Niğde Yolunu Bildin mi Beyim?

YORUM | HAKAN ZAFER

Yine döndük dolaştık Abdullah Gül’ün gözümüzün önünden köstekli hipnoz saati gibi geçirildiği mecburiyet seanslarına geldik. Meğer ne kıtlık varmış. Koca ülkeye hakaret eder gibi sanki bir iki kişiye mecburmuşçasına seçeneksizlik, en büyük tercih sebebi haline gelmiş.

Meramım, siyasetin amentüsünden, kendini seçtirmeye mecbur bıraktıran “ayak kaydırmayı” yazmak değil. “Kötünün iyisi”, “ehven-i şer” gibi yumuşatıcıların, yama yeri bırakmayacak boyutta toplum karakterinin kumaşına verdiği zarardan sadece siyaset değil inanç etrafında toplanmış kesimlerin de nasibini alıyor olmasına üzülüyor insan.

Gerçek’ adam kıtlığı ve devamında gelen beklenti, bende ‘Kargo Kültünü’ çağrıştırıyor.

 

Kargo Kültü

2. Dünya Savaşı esnasında Amerika, Güney Pasifik adalarına uçaklara yakıt takviyesi yapmak için lojistik merkezleri kurar. Adaya gelen askerler, iniş kalkış için ağaçları keserek genişçe bir yol açarlar. Gece inişleri için sağlı sollu ışıklar yerleştirirler. Yerliler açısından beklenmedik bu durumu olağanüstü hale getiren, bir süre sonra içinden daha önce hiç görmedikleri yiyecek ve eşyaların çıktığı devasa gümüş kuşların inmesi olur.

Yerliler, gelen uçakları ve kargoları kurtarıcı görürler. Kargonun öne çıkan iki somut göstergesi, radyo ve konservedir. Konuşan bir kutu ve bir kutu içinde daha önce tatmadıkları yiyecekler. Bir de bunların gökten yağan şekli var. İniş yapmadan paraşütle atılan kargo kutuları, her zaman Amerikan askerlerine denk gelmez. Arada yerlilerin civarına düşünce “maneviyatları” had safhaya ulaşır.

Savaş sona erince adalar önemini kaybeder. Uçaklar gelmemeye başlar. Kabile reisleri toplanıp kafa yorarlar. Dev gümüş kuşların geliş sebebinin iniş kulesi, pist ve etrafındaki ışıklar olduğu kanısına varırlar. Derhal kendi yöntem ve malzemeleriyle sahte kule ve pist yapıp etrafına ateşler yakarak başlalar beklemeye. İhtiyaç duydukları eşyalarla dolu bir kargo uçağını adaya indirebilmek için ayin yapıp dans ederler. Şu güne dek yapılan ayinlere ve etraftaki sahte hava alanına kanıp gökten kutsal kargoyla inen devasa gümüş kuş olmasa da yerliler bekleyişi halâ bir ibadet olarak sürdürüyor.

***

Bilimsel gözüken ama bilimsel yöntemlerle elde edilmemiş sonuçlara, teknoloji ve toplumsal hazır bulunuşluluğa, Hristiyanlarda Mesih beklentisini anlamaya da kullanılan bu Sosyal Antropoloji kuramını anlatma sebebim, beklenti hali. Müslümanların bitmek bilmez kurtarıcı beklentilerini de aynı tondan yorumlamak kulağı tırmalamaz kanaatindeyim.

Bir yeri, konumu, liyakatsizlere emanet edince beklemek kaçınılmaz oluyor. İşgal ettiği yerden ayrılmak nedir bilmeyen kimseleri, yerlilerin kargo gelsin diye beklerken yaptıkları sahte uçuş kulesi, sahte pist ve ışıklarıyla, yerde dev gümüş kuşu çeksin diye yaptıkları sahte uçaklara benzetiyorum. Bu kadar sahteliğe rıza gösteren kimselerin nasibine de “beklemek” düşüyor maalesef.

Bekliyor ama değişmiyoruz. Değişime direnç gösterince eldeki birkaç alternatifi, garip bir refleksle mecburiyete çeviriyoruz. “Aman ekmeğinden etmeyelim”, “gördüğünden geri düşürmeyelim” türünden bize has merhameti ayarında tutamayınca, muhakeme adaletini yitiriyor, liyakati öldüren hastalıklı yaklaşımlara kapı aralıyoruz. Sosyal grupların merhametiyle, layığı olmadığı konumlarda tutunan kimseler, etrafındakilerin kendisine mecbur oldukları sahteliğini de canlı tutuyor. Bu canlılığı beslemenin ilk akla gelen yemleri, mutlak itaat istemek ve alternatiflerin üstesinden gelmek oluyor.

Alternatifsizlerin, yerlerini terk etmemesinin sebebi ve sonucuna dair iki vurgu yapmak isterim.

Etrafın hayra yormaya baştan razı olması, önemli sebeptir. Ne yapsan, fare ıslığı gibi “vardır bir bildiği mübarek” denilecek ve bu cümlenin hemen sonrasında her şey unutulacaksa, böylesine bir konforu terk ettirecek “hadi bana eyvallah” demek türünden erdemli davranışları neden sergilesin insan?

Önemli sonuç da, grup içinde birey olarak kendini ifade edebilen, yetenekli kimseler, dâhi bile olsa istenmeyene dönüşmesidir. Temel prensiplerine aykırı olduğu halde dindar toplulukların küskününün çokluğuna bir sebep olarak görebileceğimiz bu duruma rağmen uyum, her türlü liyakate tercih edilir. Beklenen uyum, beklenmedik bir sonuç doğuruyor; Lider yalnızlaşması. Yalnız liderle, yönettiği grup arasına konumlanan tampon bireyler, bu yalnızlığın kaymağı diyebileceğimiz rol kapma yarışına girerler. Çoğu zaman, grup, lider yerine bu tampon bireylere itaat eder hale gelir. Olan, “daha iyi” beklentisindeki gruba oluyor: Hep bekliyorlar.

Son Söz:

Bor’un pazarı kalktıysa ısrara gerek yok. Eşeğine güvenen Niğde yoluna düşer.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Toplumlar kendi baslarina,iradeleri ile degismezler. Hele sizin bahsettiginiz degisimler heeeep bir lider etrafinda gerceklesmistir. Beklenti evet caresizliktendir. Iradesizliktendir vs vs ama illaki kitleyi dogru veya yanlis pesinden surukleyecek bir lidere intiyac vardir kitleler icin. Durum analizinden cikmaz bu tespit, tarih boyunca heèeeep boyle suregelmistir de oradan biliriz…
    Bu liderlik bazen kivilcim cakar bazen uzun yillar sonmeyen bir ates…avamdir toplum, suruklemez suruklenir…
    O deve erkekti ama iste…

  2. Bende diyorumki meğer ne kıtlık varmış koca hizmette. Yazarlar açısından. Yazılarının anlaşılmadığına dair nazik ve pozitif bir çok eleştiriler yazıldı. Hakan bey burada hedef kitleye SARİH bir dil yerine neye hizmet ettiği bilinmeyen şu cümlelleri kurmaya devam ediyor aynen aşağıda yazılı olduğu gibi
    “Bilimsel gözüken ama bilimsel yöntemlerle elde edilmemiş sonuçlara, teknoloji ve toplumsal hazır bulunuşluluğa, Hristiyanlarda Mesih beklentisini anlamaya da kullanılan bu Sosyal Antropoloji kuramını anlatma sebebim, beklenti hali.”
    Tamamen yazara ait bu cümle ne kadar anlaşılır.
    Ben sizi Allaha havale ediyorum 4-5 senedir yaşanan felaketlere neden hiç çözüm üretilemediğini çok net anlayabiliyorum.

    • Bu yoruma geç de olsa katkıda bulunmak istedim. Herşeyden önce herkesin eleştirilebilmesi normal ve güzel. Ancak Hakikati Arayan Adam’ın yorumunda düzeltilmesi gereken birkaç husus var.
      1-Yapılan eleştiri kişiyi değil fikri yada ifadeyi hedef almalıdır. Hakan Zafer’in yazısında muğlaklık ve bazı ifadelerin anlaşılmasındaki zorluk eleştirilmeli ama kendisi hedef alınmamalıydı.
      2-Kullanılan dil olumlu ve düzeltici olmalı, uslup yıkıcı olmamalıydı.
      3-Birçoğumuzun gerçek adıyla yazmadığı bu ortamda bir yazarın muğlak yazısından yola çıkarak Hizmet’te adam kıtlığı olduğunu söylemek de aşırı bir yorum gibi görülüyor.
      Saygılarımla.

  3. Ceberrut yönetimlerde dediğimiz gibi hep bir kurtarıcı beklenmiş ve hâlâ da beklenmektedir. En küçük bir eleştiri analizini bile niçin yazıldığını anlamayanların çokluğu beni inanınız çok korkutuyor. İstiyorlar ki 3-5 yıllık zulüm hemen bitsin ve Hizmet eskisi gibi yine faal olsun. Bunun gerçekleşebilmesi için öncelikle Hizmetin siyasetten uzak durduğunu ve ne olursa olsun siyasi tartışmanın biz Hizmet gönüllülerinin vaktinin boşa harcanması olduğunu anlamamıza gerekiyor.

    Adam yokluğunda maalesef beklentisi karşılayacaklarını olmaması da bence bir imtihan şekli! Bakalım bizler gerçekten ne istediklerinizi bilebiliyor ve onu hak edebiliyor muyuz? Bütün mevzuu bu yani!!!???

  4. Yapilan yorumlara bakiyorum da bu kadar zulme susan kisi varken, simdi de dusuncelerini acikca ifade edip eksiklikleri elinden geldigince duzeltmeye calisan kisileri mi istemez olduk. Lutfen birakalim herkes konussun. Illa da begenmiyor muyuz ya da anlamiyor muyuz, o zaman bu “BEKLENTI HALI”nden siyrilalim ve daha iyisini yapalim.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin