YORUM | YUSUF ÜNAL
Nasreddin Hoca’nın ekinlerine yaban eşekleri girmiş. Yediklerini yiyip yemediklerini ezip gitmişler. Hoca durumu gördüğünde vaziyeti anlamış. Eşekler az ötede geviş getirmekteymiş. Hoca, bir onlara bir kendine bakmış ve oralarda rastladığı oğluna bağırıp çağırmaya, ona vurmaya başlamış. Oğlu, baba benim suçum ne ki bana vuruyorsun deyince Hoca, ne yapayım oğlum demiş soluklanırken, eşekler hem kalabalık hem benden güçlü. Sana nasıl olsa gücüm yeter. Hem seni dövdüm diye kimse bana hesap sormaz.
Benzerleri var mı bilmiyorum fakat bu fıkrayı ilk defa duyduğunuza eminim. Çünkü bunu bizzat ben, az evvel uydurdum. Sözü hafta sonu Beşiktaş tribünlerinden yükselen slogana getireceğim.
Çarşı’sıyla karşısıyla Türkiye’de mülteci istemiyorlarmış. Bir de, Mustafa Kemal’in askerleriymişler. Daha Altındağ’da yaşanan utanç verici eylemlerin ve Bolu Belediyesi’nin mültecilere su bile vermemeyi karara bağlamasının dumanı dağılmamışken yükseldi bu sesler.
Düzensiz ve kayıtsız mültecilerin sorumsuz ve serazat davranışları, dağdan gelip bağdakini kovmaya kalkışmaları, misafirmiş gibi değil de ev sahibiymiş gibi davranmaları toplumun haklı tepkisini çoğaltıyor. İşsiz-güçsüz, parasız-pulsuz, evsiz-barksız onlarca gencin bir yerde bulunması dünyanın her yerinde hesap edilemeyecek problemlere gebedir. Asker ocağında erata ot yoldurmak, taş taşıtmak gibi işlerin icat edilmesi bu yüzdendir. Almanların işçi beklerken karşılarında insan bulmaları gibi bir durum şimdi söz konusu olan. Mülteci beklerken insan doldu ülkemize, bütün problemleriyle insan…
Medeni devletleri bedevi olanlarından ayırt eden, o insan problemlerini hesaba katarak ona göre tedbir almalarıdır. Bizim ülkemizde maalesef devlet, özellikle mültecilik mevzuunda inisiyatifini kaybetmiş, ipleri elinden kaçırmıştır. Bilemiyorum, belki de bunu bilerek yapmıştır. Zira uzun süredir kaos ve kargaşadan beslenen bir yönetim anlayışıyla yönetiliyor ülkemiz. Sınırlarımız yolgeçen hanı gibi, kimin girip kimin çıktığı belli değil. Mültecilerin sebep olduğu asayiş sorunları giderek çoğalıyor. İşsizlik ve enflasyonun artık hesap bile edilemediği bir devirde bir de sığınmacıların ucuz iş gücü ve yüksek ücretli kiracı olarak devreye girmesi tansiyonu iyice yükseltiyor.
Normalde devlet böyle zamanlar için vardır. O tansiyonu ayarlamak, biriken öfkeyi dindirmek için. Bizim yönetimimiz bunu yapmadığı gibi yangına körükle gidiyor. Gidiyor çünkü mültecilerin hem etinden hem sütünden faydalanıyor. Gerektiğinde istihbarat elemanı, gerektiğinde militan, gerektiğinde seçmen, gerektiğinde ucuz iş gücü onlar. Mazlumların hamisi olma efelenmesi fırsatı sunması da cabası. Mülteciler için yaptıkları harcamaları, kendi ceplerinden yapıyormuş gibi kasıla kasıla sayıp döküyorlar baksanıza. Nasıl olsa peşini takip edip hesabını soracak muhalefet de gazete de yok. Öte yandan Avrupa’ya karşı bir şantaj unsuru mülteciler. Köşeye sıkıştıklarında, “kapıları açarız baak”, deyiveriyorlar. Pinpon topu gibi bir o köşeye bir bu köşeye atıyorlar mültecileri. İşlerine gelince muhacir kardeş oluyorlar, işlerine gelmeyince “beslemeye mecbur muyuz” deyiveriyorlar.
Toplumdaki rahatsızlıkları anlıyorum. Türkiye’deyken o tür davranışlar gördüğümde ben de rahatsız oluyordum, yine olurum. Ancak bundan dolayı mültecileri suçlamayı pek düşünmedim. Bunun doğru ve işe yarar olduğunu sanmıyorum. Bakın kısa süre önce iflas bayrağı çeken, işsizliği rekor kıran 10 milyon nüfuslu Yunanistan’da üç milyona yakın göçmen olduğu sanılıyor. Üstelik çoğunun ne dinleri ne tarihleri ne milletleri Yunanlılarla aynı. Orada bırakın mültecilerin böyle toptan ötekileştirilmesini, aşağılanmasını, linç edilmesini; mülteci hakları için yürüyüşler yapılıyor. Tamam, orada da sorunlar var, özellikle son yıllarda hükümetin tutumu kaygı verici. Gelgelelim halkın kitlesel bir tepkisi, hışmı yok. Bizzat kendi ailem ve pek çok arkadaşım Atina’da aylarca yaşadı. Mültecilere karşı toplu hiçbir olumsuz davranışa rastlamadık. Hal böyleyken Türkiye’deki bu kitlesel hıncı anlamlandırmak bana güç geliyor.
Aslında güç gelmiyor da gücüme gidiyor. Aklım da vicdanım da mültecilerin hedef olmaktan çıkarılması gerektiğini söylüyor bana. Eleştirileri, mülteci alımlarını düzenlemesi gerekenlere yöneltmeyi, gerekli önlemleri almayanların, dahası, insanların yurtlarını yuvalarını bozanların üstüne gitmeyi. Baştaki fıkrayı nazara alırsak, yaban eşeklerini kovmayı tarlamızdan. Diyeceksiniz ki, karşımızda muhatap mı var? Hem olsalar bile onlara gücümüz mü yeter!
Haklısınız, gerçek sorumlularla yüzleşmek zor, hesaplaşmak neredeyse imkânsız… O yüzden ömrümüz başkaları yerine fırça yemek, azar işitmekle geçmiştir. Hatırlarsınız; okula giderdik, bayrak törenlerinde devamsızlık yaptığımız, sigara içtiğimiz, okuldan kaçtığımız için fırça yerdik. Ama devamsızlık yapan biz değildik, sigara içmediğimiz gibi okuldan da kaçmazdık. Gelgelelim biz her zaman müdürün elinin altındaydık. Bize ulaşması, bize hükmetmesi kolaydı. Nasreddin Hocanın fıkradaki oğlu gibiydik biz. Şimdi mülteciler öyle.
Vakıa, hükümetten kimse ortada bir sorun olduğunu kabul etmiyor. Şu durumda hükümeti zorlaması, onu denetlemesi gereken muhalefete bu işi yapması için demokratik baskılar yapmak en doğru tavır gibi görünüyor. Bolu Belediyesi, önce partilerin su faturalarına on kat zam yapmalı mesela bu problemi çözemedikleri için. Beşiktaş taraftarı, mülteci istemiyoruz diye bağırmak yerine, Mehmetçik hiç de işinin olmadığı yerlere gönderilirken de, savaş tamtamları çalınırken de, komşu ülkelerin iç işlerine karışılırken de sesini yükseltmeli. Baskı, tek tek fertlere ve ötekileştirilen kitlelere değil, siyasi sorumluluk sahiplerine yapılmalı.
Denilecektir ki; yazar efendi; on binlerden, yüz binlerden söz etsen dediğin haydi yapılabilir de; burada 5, belki 10 milyon insandan söz ediyoruz. Kim, nasıl planlayabilir onların yeni hayatını! Bir kere daha haklısınız. Ama ben de haklıyım. Şu durumda mültecileri taşlayarak, onların aleyhinde sloganlar atarak da kimse bu sorunu çözemez. Meselenin kaynağına inmeli. Muhtemelen sorunu o zaman da çözemeyeceğiz ama pekâlâ anlayabiliriz.
Anladığımızda şunu göreceğiz: Bu göçmenlik sorununun en büyük mağduru bizzat göçmenlerdir. Dünya kamuoyu, mültecilerin önünü kesmeye çalıştığı kadar, ülkelerin istikrarı için gayret göstermedikçe ne kaçak ve düzensiz geçişlerin, ne kitlesel sürtüşmelerin önü alınabilir. Nasreddin Hoca, ekinlerini çiğneyen yaban eşekleri yerine eline ilk geçirdiği savunmasızlardan hıncını almaya devam eder.
Fıkra güzel de eşekler geviş getirmez, bunu dikkate alarak anlatmakta fayda var sanırım.