Nr. 24: Muhasebeciden efsane direnişçiye!

22 yaşında genç bir muhasebeciyken Nazi işgaliyle hayatı değişen Gunnar Sonsteby, Norveç’in en büyük direniş kahramanlarından biri oldu. Oslo Çetesi’nin efsanevi lideri olarak Nazi işgal güçlerine karşı gerçekleştirdiği cesur operasyonlarla tarihe geçen Sonsteby’nin hikâyesi, özgürlük uğruna verilen mücadelenin destanı. John Andreas Andersen’in yönettiği “Nr. 24”, hem tarihsel bir belge niteliği taşıyan hem de günümüz dünyasına güçlü mesajlar veren etkileyici bir film.

M. NEDİM HAZAR | YORUM

Önce 2. Dünya Savaşı’nda Norveç Cephesi hakkında tarihsel bir arka plan verelim:

Norveç’in II. Dünya Savaşı’ndaki hikayesi, ülkenin tarafsızlık politikasına rağmen 9 Nisan 1940’ta Nazi Almanya’sının ani işgaliyle başladı. ‘Weserübung Operasyonu’ olarak adlandırılan bu işgal, Hitler’in Kuzey Atlantik’teki hakimiyetini güçlendirme ve İngiltere’ye karşı stratejik üstünlük sağlama planının bir parçasıydı. Alman donanması Oslo Fiyordu’na girerken, paraşütçüler de ülkenin önemli havaalanlarını ele geçirdi. Norveç ordusu direniş gösterse de hazırlıksız yakalanmanın ve Alman ordusunun üstün gücünün etkisiyle etkili bir savunma yapamadı.

İşgalin ilk günlerinde Kral VII. Haakon ve hükümet üyeleri, Nazi güçlerinden kaçarak ülkenin kuzeyine doğru hareket etti. İngiliz ve Fransız kuvvetleri Norveç’e yardıma gelse de Almanya’nın Fransa’ya saldırması üzerine bu destek kısa sürdü. Haziran 1940’ta Norveç ordusu resmen teslim oldu ve kraliyet ailesi İngiltere’ye sürgüne gitti. Vidkun Quisling liderliğinde kurulan kukla hükümet, Nazi işgal yönetimiyle işbirliği yaparken, ülkenin stratejik kaynakları ve endüstrisi Alman savaş makinesinin hizmetine sunuldu.

İşgalin ardından Norveç’te hem sivil hem de askeri direniş hareketi hızla örgütlendi. Milorg adı verilen askeri direniş örgütü, İngiltere’deki sürgün hükümetle koordineli çalışarak sabotaj eylemleri düzenledi ve istihbarat topladı. Özellikle Almanların ağır su üretim tesislerine düzenlenen sabotaj eylemleri, Nazi Almanya’sının nükleer programını ciddi şekilde sekteye uğrattı. Sivil direniş ise yeraltı gazeteleri çıkarmak, kaçak radyo yayınları yapmak ve Yahudilerin İsveç’e kaçmasına yardım etmek gibi faaliyetlerde bulundu. Oslo merkezli direniş grupları, şehirdeki Alman hedeflerine karşı cesur operasyonlar düzenlerken, kırsal bölgelerdeki direnişçiler dağlık arazinin avantajını kullanarak gerilla savaşı yürüttü.

1945 yılı, işgal altındaki Norveç için umut ve endişenin iç içe geçtiği karmaşık bir dönemdi. Nazi Almanya’sının çöküşünün belirtileri her geçen gün artarken, Norveçliler için asıl endişe kaynağı, Almanların çekilirken ülkeyi ne durumda bırakacağıydı.

Kuzey Norveç’te Sovyet ordusu ilerlerken, ülkenin geri kalanında yaklaşık 350.000 Alman askeri hala konuşlanmış durumdaydı. Hitler’in intiharından sonra bile, Norveç’teki Alman kuvvetlerinin komutanı Franz Böhme, teslim olmayı reddetti. Oslo’daki direniş liderleri, şehrin yıkılmasından endişe ediyordu. Nazilerin “yanmış toprak” taktiğini uygulayabileceği korkusu hakimdi.

Bu kritik günlerde, Milorg (Askeri Organizasyon) ve sivil direniş grupları teyakkuza geçti. Oslo Çetesi gibi direniş grupları, Almanların muhtemel sabotaj planlarını engellemek için gizli operasyonlar düzenledi. Özellikle elektrik santralleri, köprüler ve diğer kritik altyapı tesisleri yakından izleniyordu.

7 Mayıs 1945’te Almanya’nın teslim olmasıyla birlikte, Norveç’teki Alman birlikleri de silah bırakmak zorunda kaldı. Ancak teslim süreci beklenmedik bir şekilde düzenli ilerledi. Direniş hareketi, intikam saldırılarını engellemek için büyük çaba gösterdi. Quisling yanlıları ve işbirlikçiler tutuklanırken, kaos yaşanmaması için özel önlemler alındı.

13 Mayıs’ta Kral VII. Haakon’un ülkeye dönüşü, özgürlüğün gerçek simgesi oldu. Oslo limanında toplanan on binlerce insan, sürgündeki krallarını coşkuyla karşıladı. Beş yıl süren karanlık dönem resmen sona ermişti. Ancak savaşın yaraları derindir. Özellikle kuzeyde, çekilen Alman birlikleri ardında yakılmış şehirler ve köyler bırakmıştı.

Savaşın son günlerinde Norveç’in görece az hasar görmesi, büyük ölçüde direniş hareketinin başarısıydı. Almanların teslim sürecinin düzenli geçmesinde, Milorg’un disiplinli yapısı ve direniş liderlerinin soğukkanlı tutumu etkili oldu. Oslo’nun tarihi dokusunun büyük oranda korunması, gelecek nesillere bırakılan en önemli miraslardan biri oldu.

Ancak zafer sevinci uzun sürmedi. Savaş sonrası dönem, işbirlikçilerle hesaplaşma ve toplumsal yaralarının sarılması sürecini başlattı. Vidkun Quisling gibi vatan hainlerinin yargılanması, ulusal bir muhasebeye dönüştü. Norveç toplumu bir yandan özgürlüğün coşkusunu yaşarken, diğer yandan geçmişiyle yüzleşmek zorunda kaldı.

Bu dönem, modern Norveç’in temellerinin atıldığı bir dönüm noktası oldu. Savaşın son günlerinde gösterilen olgunluk ve disiplin, ülkenin savaş sonrası yeniden yapılanma sürecinde de kendini gösterdi. Norveç, kısa sürede Avrupa’nın en istikrarlı ve müreffeh ülkelerinden biri haline geldi.

Bugün, savaşın son günlerinin anıları, Norveç’in kolektif hafızasında önemli bir yer tutuyor. Her yıl 8 Mayıs’ta kutlanan Kurtuluş Günü, sadece bir zafer kutlaması değil, aynı zamanda özgürlük ve demokrasinin değerini hatırlatan bir anma günü olarak yaşatılıyor.

Anlatacağımız kahramanı iyi tanıyabilmek için Norveç Direnişi’ni yakında bilmek gerekmekte.

Norveç’in direniş öyküsü, 9 Nisan 1940’ta Nazi Almanyası’nın ani işgaliyle başladı. O sabah Oslo fiyordunda beliren Alman savaş gemileri, ülkenin kaderini değiştirecek karanlık bir dönemin habercisiydi. Başlangıçta Norveç ordusu direniş gösterse de, iki ay süren çatışmaların ardından ülke tamamen Nazi kontrolü altına girdi. Kral VII. Haakon ve hükümet Londra’ya kaçtı, ancak bu durum direnişin sonu değil, başlangıcı olacaktı.

Norveç direnişi, ilk günlerden itibaren sivil ve askeri olmak üzere iki koldan ilerledi. Sivillerin oluşturduğu direniş hareketi “Hjemmefronten” (Ev Cephesi) adını aldı. Bu hareket, basit sabotajlardan karmaşık istihbarat operasyonlarına kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösterdi. Özellikle ülkenin coğrafi yapısı – derin fiyortlar, sarp dağlar ve geniş ormanlar – direnişçilere doğal bir avantaj sağlıyordu.

Direniş hareketi zaman içinde daha organize hale geldi. İngiliz Özel Operasyonlar Yürütme Birimi (SOE) ile yakın işbirliği içinde çalışan Norveçli direnişçiler, Nazi işgal güçlerine karşı etkili operasyonlar düzenlemeye başladı. Belki de en ünlü operasyonları, Almanların ağır su üretim tesislerine düzenlenen sabotaj eylemiydi. Bu operasyon, Nazi Almanyası’nın nükleer programını ciddi şekilde sekteye uğrattı ve savaşın seyrini etkiledi.

Direnişçiler sadece düşmanla değil, zorlu doğa koşullarıyla da mücadele etmek zorundaydı. Kış aylarında -30 dereceye varan soğuklar, zorlu arazi koşulları ve sürekli takip altında olmanın getirdiği baskı, her gün hayatta kalma mücadelesini daha da zorlaştırıyordu. Ancak tüm bu zorluklara rağmen, Norveç direnişi Nazi işgaline karşı en etkili direniş hareketlerinden biri olmayı başardı.

İşgal yıllarında yaklaşık 40.000 Norveçli direniş hareketinde aktif rol aldı. Bunların yaklaşık 1.400’ü hayatını kaybetti, binlercesi toplama kamplarına gönderildi. Ancak direnişçiler sadece silahlı mücadele vermekle kalmadı; yeraltı gazeteleri çıkardılar, istihbarat topladılar ve Müttefik güçlere sürekli bilgi akışı sağladılar.

Oslo Çetesi (Oslogjengen), Norveç direniş hareketinin belki de en etkili ve profesyonel organizasyonuydu. Gunnar “Kjakan” Sonsteby’nin liderliğindeki bu grup, başkent Oslo’da Nazi işgal güçlerine karşı gerçekleştirdiği cesur ve karmaşık operasyonlarla tanındı. Grubun başarısının sırrı, üyelerinin sıradan vatandaşlar gibi görünebilme yeteneklerinde yatıyordu.

Çete üyeleri gündüz vakti normal işlerinde çalışan sıradan vatandaşlar gibi görünürken, geceleri Nazi işgal güçlerine karşı sabotaj eylemleri düzenliyorlardı. En önemli operasyonları arasında işgal güçlerinin kullandığı kimlik kartı basım merkezinin imha edilmesi, silah depolarının havaya uçurulması ve Nazi işbirlikçilerine yönelik suikastlar yer alıyordu.

Oslo Çetesi’nin en dikkat çekici özelliklerinden biri, neredeyse hiç kayıp vermeden operasyonlarını gerçekleştirebilmesiydi. Bu başarının arkasında Sonsteby’nin titiz planlama yeteneği ve grup üyelerinin olağanüstü disiplini yatıyordu. Her operasyon öncesi haftalarca süren keşif çalışmaları yapılır, en ince ayrıntısına kadar her şey planlanırdı.

Grubun faaliyetleri sadece silahlı eylemlerle sınırlı değildi. Oslo Çetesi, aynı zamanda Müttefik kuvvetler için hayati öneme sahip istihbarat bilgilerini de topluyordu. Özellikle Norveç’teki Alman deniz üslerinin hareketleri, troop deploymanları ve savunma sistemleri hakkında toplanan bilgiler, İngiliz bombardıman uçaklarının operasyonlarında kritik rol oynuyordu.

İşgalin son dönemlerinde Oslo Çetesi’nin faaliyetleri daha da yoğunlaştı. Grup, Nazilerin çekilirken gerçekleştirebileceği muhtemel yıkım planlarını engellemek için yoğun çaba sarf etti. Oslo’nun kritik altyapısının korunması ve şehrin minimal hasarla işgalden kurtulması, büyük ölçüde onların bu çabalarının sonucuydu.

Savaşın ardından Oslo Çetesi üyelerinin çoğu sessizce normal hayatlarına döndü. Bazıları yaşadıklarını hiç anlatmadı, bazıları ise ancak yıllar sonra deneyimlerini paylaşmaya başladı. Ancak onların cesareti ve fedakarlığı, Norveç’in özgürlük mücadelesinin en parlak sayfalarından birini oluşturmaya devam ediyor.

Gelelim anlatacağımız kahramanın gerçek hikayesine…

Soğuk bir Oslo sabahında, henüz 22 yaşındayken Nazi tanklarının şehrini işgal ettiğini gören genç muhasebeci Gunnar Sonsteby, o gün hayatının tamamen değişeceğini bilmiyordu. Rjukan’ın dağlık bölgesinde kayak tutkunluğuyla büyüyen bu genç adam, çenesinin belirginliği nedeniyle arkadaşları arasında “Kjakan” lakabıyla tanınıyordu. Kimse onun, Norveç’in en büyük direniş kahramanlarından biri olacağını tahmin edemezdi.

İşgalin ilk günlerinde, birçok Norveçli gibi Sonsteby de Nazi rejiminin geçici olacağını düşünüyordu. Ancak işgal kuvvetlerinin acımasızlığı ve ülkesinin özgürlüğünün giderek yok olması, onu harekete geçmeye zorladı. Başlangıçta küçük propaganda faaliyetleriyle başlayan direniş hayatı, kısa sürede çok daha tehlikeli ve karmaşık bir hal aldı. Oslo sokaklarında sıradan bir bisikletli gibi dolaşırken, aslında Nazi karargahlarını gözetliyor, istihbarat topluyordu.

Sonsteby’nin en dikkat çekici özelliği, sıradanlığının ardına gizlediği olağanüstü zekası ve soğukkanlılığıydı. Kırk farklı kimlikle yaşamayı başardı. Bir gün nazik bir ofis çalışanı, ertesi gün bir fabrika işçisi olabiliyordu. Bu yeteneği sayesinde Gestapo’nun tüm çabalarına rağmen bir kez bile yakalanmadı. Öyle ki, Naziler onu yakalamak için ödül posterleri hazırladığında, bu posterleri dağıtma görevini bizzat kendisi üstlenmişti ve su Defacto durum muhtemelen tarihteki en ironik direniş eylemlerinden biri.

“Oslo Çetesi” olarak bilinen direniş grubunun liderliğini yapan Sonsteby, savaş yıllarında katı bir disiplin uyguladı kendine. Alkol kullanmayı reddetti, romantik ilişkilerden uzak durdu. Tek odak noktası vardı: Norveç’in özgürlüğü. İngiliz Özel Operasyonlar Birimi (SOE) ile yakın çalışan Sonsteby, sayısız sabotaj eyleminin planlanmasında ve uygulanmasında kritik rol oynadı. En önemli operasyonlarından biri, Nazilerin kimlik kartı üretim merkezini imha etmesiydi; bu eylem, işgal güçlerinin kontrol sistemine ciddi bir darbe vurmuştu.

Savaşın ardından Sonsteby, çoğu direniş kahramanının aksine sessizliğe gömülmedi. Aksine, demokrasi ve özgürlüğün değerini gelecek nesillere aktarmayı hayatının misyonu haline getirdi. Binlerce gence konferanslar verdi, okullarda konuştu. Ancak savaş sırasındaki bazı operasyonların detaylarını ölene kadar kimseyle paylaşmadı. Belki de bu sırlar, özgürlük mücadelesinin karanlık yüzünün tanıkları olarak onunla birlikte gitti.

2012 yılında, 94 yaşında hayata gözlerini yuman Sonsteby, arkasında sadece sayısız madalya ve nişan değil, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin zamansız bir sembolünü de bıraktı. Oslo’nun merkezinde duran bronz heykeli, genç bir adamın bisikletiyle şehri turlarken çekilmiş bir fotoğrafından esinlenerek yapıldı. Bu heykel, sıradan görünen insanların olağanüstü işler başarabileceğinin sessiz bir tanığı olarak duruyor hala.

Sonsteby’nin hikayesi, bize kahramanlığın her zaman gösterişli olmadığını, bazen en büyük cesaretin sıradan görünebilme yeteneğinde gizli olduğunu hatırlatıyor. Günümüzde, özgürlük ve demokrasinin yeniden tehdit altında olduğu bir dünyada, onun hayat hikayesi her zamankinden daha fazla önem taşıyor. Çünkü Sonsteby’nin bize öğrettiği en önemli ders, özgürlüğün asla garanti olmadığı ve onu korumak için her zaman uyanık olmamız gerektiğiydi.

İşte bu tarihi kahramanın hikayesini, başarılı yönetmen John Andreas Andersen, Netflix için etkileyici bir drama olarak beyazperdeye taşıdı. Andersen, daha önce “The Quake” ve “The Burning Sea” gibi felaket filmleriyle tanınsa da “Nr. 24” ile tamamen farklı bir alana, tarihi drama janrına cesur bir adım attı.

Film, iki paralel zaman çizgisinde ilerliyor: Bir yanda genç Sonsteby’nin (Sjur Vatne Brean) savaş yıllarındaki direniş mücadelesi, diğer yanda yaşlı Sonsteby’nin (Erik Hivju) öğrencilere verdiği bir konferansta geçmişiyle yüzleşmesi. Bu anlatı yapısı, sadece bir savaş kahramanının hikayesini değil, aynı zamanda kahramanlığın ve direnişin ahlaki boyutlarını da sorguluyor.

Andersen, Sonsteby’nin hikayesini anlatırken gösterişli aksiyon sahnelerinden ziyade, karakterin sıradanlığının ardına gizlenen olağanüstü cesaretine odaklanmayı tercih ediyor. Film, bir yandan tarihi gerçeklere sadık kalırken, diğer yandan günümüz izleyicisini düşündürmeye ve Sonsteby’nin özgürlük mücadelesinin modern dünyada ne anlama geldiğini sorgulamaya davet ediyor.

Şimdi filme biraz daha yakından bakalım…

“Nr. 24”, Norveçli direniş savaşçısı Gunnar “Kjakan” Sonsteby’nin II. Dünya Savaşı sırasındaki gerçek hikayesini anlatan etkileyici bir dram. John Andreas Andersen’in yönettiği film, genç Sonsteby rolünde Sjur Vatne Brean ve yaşlı Sonsteby rolünde Erik Hivju’nun güçlü performanslarıyla dikkat çekiyor.

Film, iki farklı zaman diliminde ilerliyor: Günümüzde yaşlı Sonsteby’nin öğrencilere verdiği bir konferans ve II. Dünya Savaşı sırasındaki direniş faaliyetleri. Bu anlatı yapısı, kahramanlık ve savaşın ahlaki karmaşıklığını sorgulamak için etkili bir zemin hazırlıyor.

22 yaşındaki sıradan bir muhasebeci olan Sonsteby’nin, Norveç’in en çok aranan sabotajcılarından birine dönüşüm hikayesi, filmin ana eksenini oluşturuyor. Oslo’daki gizli direniş hareketini yöneten Sonstebyeby, hem Alman hem de Norveçli Nazi işbirlikçilerine karşı tehlikeli operasyonlar düzenliyor.

Film teknik açıdan da dikkat çekici özellikler taşıyor. 1940’ların sahneleri 35mm, modern sahneler ise 16mm filme çekilerek dönemlerin farklı atmosferleri başarıyla yansıtılmış. Kristoffer Lo’nun çağdaş müziğinin yanı sıra, özellikle Radiohead’in “Exit Music” parçasının kullanımı tartışmalı bulunsa da, hikayenin duygusal tonunu güçlendiriyor.

Sonsteby’nin karakteri, savaş sırasında kendine koyduğu katı kurallarla dikkat çekiyor. Özgürlük uğruna kadınlardan, alkolden ve hayatın tüm zevklerinden uzak duran bir karakter olarak resmediliyor. Bu fedakârlık teması, günümüz izleyicisi için özgürlüğün bedeli üzerine düşündürücü bir perspektif sunuyor.

Film, sadece bir savaş kahramanının hikayesini anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda savaş zamanında alınan zor kararların ahlaki boyutlarını da sorguluyor. Özellikle yaşlı Sonstebyeby’nin konferansta, geçmişte öldürdüğü kişilerin yakınlarıyla yüzleşmek zorunda kaldığı sahneler, filmin en güçlü anlarını oluşturuyor.

Prodüksiyon değerleri açısından film oldukça başarılı. Oslo sahnelerinin çoğu Litvanya’da çekilmiş olsa da dönem atmosferi inandırıcı bir şekilde inşa edilmiş. Pål Ulvik Rokseth’in görüntü yönetimi hem dönem sahnelerinde hem de modern zamanlarda etkileyici bir görsel dil yakalıyor.

Film, Sonsteby’nin kişisel yaşamına çok fazla odaklanmasa da onun kararlılığını ve özgürlük uğruna verdiği mücadeleyi etkili bir şekilde aktarıyor. Karakterin karizmatik bir kahraman olmak yerine, sıradan görünümlü ama olağanüstü işler başaran bir figür olarak çizilmesi, hikâyeyi daha gerçekçi kılıyor.

Günümüzde Avrupa’da yeniden savaş varken, film özellikle güncel bir anlam kazanıyor. Sonsteby’nin özgürlük ve demokrasi üzerine düşünceleri, modern dünyada bu değerlerin korunmasının önemi hakkında güçlü mesajlar taşıyor.

Modern sahnelerde öğrencilerin sorgulamaları, savaş zamanında yapılan eylemlerin ahlaki boyutunu tartışmaya açıyor. Film bu noktada, kahramanlık ve terör arasındaki ince çizgiyi ustaca işliyor.

Hikâye kronolojik olarak ilerlemek yerine, geçmiş ve şimdi arasında gidip gelerek anlatılıyor. Bu anlatı yapısı, bazen tempo sorunlarına yol açsa da genel olarak hikayenin duygusal etkisini güçlendiriyor.

Film, Sonsteby’nin çoklu kimlikler kullanarak Nazilerden kaçmasını ve direniş hareketini örgütlemesini etkileyici bir gerilimle aktarıyor. Ancak bu aksiyon sahneleri hiçbir zaman filmin insani boyutunu gölgelemiyor.

Savaş sırasında yapılan eylemlerin uzun vadeli etkileri, özellikle yaşlı Sonsteby’nin anılarıyla yüzleştiği sahnelerde etkili bir şekilde işleniyor. Film bu açıdan sadece bir savaş filmi değil, aynı zamanda bir hesaplaşma hikayesi olarak da öne çıkıyor.

Filmdeki yan karakterler, özellikle direniş hareketindeki diğer üyeler, hikayeye derinlik katıyor. Her karakterin kendi motivasyonları ve çatışmaları, savaş zamanında insanların karşılaştığı zorlu seçimleri yansıtıyor.

Film, Norveç’in savaş tarihinin önemli bir bölümünü anlatırken, evrensel temalar üzerinden modern izleyiciyle bağ kurmayı başarıyor. Özgürlük, fedakarlık ve ahlaki sorumluluk gibi konular, günümüz bağlamında da düşündürücü bir şekilde ele alınıyor.

Sonsteby’nin dönüşüm hikayesi, sıradan bir vatandaşın olağanüstü koşullarda nasıl bir direnişçiye dönüşebileceğini gösteriyor. Bu açıdan film, her bireyin özgürlük için mücadele potansiyeli taşıdığı mesajını veriyor.

Filmin sonunda, savaşın kazanılmasına rağmen, zafer kutlamalarının yerini daha derin bir düşünce alıyor. Sonsteby’nin öğrencilerle diyalogları, savaşın gerçek maliyetini ve barışın değerini vurguluyor.

Film, Norveç’in en çok madalya alan direniş savaşçısının hikayesini anlatırken, kahramanlık kavramını yeniden yorumluyor. Klasik bir savaş filmi olmaktan çok, özgürlük ve adalet uğruna verilen mücadelenin karmaşık doğası üzerine düşündürücü bir eser olarak öne çıkıyor.

Sonuç olarak Nr. 24, hem tarihi bir belge niteliği taşıyan hem de günümüz dünyasına güçlü mesajlar veren etkileyici bir film olarak değerlendirilebilir. Teknik başarısı, güçlü oyunculukları ve düşündürücü temalarıyla, sadece Norveç sineması için değil, dünya sineması için de önemli bir eser olarak kabul edilebilir.

Şimdi bir de kıssadan hisse çıkaralım…

Her ne kadar Nazi dönemi kadar olmasa da günümüz Türkiye’sinde dönemin Norveç’ine benzer sıkıntılar yaşanmakta. Acımasız bir diktatörlüğü anımsatan yönetim şekli, soykırım benzeri uygulamalar, rüşvet, hukuksuzluk, adam kayırmaca had safhada. Türkiye’nin tüm dikişleri atmış durumda.

Ve elbette bu günler bitecek.

Nr. 24 filmini izlerken, bizleri en çok düşündüren sahnelerden biri, yaşlı Sonsteby’nin öğrencilere verdiği konferansta, Nazi işbirlikçilerinin çocuklarıyla yüzleşmek zorunda kaldığı anlardı. Benzer bir hesaplaşmanın kapımızda olduğunu görmek zor değil. Bugünün gönüllü destekçilerinin, yandaş medya mensuplarının, hukuksuzluğa göz yumanların, sessiz kalanların ve aktif işbirlikçilerin çocukları da yarın bizimle aynı sıralarda oturacak. Onların gözlerinde göreceğimiz utancı ve acıyı şimdiden hissedebiliyoruz.

Bu film bize gösteriyor ki, tarihin karanlık sayfaları er ya da geç aydınlığa kavuşuyor. Norveç’te Quisling ve destekçilerinin sonunu okurken, geleceğin Türkiye’sinde yazılacak tarih kitaplarını da görür gibi oluyoruz. En çok da bugünün amansız AKP ve Erdoğan savunucularının çocuklarına acıyacağız. Çünkü onlar, tıpkı Nazi işbirlikçilerinin çocukları gibi, ailelerinin karanlık mirasıyla yüzleşmek zorunda kalacaklar.

Sonsteby’nin öğrettiği en önemli ders, özgürlük ve demokrasinin her an tetikte olmayı gerektirdiği. Bugün Türkiye’de yaşananlar da bize aynı dersi veriyor. Er ya da geç bu karanlık dönem sona erecek ve ardından büyük bir hesaplaşma gelecek. O gün geldiğinde, tıpkı “Nr. 24”te gördüğümüz gibi, bazıları kahramanlar olarak anılırken, bazıları tarihin çöp sepetindeki yerini alacak!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin