HABER-YORUM | AHMET DÖNMEZ
Türkiye’de yargıya darbe yapılarak üzeri kapatılan 17 Aralık dosyası globalleştikçe içerisindeki utanç da bütün dünyanın gözleri önüne seriliyor. Artık New York Times, Washington Post, The Guardian gibi gazeteler dosyanın içeriğini didikleyip rezaleti küreselleştiriyor. Özellikle New York Times’ın Zarrab davasının ucunun Erdoğan’a uzanabileceğini yazması, birilerinin neden geceleri uykusuz kaldığını gayet iyi anlatıyor. 14 Ekim tarihli yazıda, iddianameye yansıyan bazı ses kayıtlarında, sanık konumundaki kişilerin Erdoğan’la toplantılar yaptıklarına işaret ediliyordu. Suçlamaya konu işlemlerin de bu toplantılar neticesinde bizzat onun emriyle yapıldığına yer veriliyordu.
Bahse mevzu toplantılardan biri, 2 Ekim 2013 tarihinde yapılmıştı. Neler konuşulduğunu ise dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile dönemin Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın bir gün sonraki konuşmasından öğrenmiştik. 3 Ekim saat 19.48’de Aslan’ı arayan Çağlayan, toplantıda çıkan kararı şöyle aktarıyordu: “Dün akşam da 2 saat toplantı yaptık Sayın Başbakan’la İstanbul’da… Ben kendisine durumu anlattım, onların baskılarını, işte bu transit hadisesini felan… ‘Hiçbir şekilde orda gevşeme olmasın’ dedi.”
Bu görüşmenin içeriğine daha detaylı bir şekilde değineceğim. Fakat o konuşmanın hangi şartlarda yapıldığına, toplantının önemine, öncesi ve sonrasına iyi bakmak gerek.
Reza Zarrab’ın İran’ın yurtdışındaki paralarını Türkiye üzerinden altına çevirip Tahran’a götürmesi, başta Amerika olmak üzere uluslararası finans aktörlerinin dikkatini çekmişti. 2013 başlarından itibaren Ankara’ya baskı gelmeye başlamıştı. Zaman zaman sertleşen uyarıların ilk derece muhatabı, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’dı. Zafer Çağlayan’la yaptıkları toplantılar neticesinde Aslan yeni bir formül bulacaktı. Altın yerine ambargo kapsamında olmayan transit gıda ve ilaç ticareti ile bu paralar döndürülecekti. Fakat gerçekte böyle bir ihracat yapılmayacak, sahte evraklarla hayali ticaret gerçekleştirilecekti. Bunu da bizzat Aslan, Zarrab’a tavsiye edecekti. Sonrasında Reza’nın ofisi sahte gümrük mühürleri ile milyarlarca dolarlık kaçakçılığa imza atacaktı.
AMAÇ TÜRKİYE’NİN MENFAATİ Mİ AKP’NİN SEÇİM ZAFERİ Mİ?
Eski sistemde 2012 yılı başından itibaren altın ihracatı tavan yapmıştı. Artık düşüşe geçecekti. İhracat rakamlarının düşmesi ve cari açığın giderek büyümesi nedeniyle AKP hükümeti de kara kara düşünmeye başlamıştı. Seçimler yaklaşıyordu. 1 yıl sonra yerel seçimler, ondan 4,5 ay sonra da Cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. Bu nedenle toplantı üstüne toplantı yapılıyor ve ihracat rakamlarının tekrar yükseltilmesi için kafa patlatılıyordu.
Eylül 2013’e gelindiğinde Erdoğan’ın talimatları ile tekrar altın ticaretine yönelme kararı alındı. Reza Zarrab’a yeni görevler tevdi edildi. Yıl sonuna kadarki 3 ay içerisinde 3 milyar dolarlık altın ihracatı hedefi konuldu. Sonrasında Reza bazı görüşmelerinde bu rakamı 4 milyar dolar olarak telaffuz edecekti.
Kollar sıvandı. Sistem şöyle işleyecekti: Reza Zarrab, paravan şirketleri adına Halkbank’ta hesaplar açacaktı. İran’ın Çin’deki bütün paraları ve kendisinin farklı yerlerdeki paralarını Halkbank’taki bu hesaplara aktaracaktı. Banka, bu paralarla alınacak altından da masraf kesmeyecekti. Yani Reza’ya her türlü avantaj sağlanacaktı. Oluşturulan bu döngü sayesinde Türkiye’nin ihracat rakamlarının artırılması hedefleniyordu. 17 Aralık’tan sonra Reza boşuna, “Türkiye’nin cari açığının yüzde 15’ini ben kapattım” demeyecekti yani.
ERDOĞAN’IN TALİMATI VAR: YAPIN BU İŞİ!
10 Eylül 2013 tarihinde Çağlayan ile Reza Zarrab Conrad Otel’de buluşup bir görüşme yaptı. 2 gün sonra Süleyman Aslan, Başbakan Erdoğan’la Haliç Kongre Merkezi’nde bir araya geldi. Bu trafiğin ne anlama geldiği, aynı günün akşamında Reza Zarrab ile sağ kolu Abdullah Happani arasındaki telefon konuşmasından anlaşılacaktı. Reza, Happani’ye, “Sen bu altın işini formülüze et, düşün. Çin üzerinden tamam mı… Ben geldiğimde pazartesi konuşayım. Çünkü Başbakan çağırmış konuşmuş şeyle (Süleyman Aslan’la), talimatlar vermiş. Ben geldiğimde Süleyman’la konuşup döneceğim.” dedi.
16 Eylül’de Süleyman Aslan ile Reza Zarrab arasında geçen telefon konuşması, ‘talimatın’ içeriğini özetleyecek mahiyetteydi. Yaşanan diyalog şöyleydi:
‘Aslan: Geçen hafta sizinle konuştuktan sonra yaptık görüşmemizi… talepleri o yani; geçen sene 11 milyar dolar altın ihraç etmişler
Zarrab: Onu yapın diyorlar yine, değil mi
Aslan: Yani bi şey koyun, yani yöntem nasıl olur ama yardımcı olun, yapın bu işi diyorlar.’
Yani bu operasyonu bizzat Erdoğan istemiş ve teşvik etmişti. Hepsi onun bilgisi ile oluyordu. Ertesi gün Reza Zarrab, Süleyman Aslan’la yüz yüze bir görüşme gerçekleştirdi. Oradan çıkar çıkmaz Abdullah Happani’yi arayıp Halkbank’taki paravan şirket hesaplarına Çin’den gelen bütün parayla altın alması talimatını verdi.
Reza, 2 gün sonra Happani’ye “Yıl sonunda 3 milyarı bulmamız lazım, 3 milyar dolar… Bir şeklini bul hallet” dedi. Çünkü Ankara’dan sıkıştırıyorlardı. Erdoğan öyle istiyordu.
Aynı gün Zarrab’ın iki adamı Happani ile Rüçhan Bayar arasındaki telefon görüşmesi ilginçti. Bayar, “Ya özel görev mi verildi şimdi abi? Yani yapamıyoruz dersek ne olur, çok mu sıkıntı olur sence desek yani?” diye soruyor, Happani ise “Demez demez. İlla ki satın diyor” cevabını veriyordu. Çünkü emir büyük yerdendi.
ZARRAB: SAYIN BAŞBAKAN’A SÖZ VERDİM
Yine aynı gün… Başbakanlık’taki bir toplantıdan çıkar çıkmaz Zarrab’ı arayan Süleyman Aslan, işlerin hedeflendiği gibi gidip gitmediğini soruyordu. Reza’nın cevabı önemli: “Dün biliyorsunuz, yemekte misafirlerimiz vardı. Konuştuk sayın bakanlarımla. Hatta üç bakanımız teşrif ettiler. Yani detayları enine boyuna konuştuk. O kadar ihtiyacımız var ki, yani inanın sabahtan beri oturdum bütün ekibi topladım, sadece bu 4 Milyar dolar hedefine koşmak için elimizden geleni yapmamız lazım… Çünkü Sayın Başbakan’a söz verdim.”
Bu konuşmadan yarım saat sonra yeniden Happani’yi arayan Reza, “Ya 2 milyar bile etsek önemli, anladın mı… Başbakan’ın nezdinde benim için önemli. Çünkü direk yanına gideceğim. Sen bir yapmaya çalış.” diye üsteledi.
Yine de bu hedefe ulaşmak öyle kolay değildi. Tamamen kâğıt üzerinde altın-para döngüsü kurulmasına rağmen 3 ayda 3-4 milyar dolar çevirmek zordu. Ama Erdoğan sıkıştırıyordu.
Artık bütün Türkiye’nin bildiği, Amerikan medyasının ise yeni yeni değindiği süreç bu şekilde ilerliyordu. NYT’nin bahsettiği 2 Ekim tarihli toplantıya işte böyle gelindi. Erdoğan, o gün akşam saatlerinde İstanbul’da ekonomi kurmayları ile bir araya gelecekti. Bu nedenle Zafer Çağlayan’ın önden Zarrab’la buluşup son rakamları alması gerekiyordu. Makam arabasında görüşeceklerdi. Reza da Ekonomi Bakanı’nın aracına binmeden önce Happani’yi arayıp “Sence yıl sonu ne kadara ulaşır?” diye sordu. Happani ümitsizdi. “Abi bir, birbuçuk benim tahminim. Yani sen 3 söz vermişsin ama olmaz” dedi.
ERDOĞAN’DAN REZA’YA: BU İŞTE GEVŞEME OLMASIN!
Çağlayan, bu rakamlarla akşamki toplantıya katıldı. Ertesi gün Süleyman Aslan’ı aradı. Yazının girişinde bir kısmını paylaştığım konuşma işte buydu. İşler iyiye gitmiyordu. Ekonomide alarm zilleri çalıyordu. Çağlayan, “Valla Süleyman, sana şöyle söyleyim; En az 3-4 milyar dolar ihracata ihtiyaç var. Türkiye’nin şu anda yani rakamlar iyi gitmiyor. Çünkü daha şimdi açıklandı, dün akşam da 2 saat toplantı yaptık Sayın Başbakan’la İstanbul’da. Ben kendisine durumu anlattım. Onların baskılarını, işte bu transit hadisesini felan… ‘Hiç bir şekilde orda gevşeme olmasın’ dedi. Çünkü neticede bizim dış ticaret rakamlarımız negatife döndü mü Türkiye’nin faiz… En iyi bilen sensin. Onun için o konuda hiç tavizimiz olmasın.” ifadelerini kullandı.
Tayyip Erdoğan, Reza Zarrab organizasyonu ile yapılan transit ticareti de altın ihracatını da çok iyi biliyor, yakından takip ediyor ve gevşeme olmaması için bastırıyordu. 30 Mart yerel seçimlerine yaklaşık 5 ay kalmıştı. Bunun için tabiri caizse Reza’nın ensesinde boza pişiriyordu.
Bu dönem, ABD baskısının iyice arttığı, Süleyman Aslan’ın bu baskılardan bunaldığı, tedirgin olduğu ama gerek Zarrab’dan gelen ‘ateşlemeler’ (Reza, ayakkabı kutuları içerisinde para göndereceği zaman adamlarına ‘Bir ateşleme yapın’ diyordu) gerekse de Ankara’da dönemin başbakanından gelen ‘ateşlemeler’ nedeniyle amok koşusuna devam ettiği bir dönemdi. Zafer Çağlayan’a, “Bayağı üzerimize baskı geliyor Sayın Bakanım” diye dert yanıyordu. Çağlayan ne cevap veriyordu biliyor musunuz? Aynen şöyle: “Gelirler gelirler… ama onu tabi Başbakan’ın talimatı o yönde”
AMERİKALILAR İÇİN EĞLENCELİ, BİZİM İÇİN DEĞİL
New York Times’ın söz konusu haber için görüşlerine başvurduğu ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman, “Eminim ki Erdoğan şu anda bu duruşmayla ilgili çok endişeli. Zira iki sanıkta da ona çok zarar verebilecek bilgiler var.” diyor.
Amerikalılar için oldukça renkli bir süreç başlıyor anlaşılan. Dayağı yiyen biz Türkler için pek öyle eğlenceli olmadı. Bu gerçekleri ortaya çıkaran polisler 3 yıldır cezaevinde. Rüşveti yazan çizen gazeteciler ya tutuklu ya sürgünde… Hesap sorulmasını isteyen veya en azından Erdoğan’ın bu günahına ortak olmak istemeyen insanlarsa ağır bedeller ve tarifsiz işkenceler altında izliyor gelişmeleri…
yine iyi bir araştırmacı gazetecilik örneği ve yine Ahmet Dönmez.
Teşekkürler..