O eski kurbanlar…

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Öğrenciliğimizde bayram yaklaşırken okullar boşalır, öğrenciler bavullarını alıp garajın yolunu tutar, memleketine giderdi. Bizler hemen her Kurban Bayramında okuduğumuz beldelerde kalırdık. Okul arkadaşlarının sevinçle ana-babasının yanına gittiği demlerde, öğrencilerin çekildiği ıssız sokaklarda yürümek, tenha evlerde boş mutfaklarla yüz yüze kalmak insana ağır bir gurbet hissi, derin hüzün verirdi. Ama bayram namazından sonra koşturmaca başlayınca hüzün ve yalnızlık yerini heyecana, sevince, telaşa terk ederdi. Zira Kurban Bayramı bizim için adeta seferberlik halinde deri toplamanın, kan-ter içinde çalışmanın, kurbanlarla boğuşmanın adıydı.

Bayram öncesi iş bölümleri yapılır, herkes imkanına, becerisine göre tavzif edilirdi. Deri toplama ve kesim ekipleri oluşturulur, kimin nerde ne yapacağı planlanırdı. Arabası olan esnaf abilerin arabalarının nerede, ne zaman, ne yapacağı belirlenirdi. Kurbanlar öğrencisiyle, esnafıyla en telaşlı günlerimiz oldu yıllarca. Bayram namazını müteakip herkes görev mahalline intikal eder, iş bölümüne göre çalışmaya koyulurdu. Kurban bayramları hacda herkesin ihram altında eşitlenmesi gibi hepimizi eşitlerdi. Amir-memur, öğretmen-öğrenci, esnaf-işçi herkes bayram namazını kıldıktan sonra üzerini değiştirir ve kan, dışkı, deri ile boğuşmaya hazır hale gelirdi. Rütbeler aradan kalkar, zengin fakir ayrımı biterdi. Her arkadaş-abi kollarını omuzlarına kadar sıvar ve normal zamanda iğrenilecek işlere heyecan ve neşe ile girişirdi. Yoğunluk ve koşturmaca arasında, kan-ter içinde iken kurban etinden yapılan ve çalışanlara dağıtılan kavurmanın tadını sanırım hayatımız boyunca başka yerde bulamayız. En titizlerimiz, zenginlerimiz bile o ortamda hijyen beklentisini kenara bırakır, Medine fukarasına dönüşürdü. Ekmek arası kavurmayı hepimiz hapur hupur götürürdük.

Bu mevsimde en değerli rütbe kasaplıktı. Profesyonel kasaplar da olurdu aramızda, ama eli bıçak tutan ve önceden kurban kesmişliği olanlar el üstünde tutulurdu. Bir yıl Kurban mevsiminde “Sadece deri toplamayalım bu sene kesim ekipleri de oluşturalım ve vatandaşın kurbanını kesip derisini talep edelim, böylece daha çok deriye ulaşırız” dediler. Sonra, “Kesim yapabilecek, daha önce kurban kesmiş kimseler var mı?” diye soruldu. Ben de, “Babam kurban keserken çok izledim, imam hatipliyim, az dua da bilirim sanırım yapabilirim” dedim. Zaten adam kıtlığı var, birisi hemen “Tabi yaparsın!” deyip beni kasap olarak yazdı. Yanıma da Hilmi adında mübarek bir arkadaşı yardımcı verdiler. Öğrenci evinde ne kadar keskin bıçak olursa, evden bıçaklar ayarladık ve içtima mahallimiz olan yurdun bahçesine ulaştık. Daha önceden vakıf tarafından “Kasap temin ederek kurbanınızı kesebiliriz” diye duyurular yapılmış ve bazı vatandaşlar kasap talep etmişler. Kesim ekiplerine ilk görevlerini ve adresleri verdiler. Bize de birkaç adres hazırlamışlar. “Bu adreslere gidip kurbanlarını keseceksiniz. Kesimden sonra verirlerse deriyi ve payı istersiniz. Bunları bitirdikten sonra gelin sizi yeni yerlere göndereceğiz” dediler.

Uzun yıllar FEM’lerde öğretmenlik yapan, şimdilerde İspanya’da mülteci olan arkadaşım Hilmi ile heyecan endişe karışımı bir psikoloji içinde ilk görev mahalline ulaştık. Kendimize “tecrübeli kasap” havası veriyoruz, ama öte yandan “Becerebilir miyiz?” diye korkuyoruz. Adrese varınca kapıyı çaldık, bizi bahçe kapısı gibi bir yerden içeriye aldılar. Kurbanı bağlı olduğu yerden çözüp getirdik, yere yatırdık ve bağladık. 50’li yaşlarda bir amca, hanımı ve çoluk çocuğu sirk izler gibi bizi izliyorlar. İkimiz de üniversite öğrencisiyiz, en fazla 20-21 yaşındayız. Adamın bakışlarından “Acaba yapabilecekler mi?” diye merak ve kaygı içinde olduğunu anlayabiliyoruz. Kurban baya besili, yağlı ve koca kuyruklu bir koyundu. Teşrik tekbiri getirdikten sonda bildiğim bazı duaları okuyup bismillah deyip bıçağı sürdüm. Ama bizim bıçak deriyi bile kesmedi. Adam bizi gözlüyordu. İçinden neler söylüyor, neler geçiriyordu bilmiyorum. Ama kesin, “Kim gönderdi bu toy çocukları!” diye bizi gönderenleri bir şekilde anıyordu. Lakin moralimizi bozmak, bizi mahcup etmek de istemiyordu. Baktı bizim bıçaktan bir iş çıkmayacak hanımına seslendi “Hanım keskin bıçak var mı?” dedi. Evin hanımı içerden 3-5 tane bıçak getirdi. Bıçaktan anlıyormuş gibi onlardan büyük ve uygun olanını seçtim, babamdan gördüğüm üzere bıçakları birbirine sürterek bilemeye çalıştım. Ve tekrar bismillah deyip zavallı hayvanı güç bela kestim.

Hayvanı boğazlamak işin en kolay tarafıydı. Kestikten sonra babamdan gördüklerimi tatbik etmeye başladım. Hala tecrübeli kasap havalarına devam ediyorum. Evin hanımına, “Abla bir oklavanız var mı?” dedim. Abla içerden bir oklava getirdi. Koyunun ayağından küçük bir kesik açtım ve oradan oklavayı sokup ağzımı deriye dayayarak kurbanı şişirmeye çalıştım. Teorik olarak kurbanı şişirince kolay yüzüldüğünü biliyordum. Ama balon şişirmeye hiç benzemiyordu. Kızardım, bozardım, kan ter içinde kaldım ama hayvan pek de şişmedi. Benim zor durumda olduğumu gören Hilmi “Bir de ben uğraşayım” dedi ve biraz da o şişirdi. Epey bir uğraştan sonra hayvanı bir miktar şişirdik. Ayaklarından başladık yüzmeye. Bıçaklar kör olmasına rağmen hayvanın baldırlarına kadar gitmek çok zor olmadı. Ancak koyunun devasa bir kuyruğu vardı ve onu nasıl yüzeceğimizi bilemiyorduk. Kuyrukta en az bir saat harcadık. Derinin her yerini delik deşik ettik. Sırt, karın kısmını kendimizi ve hayvanı perişan ederek, bir şekilde yüzdük. Bir süre sonra ellerimin mecali kalmadı, parmaklarım tutmuyordu. 1 saat kadar da boyun ve boğaz kısmına harcadıktan sonra 3-4 saat içinde deriyi heder edip hayvanı yüzdük.

Biz kan ter içinde ve acemice uğraşırken bütün aileye seyirlik olduk. Çocuklar kıs kıs gülüyor, abla kızgınlığını gizlemeye çalışarak içinden “la havle” çekiyordu. Allah var ev sahibi abi sonuna kadar sabırla bize katlandı ve hiçbir kem kelam etmedi. Sonunda paramparça olmuş derimizi elimize alıp içtima merkezine döndük. Her yerimiz ağrıyordu. Hiç bitmeyecek gibi gelen zorlu bir işi bitirmiş, en azından küfür işitmeden, dayak yemeden görev mahallinden dönmüştük. Bu tecrübeden sonra dersimi aldım. Birkaç defa kurban daha kesip ve deri yüzmüşsem de, artık kasaplık taslamaktan vazgeçtim.

Ekonomik imkanların sınırlı olduğu, kurban derisinin çok önemli, toplanan etlerin (payların) çok değerli olduğu o dönemlerde Kurban günleri bir hasat mevsimiydi. Deriler satılır, vakıf faaliyetlerine harcanır, toplanan etler soğuk hava depolarına konur ve yıl boyu öğrencilerin tüketimine sunulurdu. Bugünlerde bize çok da değerli gelmeyen derilerden elde edilen miktarlar o yokluk dönemlerinde ciddi problemlerimizi çözerdi. Elde edilen gelirle bazen yarım kalmış binalar tamamlanır, bazen öğrencilerin burs, eşya vb. ihtiyaçları karşılanırdı. 1980’lerde bağırsak toplama ekipleri dahi olurdu. Fakat imkanlar genişleyince önce bağırsak toplamayı ihmal ettik. Daha da genişleyince deri toplamaya bile önem vermez hale geldik.

Şimdilerde kimimiz Türkiye’de, kimimiz gurbette buruk kurbanlar yaşıyoruz. Deri-bağırsak topladığımız, kan ter içinde kaldığımız ama uhuvvetle, aşkla, şevkle çalıştığımız o günleri özlüyoruz. Kurbanlarımızı veriyoruz, lakin çoğu zaman ne Kurban görüyoruz ne de kavurma. Allah, koşturduğumuz o samimi kurbanlar hatırına inşallah bugünlerde bizzat kendileri kurban haline getirilip kıyıma maruz bırakılan arkadaşlarımızı gerçek bayramlara, aydınlık günlere ulaştırsın. Yeni dünyada, yeni dönemde Allah’a yaklaştıran yeni, hayırlı, yümünlü ameller işlemeyi nasip etsin.

Hepinize hayırlı, bereketli, huzur dolu bayramlar dilerim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Yer: Zeytinburnu derici deposu
    Yil: 1998

    Kurbanin 1. gunu Istanbul Halkali da yaklasik 20 deri toplamanin ardindan, Zeytinburnunda deri tuzlamaya adam lazim dediler, aksaminda sabaha kadar deri tuzlamak icin gittik. Dev hangar da, yaklasik 500 civarinda universite ögrencisi vardi ve karinca gibi durmadan hummali bir calismayla deri tuzluyorlardi. Istanbul Universitesi- Avcilar kampusu- Beyazit Kampusu, Marmara Universitesi-Bahcelievler kampusu ordaydi sanki komple. Son ses muzik/ilahi esliginde, battal boy cop posetini elbise yapmis cuş-u huruş içinde deri tuzladik. Arada ekmek arası kavurmalar geldiği gibi bitiyordu.

    Yandaki dev hamgarın sahibinin dikkatini çekmişti, Aydın beye/abiye, sizin şu ameleleriniz ne kadar çalışkan, parasını vereyim, 1kamyon tuzuö var devirsinler depoya diye talepte gelmişti. Aydın abi, bunlar universite talebesi deyince adam şok olmuş, biz de gönlümüzden demiştik onu da atalım. 1 kamyon tuzu da indirdik ve döndük.

    Sabah olmuştu, tüm kaslarımız tutulmuş, deriri kokar halde dolmuşa binmiştik. O devrin insanı da başkaydı demek ki, dolmuşu deviren o kokuya ragmen kimsenin gıkı cıkmadı bize. Emeğe saygıydı belki. Eve gelip patatesli yumurta esliğinde bir demlik çayı da devirmiştik uyumadan.

    O gece ordaki yuzlerce ögrenci nerededir nasildir bilemem şimdi ama bıldıgim 20-30 tanesinin hepsi ya hapiste, ya ihrac, ya gurbette benim gibi. Vefat edenlerde var içlerinde.

    Bildigim birsey vardı, hayatımın en guzel Kurban Bayramıydı.

    Rabbim bize yolunda yorulacak, yorgunluğun ardından o çayın tadını alacak hizmetler nasip etsin. Allah yolunda yorulmayı herkese nasip etsin.

  2. Mahmut abi ne güzel bir yazı bu. İnanın hem güldüm, hem duygulandım. Çünkü buna benzer hadiseleri çoğumuz yaşadık. Meğer tatlı günler o günlermiş. Evet hey gidi günler dedim. Bu vesile ile bütün kardeşlerimin bayramını tebrik ediyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin