YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
5 Aralık 1934 cumhuriyetin önemli bir dönüm noktasıydı. İkinci Meşrutiyet devrinde aktif olarak öne çıkan Türk kadın hareketi yıllarca siyasal hak talep etmiş ve 1930’da tanınan yerel seçimlere katılma hakkından sonra 5 Aralık 1934’te “milletvekili seçme ve milletvekili seçimlerine katılma” hakkına kavuşmuştu.
Kadınlara siyasal haklarının verilmesi genellikle Atatürk’ün bir jesti gibi görülse de bu sürecin önemli bir geçmişi bulunuyor. 1920’lerden itibaren konu gündeme gelmiş ancak iktidarın tepkisiyle sürekli ertelenmiş hatta bu talepleri dillendiren Nezihe Muhiddin gibi kadın hareketi öncüleri iktidarın hışmından kurtulamayarak tasfiye edilmişlerdi.
İlk Kadın Yazarlar
Osmanlı döneminde kadınlar, kadın öğretmen yetiştirmeye yönelik olarak Darülmuallimat’ın açılması ve Abdülhamit döneminde yeni açılan okullarla toplumda daha görünür hale geldiler. Kadın öğretmenler ilk mekteplerde ve kız rüştiyelerinde görev yapmaya başladıkları gibi kadın yazarların yazıları gazete ve dergilerde yayınlanmaya başladı.
Bu yazılarda başlangıçta “İslam kadını” vurgusu olsa da zamanla farklı talepler dile getirildiği gibi bir süre sonra “Türk kadını” vurgusu öne çıktı.
İlk zamanlarda kendi isimlerini kullanamayan kadın yazarlar, sonraları kendi adlarıyla yazılar kaleme aldılar. Ancak bu çevre, devlet adamlarının kızları ve akrabalarıyla sınırlı kaldığı gibi kadın hareketi de İstanbul ve Selanik’e hapsolmuş gibiydi.
Bu dönemin öne çıkan yazarları arasında Ahmet Cevdet Paşa’nın kızları Fatma Aliye ve Emine Semiye (Yularkıran) hanımlarla Osman Paşa’nın kızı Şair Nigâr Hanım gösterilebilir.
Akıl Hastanesinde Biten Bir Hayat
İkinci Meşrutiyet döneminde kadınlar cemiyet kurarak toplum hayatında etkili olmaya çalıştılar. Kadınlara yönelik yayınlanan dergilerin sayısı da sürekli arttı. Özellikle İttihat ve Terakki’ye destek veren kadın yazarlar öne çıktılar. Kadınlar 1914’de İnas Darülfünunun açılmasıyla da yükseköğretim imkânı elde ettiler.
Meşrutiyet dönemi kadın yazarları, kadınların sosyal hayata katılmaları, iş hayatında yer almaları, kadın erkek eşitsizliğinin ortadan kaldırılması gibi talepleri gündeme getirdiler.
Harp yıllarında da Kadın İşçi Taburlarıyla başlayan süreç, ülkenin işgale uğraması üzerine Halide Edip gibi kadın yazarların çalışmaları ve cepheye silah taşıyan veya düşmana karşı mücadele eden Satı Kadın, Kara Fatma gibi kadın kahramanlarla devam etti. Ayrıca kadın dernekleri de Millî Mücadeleye önemli katkılar yaptılar.
Cumhuriyetin ilk yıllarının önemli bir figürü ise Nezihe Muhiddin ve onun önderliğiyle kurulan Türk Kadınlar Birliği oldu.
Nezihe Muhiddin dayısının kızı Nakiye Hanım ve onun vasıtasıyla tanıdığı Fatma Aliye Hanım’dan etkilenmiş ve gittiği okuldaki eğitimi beğenmediğinden kendi kendini yetiştirmeyi tercih etmişti. Bu gayretlerinin semeresini de Maarif Nezareti’nin açtığı öğretmenlik sınavını kazanarak almış ve kız idadisinde öğretmenliğe başlamıştı.
Okullarda müdürlük yapan, müfettiş olarak denetimlerde bulunan Nezihe Muhiddin, Maarif Nezareti’ne raporlar hazırlayarak eğitimin iyileştirilmesi için önerilerde bulunmuş özellikle yerli malı kullanımını teşvik eden konferanslarıyla İstanbul’da büyük bir üne kavuşmuştu.
Ölümüne kadar 17 roman ve 300 kadar hikâye yazan Nezihe Hanım memleketin kurtuluşunun kadınların yükselmesiyle olacağını ileri sürüyor, bunun için de kadınların sosyal hayatla beraber siyasi hayatta da yer alması gerektiğini savunuyordu.
Bu düşünceden hareketle henüz CHP’nin “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adını taşıdığı bir dönemde 16 Haziran 1923’de Şukufe Nihal, Nimet Remide ve Latife Bekir’le birlikte Kadınlar Halk Fırkasını kurdu.
Fırkanın programında kadınların siyasi ve sosyal haklarının savunulacağı ve statüsünün yükselmesi için çalışılacağı belirtiliyor, “Anadolu’daki hemşirelerin” aydınlatılması için çalışmalar yapılarak cehalet ve taassupla mücadele edileceği vurgulanıyordu. Nihai hedef fırkanın kadın temsilcilerinin mecliste temsil edilmesiydi.
İçişleri Bakanlığı, bu modern yaklaşımlarına rağmen fırkanın kuruluş başvurusunu sekiz ay sonra “bazı esbab-ı mülahazat” gerekçesiyle onaylamadı. Gerekçenin içeriği ise hiçbir zaman öğrenilemedi. Ankara kendi inisiyatifi dışında gelişen bu teşebbüse sıcak bakmamış özellikle “fırka” isminin kullanılmasından rahatsız olmuş ve Kadınlar Halk Fırkası’nı yok etmeyi uygun görmüştü.
Türk Kadınlar Birliği
Nezihe Muhiddin ve arkadaşları buna rağmen mücadelelerinden vazgeçmediler ve bir yıl sonra bir dernek çatısı altında örgütlenerek Türk Kadınlar Birliği’ni kurdular. Dernek önceki teşebbüsten ders aldığından programına “siyasetle ilgisi olmadığını” belirten bir madde koymuş ve kimsesiz kadınlara yardım etmek, yerli malını teşvik etmek gibi sosyal faaliyetleri öne çıkarmıştı.
Buna rağmen Ankara’ya yine de yaranamamış olacak ki dönemin gazetelerinde memleketin çok önemli işleri varken kadınların siyasi haklarının gündeme getirilmesinin gereksiz olduğuna dair yazılar yayınlandı. Derneğin CHF’ye üye olmak için yaptığı başvuru da reddedildi.
Türk Kadınlar Birliği 1925’de İstanbul’da yenilenen milletvekili seçiminde Nezihe Muhiddin ve Halide Edib’i aday göstermek için harekete geçtiyse de yine başarılı olamadı.
Dönemin yandaş basınının temsilcisi Yunus Nadi Cumhuriyet’teki yazılarında bu taleplerle alay ederek “cins-i lâtifin Himaye-i Etfal gibi cemiyetlerde çalışmasını” savunurken Milli Savunma Bakanı Recep Bey (Peker) de “mademki Türk vatanı ile ve mukadderatı ile fiili olarak meşgul olmak dileğindesiniz, o halde bu fiili meşguliyetin başka bir şerefli cephesi vardır ki, sizi oraya davet ederim” sözleriyle kadınlara askerlik yapmaları önerisinde bulundu.
1927 seçimlerinde de “kadın haklarını savunan erkek mebus aday gösterilmesi” gündeme geldiyse de bu teşebbüsler rejimin Nezihe Muhittin’e tavır almasıyla sonuçlandı. İdare heyetinin seçiminde usulsüzlük yapıldığı ve dernek yönetiminde “yolsuzluklar” olduğu gerekçeleriyle soruşturmalar başlatıldı.
Soruşturmalar takipsizlikle sonuçlansa da “durumdan vazife çıkaran yargı” harekete geçti. Nezihe Hanım kurucusu olduğu dernekten “emniyetin müdahalesiyle” uzaklaştırıldı ve yargı sürecinden ancak 1929 affıyla kurtulabildi.
Nezihe Muhiddin 1930’da Fethi Bey’in Serbest Fırkasına katıldı. Ancak bu girişim de sonuçsuz kalacak, kadınların siyasi hayatta yer almaları için yıllarca mücadele eden Nezihe Hanım son şansını 1935 seçimlerinde “müstakil aday” olarak deneyecektir.
“İyi bir hatip ve karizmatik bir kişiliği olan” Nezihe Muhiddin bundan sonraki hayatını sosyal hayattan uzak bir şekilde geçirdi ve Taha Toros’a göre 1958’de bir akıl hastanesinde “yalnız ve unutulmuş durumda” vefat etti.
Tek parti rejimi Şirin Tekeli’nin ifadesiyle kadınları “araçsallaştırmış” ve “kontrol edemeyeceği” bu sembol kadına tahammül edememiş ve onu tasfiye ederek unutulmaya terk etmişti. Nezihe Muhiddin’in editörü olduğu dergide yazı yazanlar bile yıllarca kendisinden bahsetmediler.
Cumhuriyetin Rol Modelleri: Afet İnan ve Sabiha Gökçen
5 Aralık 1934’de Başbakan İsmet İnönü ve 131 arkadaşının teklifiyle gerçekleşen anayasa değişikliğiyle Nezihe Muhiddin ve Türk Kadınlar Birliği’nin yıllardır arzu ettiği kadınların milletvekili seçme ve seçilmelerine imkân veren düzenleme TBMM’de kabul edilerek yürüklüğe girdi.
1935 seçimlerinde de dönemin tek siyasal partisi olan CHP listelerinden on sekiz kadın milletvekili TBMM’de yer aldı.
Türk Kadınlar Birliği, seçimlerden bir ay sonra İstanbul’da 12. Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresine ev sahipliği yaptı. Bu büyük organizasyona dünyanın 32 ülkesinden temsilciler katıldılar.
Kongrede yer alan ülkelerin temsilcileri kadın hakları alanındaki gelişmelerden dolayı Atatürk’e ve Türk Devrimi’ne duydukları hayranlıklarını dile getiren konuşmalar yaptılar. Ayrıca Kongre tarafından Atatürk’e “Uluslararası On ikinci Kadınlar Kongresi size gösterdiğiniz teveccühten dolayı en samimi teşekkürleri ve Türk kadınlığına bahşettiğiniz serbesti için sevincini arz eder” şeklinde bir telgraf gönderildi.
Kongrede öne çıkan tema Avrupa’daki savaş rüzgârlarının etkisiyle “barış ve silahsızlanma” oldu. Ancak gerek kongrenin teması gerekse derneğin tam kontrol edilemeyeceği düşüncesi Türk Kadınlar Birliği’nin yeniden hedef alınmasına yol açtı. Bu dönem artık Türkiye’nin tamamen bir “Tek Parti rejimine dönüştüğü” yıllardı.
Bu tür rejimlerde en küçük bağımsız hareketlere bile tahammül olmadığından Türk Kadınlar Birliği kendi kendini feshetti. Fesih gerekçesi kadınların siyasi haklarına kavuşmuş olmasıydı.
Cumhuriyet rejimi rol model olarak Halide Edip ve Nezihe Muhiddin gibi kadınlar yerine Sabiha Gökçen ve Afet İnan’ı tercih etti. Gökçen ve İnan’ın ortak özelliği Atatürk’ün manevi kızları olarak devrim ideolojisine uygun bir şekilde yetiştirilmeleri yani “cumhuriyet çocuğu” olmalarıydı.
“Askerî” bir kahraman olarak öne çıkarılan Gökçen, henüz kadınların askeri okullara kabul edilmediği bir dönemde ilk kadın pilot olarak “askerî rol model” oldu. Ancak katıldığı tek askerî operasyon Dersim Harekatı’nda köylerin bombalanmasıydı. Bu yönüyle Sabiha Gökçen “iç düşmanlara korku salan bir figürdü”.
Afet İnan ise “bilim insanı” olarak daha farklı bir rol modeldi. İnan, Atatürk’ün ve Türk Tarih Kurumu’nun desteğiyle İsviçre’de tarih alanında lisans ve doktora eğitimi yaptı. Kendisini Atatürk’ün ortaya koyduğu Türk Tarih Tezi’ne adayarak Anadolu’da kafatası ölçümleri yapılmasına öncülük etti.
Türkiye’de kadınların bakan olabilmeleri için uzun süre beklemeleri gerekti. İlk kadın bakan 12 Mart darbesi döneminde 1. Nihat Erim Hükümeti’nde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na dışarıdan atanan Prof. Türkan Akyol (1971) olurken milletvekilliyken bakan olarak atanan ilk kadın ise 2. Özal Hükümeti’nde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını üstlenen İmren Aykut (1987) oldu.
“Mağdur” Merve Kavakçı’dan “Mağrur” Kavakçı ve Sayan’lara
1980’lerde Türkiye’de kadın hareketleri iki ayrı kategoride öne çıktı. Bir tarafta “feminist hareket” kitap ve dergiler aracılığıyla gelişirken diğer taraftan başörtülü genç kızların üniversitelerde öğrenim görmesi kamuoyunu yıllarca meşgul etti.
“Başörtüsü tartışmaları” seküler kesimin ölçüsüz tepkileriyle büyük bir rejim krizine dönüşürken “irticaya karşı yapıldığı iddia edilen” 28 Şubat postmodern darbesinin en önemli gerekçelerinden birisi oldu.
1999’da Başbakan Bülent Ecevit’in de aynı rüzgârın etkisiyle meclise başörtüsüyle gelen Fazilet Partisi milletvekili Merve Kavakçı’ya “haddinin bildirilmesini” istemesi, laik kesimin psikolojisini yansıtması yönüyle önemli bir örnekti.
Türkiye on yıllarca süren gereksiz tartışmalardan sonra “başörtüsü krizlerini” geride bıraktı. 1934’de siyasi haklarını elde eden Türk kadınları artık “başörtüsüyle” memur, polis, subay hatta milletvekili ve bakan olabiliyorlar.
Buna karşılık “başörtüsü krizleriyle” gücüne güç katan AKP’nin sembol isimlerine bakıldığında her otoriter rejimde olduğu gibi “sadık hizmetkâr” başörtülü kadınları rol model olarak öne çıkardığı görülüyor.
1999’da Ecevit’in hakaretine maruz kalan ve sonrasında Türk vatandaşlığından çıkarılan Merve Kavakçı ve ailesinin kayıtsız şartsız otoritenin yanında yer alması sayesinde “hızlı yükselişi” baş döndürüyor.
Yine bir süre Aile Bakanlığı da yapan Fatma Betül Sayan Kaya ve kardeşlerinin devlette “kadro elde etmede gösterdikleri üstün başarılar” göz kamaştırıyor ve sadakatin karşılığının nasıl alındığını ortaya koyuyor.
Halime Gülsu ve Hapisteki Anneler
Cumhuriyet rejimi kontrol edemeyeceğini düşündüğü Türk Kadınlar Birliği’ni ve onun lideri Nezihe Muhiddin’i tasfiye ederek yerlerine Sabiha Gökçen ve Afet İnan gibi rol modelleri uygun görmüştü.
Bugünün iktidarı da Türk toplumuna rol model olarak “başörtüsü mağduru” kontenjanından Kavakçı ve Sayan gibi rol modeller gösteriyor. Artık mağdur yerine “muktedir” olan bu rol modellerin de Türkiye’de yaşanan acı ve ıstıraplara tamamen sırtlarını döndükleri anlaşılıyor.
Bugün hapishanelerde “aidiyet, iltisak, irtibat” gibi hukuken hiçbir karşılığı olmayan suçlamalarla binlerce başörtülü kadın ve küçük bebek var. Ancak AKP’nin rol modellerine göre bu dramlar hiçbir şey ifade etmiyor.
Örneğin Mersin’de “içliköfte yapıp satarak HKH’lı ailelere yardımcı olmak” suçlamasıyla tutuklanan, hapishanede ilaçları verilmediği ve hastaneye sevk edilmediği için hayatını kaybeden Halime Gülsu gibi acı örnekler hiçbir zaman gündem olmuyor.
AKP’nin sürekli kullandığı “başörtülü bacılarımız” ifadesininse sadece kendi taraftarlarını kapsadığı ve bundan sonra da bu şekilde devam edeceği anlaşılıyor ve iktidarın nimetlerinin vicdanları taşlaştırdığı acı gerçeği bir kez daha karşımıza çıkıyor.
Seçilmiş Kaynakça: Y. Zihnioğlu, Kadınsız İnkılap, Metis, İstanbul, 2003; Z. Toprak, “Türkiye’de Siyaset ve Kadın”, İÜ Kadın Araştırmaları Dergisi, S. 2, 1994; N. Özkan, Nezihe Muhiddin ve Türk Yolu Dergisi, İÜ SBE yüksek lisans tezi, 2017; M. Dişbudak, Türk Kadınlar Birliği, DEÜ AİİTE yüksek lisans tezi, İzmir, 2008; S. Taşdemir, “Türk Modernleşmesinde Örnek Bir Model Sabiha Gökçen”, Türk Hava Kuvvetlerinin Yüzüncü Yılı Uluslararası Tarih Sempozyumu, 2011; http://adana.mazlumder.org/tr/main/yayinlar/yurt-ici-raporlar/3/halime-gulsu-raporu/1199 (2.12.2019).
kadinlara butun haklari cumhurit in ilk yillarinda verildigide hikayeymis. uzun olsada akiciydi elinize saglik hocam