Ömer Nasuhi Bilmen, Diyanet reisliğinden neden ayrılmıştı?

YORUM | İDRİS GÜRSOY

Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924 tarihinde Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, ibadet konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek için kuruldu.  İlk başkan Mehmet Rıfat Börekçi’ydi (1924-1941). Ahmet Hamdi Aksekili (1947-1951) ve Ömer Nasuhi Bilmen (1960-61) de Diyanet işleri başkanlığı yaptı. 

 Diyanet, bugün olduğu gibi her olağanüstü dönemde, toplum ve siyaset mühendisliği için kullanıldı. Ancak bazı başkanlar iktidarlara boyun eğmedi. Onların kirli politik amaçlarına hizmet etmedi.  Ömer Nasuhi Bilmen onlardan biriydi.

Bilmen, 27 Mayıs 1960 darbesinden bir ay sonra (30 Haziran) göreve getirildi.

27 Mayısçılar, ‘dinde reform’ yapmak istiyordu. Türkçe ezan, Kuran-ı Kerim’in Türkçe okunması, camilerin folklorik amaçlı yeniden düzenlenmesi gibi fikirler Milli Birlik Komitesi’nin gündemindeydi.

15 Temmuz’da (1960) yapılan dil kurultayında ezanın Türkçe okunmasına ilişkin karar alındı ve teklifin Diyanet İşleri’ne duyurulmasına karar verildi. Önergeyi hazırlayan delegeler, 27 Mayıs inkılabından sonra ezanın hâlâ Arapça okunmasının devrimlere aykırı bulunduğunu belirtmişti. 

Diyanet’e gelen 2.7.1960 tarih ve 4240 sayılı yazıda, “Milletten gelen çok büyük bir talep var. Ezan yeniden değiştirilsin, Türkçeleştirilsin ve camide de ibadetler yeniden Türkçe yapılsın.” deniliyordu. Ancak Diyanet reisi aynı görüşte değildi. Bilmen, bu talebi şöyle geri çevirdi:

“Ezan sadece bir ilan değil, Peygamberimiz tarafından takrir buyurulmuş olan hususi lafızlarla namaz vakitlerinin girdiğini bildiren kitap, sünnet ve icma ile sabit dinî bir ilan ve ilamdır. Peygamberimiz devrinden itibaren her devirde ve her yerde bütün Müslümanlar tarafından aynı lafızlarla okunagelmiş olan ezanı hususi lafızlarından başkasıyla okutmaya kalkışmak, Peygamberimizden, Ashabından ve 400 milyonluk İslam camiasından ayrılmak demektir ki kalbinde uhrevi mesuliyet hissi taşıyan hiçbir Müslümanın buna cüret ve cesaret edebileceğine ihtimal verilemez.” 

27 Mayısçıların Diyanet’ten beklentileri bununla sınırlı değildi. Hedefte ‘Nurcular’ vardı. Devletin bütün imkanları kullanılarak Nur hareketi yok edilmek isteniyordu. Risale i Nurlar, yasak yayınlar arasına sokuldu. Cemal Gürsel, ‘Nurculuğu sapık bir mezhep’ ilan etti. Nur talebeleri tutuklandı. Bazıları sürgüne gönderildi.

Ömer Nasuhi Bilmen’den ‘Nur risaleleri aleyhine bir kitap yazması istendi. Ancak Başkan bu talebi de kabul etmedi. ‘Biz başkasına yazdıralım diyanet kitabı yayınlasın’, teklifini de geri çevirdi.

Bilmen, Bediüzzaman’la tanışmış, bazı derslerine katılmış ve eserlerinden bazılarını okumuştu. Nur hareketi hakkındaki görüşleri fevkalede olumluydu. Darbecilerin taleplerini kabul etse Diyanet reisliğinde uzun yıllar kalabilirdi. Makamı elinin tersi ile itti. Görevinden ayrıldı. Yerine Hasan Hüsnü Erden atandı. Devlet Bakanı Hayri Mumcuoğlu, “Diyanet İşleri’ne gayet uyanık ve devrimci bir şahıs getirdik.” diyecekti. (Milliyet, 9 Nisan 1961).

Nihayet Diyanet, tıpkı bugünkü gibi kara propaganda aracı yapıldı. Ankara İlâhiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Neşet Çağatay’a Nurculuk aleyhine bir eser yazdırıldı. Kitaplar, imamlara dağıtıldı. Müftüler Ankara’ya çağrılarak brifing verildi. Vaazlarda ve konferanslarda ‘Nurculuk’ aleyhine konuşmaları istendi.

Türkiye’nin beşinci Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen bir tefsir ve fıkıh âlimiydi. Arapça ve Farsçayı çok iyi biliyordu.
İstanbul İmam Hatip Okulu’nda ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde usûl-i fıkıh ve kelâm dersleri verdi. Hayatının sonuna kadar ilmî çalışmalarını sürdüren Bilmen’in sekiz ciltlik Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri binlerce nüsha basıldı ve en büyük başvuru kitaplarından biri oldu. 

Bu eserden bir alıntı ile bitirelim:

“Bir kimse bir eşya çalamaz, çalınmasına razı olamaz, ona yardım edemez bu haramdır, yasaktır.  Ferdlerin ve cemiyetlerin selametine, selamet ve mutluluğuna aykırı olan şeyler, İslam dininde yasaktır, haramdır. Bunların yapılması, hem dünyaca, hem de ahiretçe sorumluluğu gerektirir. Bunlara “Günah, masiyet, ism” denir.  Günah olan şeyleri bizzat yapmak caiz olmadığı gibi, o gibi şeylere razı olmak ve bir zorlama olmadıkça yardım etmek de caiz değildir. Misal: Bir kimse, bir eşya çalamaz, bu haramdır, cezayı gerektirir. Bir kimse bir şeyin çalınmasına razı da olamaz, ona yardım da edemez. Bu da haramdır, yasaktır.  Günah olan şeylere razı olmak veya yardım etmek, yerine göre ya haram ya da mekruh olur. Bu, dinde bir esastır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Yüce Allah rüşvet alana da, rüşvet verene de, bunların arasında rüşvete aracı olana da lânet etsin.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin