Ana Sayfa Güncel Oldu da n’oldu?

Oldu da n’oldu?

YORUM | LEVENT KENEZ

Bundan 20 sene önce, herhangi bir dindar ya da muhafazakara İslamcı olsun olmasın Ayasofya’nın ibadete açılacağı, başörtülülerin sadece milletvekili değil, subay dahi olabileceği hatta diplomasını genelkurmay başkanının elinden alacağı, neredeyse her mahalleye bir imam hatip liselerinin açılacağı, Kuran kurslarının merdiven altı müessese muamelesi görmeyeceği söylense insanlar bunu hayal ötesi şeyler olarak görürdü.

Bu ‘hayallerin’ hepsi gerçekleşti.  

Dindarlar için erken Cumhuriyet döneminin dine karşı tutumunu yansıtan ve sembolik bir anlamı olan Ayasofya ibadete açıldı. 

İçi müminlerle dolup taşmadığı gibi geçtiğimiz ay seçim döneminde içerisinde parti miting yapıldı. Aynı Sultanahmet bahçesinde yapıldığı gibi. Sloganlarla eylem alanına çevirdikleri camide ülkenin yarısına hakaretler ettiler. Artık camilerin içinde devletlû geliyor diye polisler barikat kuruyor, ön saflar protokole ayrılıyor. Eline mikrofonu alan Allah, peygamber dedikten sonra cemaat sıraya girip tek tek elini sıkıyor.

Evet, başörtüsü önündeki engeller kaldırıldı.

Laik dönemde başı açık olmanın yerini başı kapalı olmak aldı. Kadınların kapalı olması artık devlet kurumlarında bir avantaj haline geldi. Yükselmek için eşlerinin başını kapatmaya çalışan bürokratlar peydah oldu. 

Günümüzde bir kadın için belki de en zor emri yerine getirenler, erkek hemcinsleri gibi güç ve parayla tanışmanın imtihanını veremediler. Başörtülü olmanın eskiden toplumdaki saygın imajı ve ahlaki üstünlüğü kayboldu. Bu sebeptendir ki her gün gerçekten samimi bir müslümanın bu rejimden ayrışmak için başını açtığına şahit oluyoruz. Yani dürüst başörtülülerin mağduriyeti devam ediyor.

Mantar gibi çoğalan imam hatiplerde namaz kılan öğrenci sayısı ağlanacak sayılarda. Diyanet’in hocaları ellerine tutuşturulan parti metinlerini okudukları her cuma kul hakkına giriyorlar ve iktidardan aldıkları destekle palazlananları, insanları camiden uzaklaştırmak misyonuyla adete nefret saçıyor. Bu Taliban tipleri görüp hala Müslüman kalanlar gerçekten ayrı bir tebriği hak ediyor.

“Asım’ın Nesli” palavraya dönüştü. Nargile kafelerdeki serserilerden, televizyondaki propaganda dizilerinden dünyayı meydan okuyan lümpenlere, aldığı oksijen ülkeye zarar ne kadar maganda takımı varsa iktidar destekçisi. 

Biraz olayların farkında olanlar geçim sıkıntısından, açık cezaevi şartlarından ve müptezel takımının giderek artan şımarıklığından ne yapacağını bilmiyor. Ülkeden kaçıp gitmek bir gaye-i hayal oldu.

En acı olan şey ise yıllarca bu ülkede hikmet ve hakikat satmış İslamcı aydınların gelinen durumdan hiç şikayetçi olmamaları. Kimisi belediyelerin etkinliklerinde zarf peşinde, kimisi çoktan köşeyi dönmüş. Çocuklarını, damatlarını iyi işlere sokanlar sessiz. İçi ağlayan biri varsa bile herhalde gizlice ağlıyor çünkü kimsenin haberi yok. Daha önce DGM’lerin müdavimi olan ve hapse girmeyi Medrese-i Yusufiye bilen mücahitler, şimdi ya müteahhit olmuş ya da onların  sponsorluklarına dilbeste.

Halkı geçtim, onların bahsi ayrı bir yazı konusu… Mahallenin eski saygın fikir adamı ve gazetecileri, sonradan görme oldukça da köylü hanedan ailesinin  her bir ferdine yalakalık sırasında. 

Eskiden Ankara’da miyav mesafesinde seçimleri kazandık ama davayı kaybettik diyen çıkardı artık  onlar da pes etti. 

Liste uzar meram anlaşılmıştır herhalde.

Demek ki gerçekleşmesi çok istenen şeylerin sadece gerçekleşmiş olması yeterli olmuyormuş. 

Zahirde başarı olarak görünen şeylerin faturası keşke gerçekleşmeseydi dedirtecek kadar ağır.

Siyasi olarak bir şeyler başarmanın, eski rejimden intikam almanın ötesinde çok da anlamlı bir tarafı olmadığı ortaya çıktı. 

Kalplere girmek, dini tebliğ etmek gibi şeyler aslında çok da dertleri değilmiş. İslamcıların yaptıkları da eleştirdikleri Kemalistlerin tavandan tabana siyasi mühendislikleri gibi geri tepiyor. 

Acı olan, en büyük musibet imana gelendir nevinden dinin artık ülkede bir cazibesinin kalmamış olmasıdır. Camiler artık herkesin kendini ait hissettiği yerler değil. Cumadan cumaya, en azından bir ayağım orada olsun diyenler bile artık gitmiyor. İmam hatip mezunu olmanın verdiği güven duygusu da artık yok. Tarikatlar ve cemaatler önceki dönemden çok daha fazla insanların korktukları yerler haline geldi. Bakmayın bir kaçının debdebeli törenlerine, sosyal medyadaki abartılı hallerine.

Belki buraya kadar yazılanlar, Necip Fazıl’ın tek parti dönemi için yazdığı “Hohlaya hohlaya buz dağını erittik, şimdi ortalık bataklığa döndü” ifadesiyle özetlenebilir derken gözüm bir habere ilişti: Bataklığın mimarı, Pazar günü Necip Fazıl’ı anma töreninde konuşuyordu.

3 YORUMLAR

  1. Ismail
    Oldu da n´oldu? Aslında şu oldu: İslami devrim gerçekleşti. Ve Müslümanların gerçekliği tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. Sonuçtan biz de korktuk. İdeal bir dünya bekliyorduk. Ütopya bekliyorduk. Dünyada cennet bekliyorduk adeta. Haklının güçlü olduğu, insanların birbirine saygılı olduğu, devlet idarecisinin devlet işini ayrı, özel işini ayrı mumun ışığında takip ettiği bir düzen. Ama cehenneme uyandık. Müslümanların çağdan, gerçek sorunlardan ne kadar uzak olduğu ortaya çıktı. İktidar sorununa Müslümanların cevabının olmadığı görülmüş oldu. Gerçi buna tarihte de cevap yoktu. Sahabe de iktidar için birbirini kesmedi mi? İktidar savaşlarında onbinlercesi birbirini öldürmedi mi? Başkası bunu iktidarın yetkilerini adım adım kısıtlayarak, kazanılan hakları kurumsallaştırarak işi bir noktaya getirmişti. Ama biz her şeyi onlardan daha iyi bildiğimiz iddiasında idik. Şimdi Müslümanlar gücü ele geçirdi, ülke yine bir hanedanlığın mutlak gücüne doğru gidiyor… Mesela Ayasofya meselesi. En iyisi oranın müze olarak kalması idi. Müze olarak tüm insanlara açık kalması idi. Tekrar camiye çevrilmesi, hala kılıç hakkı diye bir şeye inandığımız, fetihe inandığımız, hala bir şekilde başkalarının topraklarında gözümüzün olduğu, dünya ile, başkalarının duyguları ile ilgilenmediğimiz, sadece kendimize baktığımız anlamına gelecekti. Günümüz şartlarında korkunç bir anlayış bu. Bu anlayışın bir ülkeyi, insanları nereye götürdüğünü anlamak için Ukrayna´ya bakmak yeterli. Fetih anlayışının, kılıç hakkı anlayışının çağımızda yeri yok, olmamalı. Senin gücün, silahın varsa, başkasında 10 katı, 100 katı var. Ama biz hayal dünyasında yaşadığımız için anlamak istemiyoruz… Bizim yazarlar yaşanılan yıkımdan ders çıkarmamak için siyasal islam diye bir şey tutturmuş, tüm suçu oraya yıkmaya çalışıyor. İş o kadar basit değil. İnsanların dinden uzaklaştığı söyleniyor. Belki bu o kadar kötü bir şey değil. Hala insanların sağlıklı düşünebildiğini gösteriyor. Yoksa insanlardan tüm bu yıkımları görmemesini, halen eski kafada devam etmesini mi bekliyoruz? … Tüm bu söylenenler dine karşı argümanlar değil. O amaçla söylenmiş değil. Ama her şeyi masaya yatırmak lazım. Anlayışımızın ne kadarı din, ne kadarı gelenek? Neden Müslümanların yaşadığı ülkeler neden neredeyse her alanda geri bir noktada? Din nedir? İslam birtakım ahlaki kuralları, ibadeti olan bir din midir, yoksa devlet dahil hayatın her alanını düzenleyen totaliter bir anlayış midir? Bunlar ve benzer sorular sorulmalıdır. Bunların yapılabileceği en iyi yer de yurtdışı gibi gözüküyor. Dini ve milli faşizmin ele geçirdiği Türkiye artık dünyadan kopuk, Türkün Türke propagandasının yapıldığı bir yer.
  2. Metin
    "Hizmet İnsanları" vücudun rahatsızlığına, hastalıklarına iyi gelen, tedavi eden ilaçlar üretiyor, Eğer herhangi bir nedenle [kin, haset, İslamın ilimle temsil edilmesini istemeyen sadece silahla temsil edilmesini teşvik eden Şer Güçlerin maşası olma, vs.] yetkililer bu ilaçların vücuda girmesini engellerlerse veya girdi ise vücuttan dışarı atarlarsa; vücuttaki rahatsızlık, hastalık gitgide daha da kötüleşir. Bir gün iyice ağırlaşıp yoğun bakıma alınca da BU İLACI bütün gücüyle ister ve vücuda zerk eder. Hizmet İnsanlarını 2014 yılıda başlayan tasfiyeye alet olan senin benim gibi Anadolu insanı devlet memurları/amirleri, ilk yıllarda çocuklarını nasıl bir maneviyatsızlık ateşine attıklarını hissetmediler. Fakat bunun üzerinden 10 yıl geçince, maneviyat vahaları kapatılan gençlerini, kendi çocuklarını ne türlü vahim bir inanç, maneviyat zaafiyetine düçar ettiklerini acı bir şekilde anladılar. Can Ataklı bir proğramında "gençlerde gözlemlediği milli ve manevi duygu eksikliğinden" esefle bahsediyordu. Çoluk çocuğununun nefes alacağı manevi vahalar - okullar, dersaneler, sosyal manevi etkimlikler, yurtlar- yok artık. Öyle güveniyorlardı ki gözünden sakındıkları kız çocuklarını yurtdışı veya yurtiçi günlerce süren etkinliklere sevinçle gönderiyorlardı. İşte bu istenmeyen fakat maruz kalınan tasfiyeler neticesinde, amaçları sadece İSLAMI İLİMLE TEMSİL EDİP nazarlara sunmak olan bu insanlar üzerlerinde global ölçekte dikkatleri topladı. Daha geniş kitlelere Risale i Nurların hakikatlerini duyurma imkanları buldular. Yani LEVEL atlayarak sadece Türkiye'de değil Dünya çapında bir diyalog ortamı oluşmasına CEBRİ, zoraki HİCRET ile, sebep oldular. Özellikle maneviyata hasret kalan Batılı ülkelerde gözle görünür bir ilgi ve sevgi oluştu, Hizmet İnsanlarına karşı. Artık AKP nin yalanlarına inanmıyorlar. Bu durum Uluslararası Şer Güçleri ve içteki maşaları TAYYİP ve avanesini iyice kızdırdı. Sanırım şu son günlerde bu yüzden zulmün derecesini arttırdılar ve tekrardan hiç bir suç işlemeyen, sadece manevi vahalarda sohbet muhabbet yudumlayan kızlara, çocuklara, ülke icin canını ortaya koyan görevlilere OPERASYON YAPMAYI, hapse atmayı HIZLANDIRDILAR. Güncel gelişmeler yanıltmasın insanları. Yukarda açıklanan, maneviyat eksiklinden Evladına üzülen ve acısını çeken devlet amirleri ve memurları, vücuttan sevinerek attıkları ilacı tekrar ve azimle, hastalıkları iyileştirmek için VÜCUDA VERECEKLERDİR diye düşünüyorum ...