öyle her açıdan iyi, güzelliğin beşiği vs değil. Bu dünyadan göçüp gitmeden önce zaruri olarak ugradigim bir siginaktan öte değil benim gözümde.
Ha bir de sosyal devlet demişsiniz ya. Sıralıyorum. Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç, Finlandiya, İsviçre, Avusturya. Bu ülkeler aralarında farklılıklar olsa bile değişen ölçülerde sosyal devletler, tamam. Ya diğer Batı devletleri, ne kadar sosyal devlet acaba? Tecrübe ettiniz mi? Güney Avrupa devletleri, Fransa İtalya İspanya Portekiz… Ya da İngiltere ve kralına bağlı olan Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi devletler… Orta ve Doğu Avrupa’yi hiç saymıyorum bile… Peki ya Batı denince başat konumda olan ABD… Hangisi ne kadar sosyal devlet?
Ha bir de bu devletlerde adalet ne kadar işler, işlevsel olsa bile adaletin yerini bulması ne kadar zaman alır bir fikriniz var mı? Bu devletlerde her şey liyakate mi dayalı? Torpil rüşvet vb olaylar siyasiler söz konusu olunca az olabiliyor belki, medyanın da balans etkisi ile… Tamam. Peki ya dikkat çekmeyen bürokrasinin diğer kademelerinde durum nasıl? Üniversiteler, hukuk camiası, kolluk vs. rüşvet ve yolsuzluklardan tamamen temiz mi? Her şey tıkırında çarklar dört dörtlük mü işliyor?
Kavramsal olarak “batı medeniyeti” görsel her türlü sektörün (medya, film, internet vb tüm görsel sektörler) bolca kullanımı ile abartılmış cilalanmış koca bir balon olabilir mi acaba? Batıya dair algılarımız ne kadar objektif, manipülasyonlardan ne kadar bağımsız? Bu soruları kendimize sormamızda yarar yok mu?
Asıl hayal gören sizsiniz ve cahilce yazıyorsunuz. Örneğin, Afrika ülkeleri neden Ortadoğu gibi değil yazmışsınız ve bu, bilmeden konuştuğunuzu gösteriyor. Afrika ülkeleri de Avrupa tarafından sömürüldü, sömürülmeye devam ediyor, sınırlar onlar tarafından suni bir şekilde çizilmiş ve tam olarak da Ortadoğu gibiler; iç savaşlar, mezhep savaşları, açlık, yozlaşmış yöneticiler, her sorun var.
İkincisi, Batı’ya sığındık diye Batı’nın her şeyini övmemiz ve hiç eleştiri getirmeden yaşamamız gerekmiyor. Batı’nın merkezinde, daha yakın geçmişinde gerçekleşmiş, hem de Hollanda ordusu koruması altındayken gerçekleşmiş bir Srebrenika soykırımı var. Ondan da önce Avrupa’nın liderliğinde gerçekleşmiş ve tüm Avrupa’yı yıkıma uğratmış iki tane dünya savaşı var. Daha da öncelere gidersek biri 30 yol, diğeri 100 yıl sürmüş iki tane Avrupa iç savaşı var. Bunlar sadece kendi topraklarındaki zulümler. Daha geçen yüzyılda Fransa Cezayir’de soykırım yaptı, Belçika, Ruanda soykırımını tetikledi, Amerika, Vietnam’a, Afganistan’a, Irak’a girdi, eskisinden de beter hale getirdi. Batı’nın demokrasi ve insan hakları kendi halkınadır, tüm dünyaya değil. Ha tabi bizim müslüman ülkeler kendi halkına dahi bu kadarını layık görmüyor, orası ayrı mesele. Zaten “Batı ülkeleri, müslüman ülkelerden daha kötüdür” demiyorum ama sizin gibi kör bir Batı övücülüğü yapacak da değilim. Teknolojik gelişmeler diye övdüğünüz şey dahi kontrolsüz gerçekleşmiş, bu uğurda birçok insan telef edilmiştir; küresel ısınmanın ve toplumsal bağların kopmasının en önemli sebeplerindendir.
Ayrıca Batı’da da şu an aşırı sağ ve faşizm yükselişte. Dua edin de o çok övdüğünüz Avrupa’da yakın gelecekte sizleri avlamaya çalışmasınlar. Geçmişte Yahudiler gibi azınlıklara yapmadıkları şeyler değil. O zaman tadarsınız o müthiş Kopenhag kriterlerini.
Ben Batinin her seyi iyidir güzeldir demedim. Ama Batida bu gibi seyler rahatca konusabiliyor, özelestiri yapilabiliyor ve kimse bundan dolayi vatan haini olmuyor.
Bizim hayatimiz bugüne kadar söyle iyiyiz, böyle muhtesemiz masallarini dinlemekle gecti. Ne kadar iyi oldugumuz ortada. Benim tepkim biraz da bunaydi.
Huzura kavuşturmak için yola çıkanların neden başarısız olduklarını araştırmak lazım. Örneğin demokrasinin en temel taşları, liyakat, şeffalık ve hesap verebilirlik bürokrasiye yerleşebilir mi?
O kadar grup ve cemeatler varken ve bunların herbirisi bir yer tutmaya çalışırken bunlar sağlanabilir mi?