Önce birbirimizle konuşmayı becerebilmeliyiz! 

SALİH HOŞOĞLU | YORUM

Daha önce de yazdım, belki daha açık yazmakta fayda var. Ben işi yazarlık olan bir yazar değilim, yani geçimimi yazarak kazanmıyorum. Yazdığım yazılar için de herhangi bir telif ücreti de almıyorum. Hizmet’te hiçbir görevim yok, hiçbir zaman da Hizmet’in maaşlı çalışanı olmadım.

Yazdığım yazılar için kimseden bir telkin de almıyorum, yazdıklarım tamamen kendi görüşlerimdir, asla başkalarını temsil etmiyor. Bu arada yazılarımı Yapay Zeka (AI) ile yazmıyorum yahut ona yazdırmıyorum, daha o kadar AI becerim yok maalesef. TR724 bana sütunlarını açtığı için müteşekkirim, bu olmasa kendim bir blog açıp orada bunları yayınlamam gerekecekti. Onu yapmayı yine düşünüyorum.

Bunları şunun için anlatıyorum?

Bazı yorumcular sanki benim Hizmet adına bir kısım şeyler yazdığımı ima ediyorlar. “Niçin daha önce bunları yapmadınız!” gibi üstüne hesap da soruyorlar. Yanlış kişiye yanlış zamanda bir hesap sorma girişimi. Bunun gerçeklikle hiç alakası yok. Dostlarımıza önerim, lütfen yanlışlara zamanında itiraz edin, yanlış yapanlara tepki gösterin, alakasız kişilere değil.

Bazı yorumlar da yazılardaki bir kısım yaklaşımları çok naif buluyor, ki ben de onlara katılıyorum, problemlerin büyüklüğü karşısında yazdıklarımın çoğu çok naif kalıyor. Keşke daha naif olmayan yazılar yazabilsem ya da birileri yazsa. Ancak azıcık düşünürsek her konuyu her haliyle benim burada yazmaya kalkışmamın da pek mantıklı olmayacağını kabul ederiz sanırım. Ben kendi bakış açımdan ve kendimce değerli bulduklarımı yazıyorum.

Şahsen beni en fazla yönlendiren şey okur yorumlarıdır diyebilirim. İtiraf edeyim bu yorumları okurken bazen gülümsüyorum, zira adını bile yazmaya çekinen kişiler başkalarından çok fazla şey bekliyor, çok fazla genelleme yapıyor. Belki sadece etrafında gördüğü üç beş insanı esas alıp hüküm kuruyor. Her neyse. Bazı dostlarımız elbette çok daha fazla tecrübeye veya bilgiye sahiptir, onlar da “uygun gördüklerini” uygun mecralarda yazarlar.

Esas yapmaya çalıştığım şey ise tabir yerindeyse bu öğrenilmiş çaresizlik halinin bozulup problemlerimizin konuşulmasına bir yol bulmak. Bu sanıldığı gibi kolay bir mesele değil. Bir defa bizim toplum, ki biz de onun bir parçasıyız ve pek de farklı değiliz, meselelerini medenice konuşmayı pek bilmez, beceremez, bu konuda ciddi bir eğitimimiz de yok, gayretimiz de. Çoğunluk itibarıyla küçük bir kusur görse kıyameti koparır, bütün iyiliklerinizi siler. Az eleştirilse “Bana hakaret ediyorsunuz!” der orayı terk eder. İşine gelen önerileri alır, işine gelmeyenleri hiç duymamış gibi yoluna devam eder.

Buna psikolojide İsviçre peyniri modeli deniyor (laküner süper ego). Bazı küçük şeyleri çok önemsiyor ama çok daha büyük olanlar boşluğuna gelip oradan geçip gidiyor. Çoğunluk hoşuna gitmeyen olaylardan asla haberi olmadığı modundadır. Şahsen kendime “ben bundan ne kadar azadeyim.” diye de soruyorum. Herkes kendine baksın.

Bana göre Hizmet Hareketi uzun zamandır çok icraat yapan ama kendi felsefesini pek konuşmayan bir topluluk. Tabir yerindeyse, “Her şey Risale-i Nur’da ve F. Gülen Hocaefendi’nin vaazlarında/kitaplarında var.” deyip meseleyi kapatan bir gelenek var.

Oysa o eserlerdeki meseleleri herkes çok farklı anlayabiliyor, kitaptakinin tam zıddı uygulamalar da olabiliyor. Kahir ekseriyeti itibarıyla insanların Hizmet Hareketi’nin (tabir yerindeyse) ayırdına ne kadar vardığı pek belli değildi, hala da öyle gibi. İşler yolundayken kabul görmüş ama yanlış bir uygulamayı biraz eleştirel olarak ele almak bile kimse tarafından hoş karşılanmazdı. Meselelerimize sahip çıkmadığımız yahut ortak akıl oluşturma yollarını yapamadığımız için meselelerimizi usulünce istişare etmeyi beceremiyoruz. Bunun yerine çok defa dedikodusunu yapıyoruz. Eleştirdiğimiz şeyleri biz de yaparak bir çözüm bulmaya çalışıyoruz.

Öncelikle, “Usul esastan önce gelir!” kuralına uymamız lazım. Meselenin esasını konuşabilmemiz ve problemlerimizi çözebilmemiz için bir metoda ihtiyaç var. Bugün (yahut 15 Temmuz itibarıyla) yüzleştiğimiz problemlerin kökeni çok daha eskilere gidiyor olabilir. Tam burada birileri bu tarz bir problemin olmadığını, her şeyin eskiden beri çok iyi gittiğini de iddia edebilir.

Zannımızca görünüşte mutlu mesut günlerimizde bu problemler zihinlerimizde hiç yer etmedi hatta problem olarak da görülmedi. (Birileri farklı düşünebilir). Kaldı ki en ideal sistemlerde de problemler olur, önemli olan bunları yönetmektir. Konuşmanın yolunu/yöntemini bulmadan hiçbir meseleyi çözemeyiz. Herkes kendi dünyasında mutlu mesut yaşamaya devam eder, filmin sonu ayrı bir konu olur.

Şahsen pek birbirimizle konuştuğumuzu, yani kendi adıma iyi bir iletişim kurduğumu söyleyemem. En azından karar verici pozisyonda olanların benim gibi birinden bir şey duymaya ve dinlemeye ihtiyaçları var mı? Emin değilim. Bu duyacakları şeyleri bilmediklerini de sanmıyorum.

Bir çoğumuz itibariyle uzun yıllardır yeni bir açılımla problemlerin konuşulmasını umduk, bekledik, belki birileriyle konuştuk, konuşmaya çalıştık. Gelinen yer neredir? Ne kadar yeterlidir? Şahsen bunu ölçecek durumda değilim. Okuyucunun takdirine bırakıyorum.

Önceki yazıma kişisel olarak çevremden ve okurlardan çok sayıda eleştiri aldım. “Gözüm kapalı Hizmet’in eleştirilmesine karşı çıkıyormuşum.” Şahsen kamuoyunda şüyu bulan olayların/ithamların bir şekilde vuzuha kavuşmasından yanayım. Bunların vukuundan emin değilim ama şüyuu vukuundan beter olduğu için mutlaka üzerine gidilip en azından Hizmet’e dost olanların mutmain olması için işin iç yüzü olabildiğince ortaya çıkarılmalı ve kamuoyuna anlatılmalı diye düşünüyorum.

Velev ki birileri Hizmet adına yanlış işler yapmış olsa bile… (Bunun sanıldığı gibi olmadığını düşünüyorum ama her neyse ortaya çıksın). En azından bunlar tekil olaylar mı, sadece Hizmet’le mi sınırlı, yoksa bu tarz yanlışlar hep yapılırdı da Hizmet günah keçisi mi oldu sorularına cevap arayan çok kişi var. Hükümet-Cemaat ve diğer cemaatlerin ilişkilerinin kamuoyu önünde konuşulmuyor olması bu tarz konularda ‘pireyi deve yapma’ şansını rahatlıkla vermiş, veriyor.

Şahsen bazı alanlarda Hizmet içi kariyer yapma gayretinde olan bazılarının hatalarının/yanlışlarının veya özel görevle bu işi kamuoyuna yayanların olabileceğini ve bu suistimal iddialarının kaynağının ağırlıklı bunlar olduğunu düşünüyorum. Kendi yaşadıklarımla karşılaştırarak bir kısım vahim hatalar olsa bile toplamda Hizmet’in çok ciddi haksızlığa uğradığı kanaatindeyim. Bunla ilgili müstakil bir yazı yazmak niyetindeyim.

Bazılarımız 8 yılı aşkındır yurt dışındayız. Her ne kadar her şey dönüp dolaşıp oraya bağlansa da artık Türkiye bizim için gittikçe uzaklaşan bir ülke. Aslında Türkiye ile ilgili konuları devam ettirmek istemediğimi de beyan etmiştim. Neylersin ki bu konu yurtdışındaki birçok arkadaşı da etkilediği için konuşmakta fayda var. İnsanlar yurtdışına çıkıyor ama uğradıkları haksızlıkların müsebbibi yahut o fitnenin gelmesine yol verenlerden olduğunu düşündükleri kişilerin de hesap vermesini istiyorlar.

Okur yorumlarında uzun zaman yapılan yanlışların hesabının verilmemesinin oluşturduğu hayal kırıklığı ve güven kaybı önemle vurgulanmış. Esas mesele geçmişte yapılanlardan ders alıp daha katılımcı, şeffaf, hesap veren, verimliliği önemseyen bir modele geçmektir. Hizmet’te şeffaflık denince bunu her şeyinin herkese açık olması gibi anlayanlar varsa yanılıyorlar. Elbette her şey kanunlara ve usullere uygun olacak ama esasta Hizmet içindekilere karşı şeffaf olunacak diye düşünüyorum. Ayrıca Hizmet’in şu anda kamuoyundan saklı bir şeyinin kaldığı kanaatinde de değilim, bunu ayrı bir yazıda irdelemek isterim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin