HABER-YORUM | SEMİH ARDIÇ
Yolsuzluk ve rüşvet üzerine bina ettikleri sistemi ayakta tutabilmek maksadıyla mütemadiyen muhayyel tehdit ve düşmanlardan bahsediyorlar. 17/25 Aralık 2013’te muhayyel düşmanın ismi ‘paralel’di. Bu manivelanın iş görmez hale geldiğini fark ettiklerinde 15 Temmuz 2016’da bu sefer yeni düşman ‘silahlı terör örgütü’ ve ‘darbeciler’ oldu.
Oysa üzerinden 13 ay geçmesine rağmen Yurtta Sulh Konseyi’nde kimlerin olduğu bile tespit edilemedi. Darbe istihbaratının en geç haliyle bile 15.30’da MİT’e ulaştığı o kadar kati ki sonrasındaki tutukluğu ve askerin kışladan çıkmasının niye yasaklanmadığını kimse izah edemiyor.
ASKERİN SOKAĞA ÇIKMASI İÇİN KANUN 14 TEMMUZ’DA DEĞİŞTİ
15 Temmuz’un magazin unsurlarını bilerek öne çıkaran Saray’ın kadrolu kalemleri, MİT’e gelen ihbara rağmen niçin o meşum gecenin yaşandığına dair istifhamlardan tedirgin oluyor. Dikkatleri dağıtmak için gündemi farklı konularla meşgul etme telaşına düştüler.
Darbeden bir gün evvel askere terör hadiselerine doğrudan müdahale imkânı veren Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma (EMASYA) protokolünün İl İdaresi Kanunu’na ilave edilmesi bile başlı başına darbe zemini için her ayrıntının düşünüldüğünü teyit ediyor. AKP lideri Erdoğan, ‘askerî vesayete karşı atılmış en büyük adım’ diyerek kaldırdığı EMASYA protokolünü neye itimat ederek yeniden cari hale getirdi?
GENERAL VE ALBAYLARIN İFADELERİ AKAR VE FİDAN’I İŞARET EDİYOR
Devam eden mahkemelerde general ve albayların ifadeleri, 15 Temmuz’da klasik manada bir darbe teşebbüsü olmadığını gün yüzüne çıkarıyor. Kimine ‘terör ihbarı var’ denilmiş, kimi ne olup bittiğini anlamak için Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın çay-kahvesini yudumladığı Akıncı Üssü’ne gitmiş…
Akar’ın günlerce yazılıp çizilen aksine o gece rehin alındığına dair tek ifade bile geçmedi şu ana dek. Müphem noktalar çoğaldığı halde MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay Başkanı Akar ise sükût hallerini hiç değiştirmiyor. Maske takmış bazı asker-sivil bürokratlar ile Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan’ın her safhasından haberdar olduğu 15 Temmuz üzerindeki sis bulutu dağıldıkça esas darbenin 20 Temmuz’dan itibaren siviller eliyle icra olunduğu tebellür edecek.
LİSTELER DARBEDEN EVVEL HAZIRDI
Erdoğan o akşam (F-16 savaş uçakları daha havada) darbe teşhisini koyarken ve, “Bu bize Allah’ın bir lütfu. Bugüne kadar yapamadıklarımızı kolaylıkla yapabilme imkânına kavuştuk.” derken niye bu kadar rahattı?
Sual çok ve ikna edici makul cevap maalesef yok. 15 Temmuz’a kadar bütün hazırlıkların tamamlandığı aşikâr. Bu kadar dernek, vakıf, sendika, okul, yurt, üniversite, fabrika, medya kuruluşu, memur, asker, polis, işadamı, gazeteci, öğretmen ve ev hanımının sadece isim ve unvanlarını alt alta yazmak ve tasnif etmek için yürütülecek çalışmanın haftalarca, hatta aylarca sürmesi icap ederdi.
934 OKUL, 109 TALEBE YURDU VE 15 ÜNİVERSİTE KAPATILDI
Oysa 23 Temmuz’da yayımlanan ilk OHAL kararnamesi ile 35 hastane, 934 okul, 109 talebe yurdu, 104 vakıf, 1.125 dernek, 15 üniversite ve 19 sendika kapatıldı. Türkiye sathında o güne dek devletin verdiği ruhsatla faaliyet gösteren, hatta ekseriyeti akla ziyan iddia ve mahkeme kararlarıyla kayyım idaresine geçmiş bu müesseselerin darbe ile irtibatı birkaç günde nasıl tespit edildi?
O halde en son ana dek şirketlerin başında bulunan kayyımlar niye tevkif olunmadı? Madem böyle bir illiyet tespit edildiyse bu delilleri darbe iddianamelerinde niçin göremiyoruz? Okul, yurt ve üniversite açmak da herkese nasip olmaz kapatmak da. AKP bunlardan ikincisine nail oldu. Tarihe dershane, okul ve üniversitelerin kapısına kilit vuran, şehir haydutlarına eğitim yuvalarının tabelasını indirten, cam-çerçevelerini kırdıran bir iktidar olarak geçtiler. Hayaldi, AKP marifeti ile hakikat oldu.
PARA YOKLUĞUNDA 5,2 MİLYAR LİRA HAPİSHANE İNŞAATINA
Aynı AKP iktidarı 52 binden fazla masum insanı hapishanelere doldurdu. 15 kişilik koğuşlarda 40-50 kişi gayr-i insani şartlarda hayatta kalma mücadelesi veriyor. İktidar, tutuksuz yargılama, elektronik kelepçe ve ev hapsi gibi ceza muhakemesinin verdiği imkânları değerlendirmek yerine yeni hapishaneler inşa ederek insan haysiyetini hiçe sayan bu tabloyu düzeltebileceği zehabına kapıldı.
Ergenekon ve Balyoz’da hapishanelerin vaziyeti bugünkü elverişsiz şartlarla mukayese edilemeyecek kadar normal olduğu halde vaveyla edenler bugün 600’e yakın bebeğin, bir o kadar çocuğun ve 18 bin kadının zindanlarda tutulduğunu bile bile gıkını bile çıkarmıyor. Buradan cesaret alan iktidar da bir senedir mahpus olduğu halde iddianamesi bile yazılmamış, daha hâkim yüzü görmemiş binlerce insana gadretmekten derin bir haz duyuyor.
YANDAŞ FİRMALARA BİR KIYAK DA BURADAN
Baskı ve korkuyla kitleleri sindirmenin Adalet Bakanlığı’nın bütçesine ilave yük getirdiği de ortada. Adalet Bakanlığı yine adrese teslim ihale metodu ile mayıs, temmuz ve ağustos aylarında 10 hapishane inşaatına onay verdi. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün bütçesinden de 42 hapishane inşa edilecek. Dolayısıyla hapishane inşaatı için en az 5,2 milyar TL harcanacak. Hak edişlerle bu rakamlar da aşılacak.
Bütçede kaynak kalmayınca çalışanların kıdem tazminatına, işsizler için toplanmış paralara göz diken AKP, yüzlerce okul, talebe yurdu, hastane ve spor tesisi yapabileceği paralarla hapishaneler inşa ediyor. İsminde ‘adalet’ ibaresi bulunan bir siyasî hareket, adaleti hapishane sayısını artırarak tesis edeceğini zannediyor.
AKP namına ne hazin bir tablo demek bile geçmiyor içimden.
Okul kapatanların hapishane açmasından daha tabii ne olabilir ki!