YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
George Floyd’un hunharca, herkesin gözleri önünde, orantısız güç kullanan polislerce sokak ortasında öldürülmesinden sonra ortaya çıkan olaylar, kontrolden çıkan bir orman yangını gibi tüm Birleşik Devletler’i sardı. Floyd, yerde yüzüstü, elleri arkadan kelepçeli yatarken, onun boynuna, beline ve bacaklarına dizleriyle basan, vücut ağırlıklarıyla onun boğularak ölmesine neden olan polisler, görevden alındılar. Şimdi üçüncü derece cinayetten yargılanacaklar.
ABD başkanı Donald Trump ise, ülkesindeki haklı protestolarla o protestolar arasına karışan yağmacıları bilinçli olarak ayırmayıp, hepsini bir potaya atarak, “Nefes Alamıyorum” tepkisini gayrı meşru bir zemine çekiyor. Elinde olan federal güçleri göstericilerin üzerine sürüyor, yaşanan dramın bu protesto hareketinin ortaya çıkmasındaki rolünü göz ardı ederek, bilgelikten uzak, kısa vadeli seçim taktiklerine yatkın bir tutum sergiliyor. Bunu yaparken, Beyaz Saray’ın karşısındaki bir kilisenin önüne gidip elindeki İncil’i sallayarak, meseleyi ABD iç politikasındaki beyaz, Anglosakson, Protestan perspektifinden, adeta bir zaman makinesiyle, 1960’lı yılların ırk siyasetine havale ediyor.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Bu strateji tutar mı, bilmiyorum. Bildiğim, Trump nefes alamayan, “anne, anne!” diyerek ölen Floyd gibilerin başkanı olmayacak. Olmak gibi bir niyeti de yok zaten. Birçok ırktan, etnik kökenden, din ve mezhepten insanların göç etmesi sonucu oluşmuş Amerikan ulusu, kendilerini ayrıştıran fay hatlarını lehimleyen, farklılık tohumlarını sulamayan, ırkçılığa tolerans göstermeyen bir tarihsel gidişata sahip olsa da, bu yönün veya rotanın tutturulması ve sabitlenmesi kolay olmadı kuşkusuz. Köleliğin kaldırılması, insanın insan olmaktan gelen haklarının herkesi kapsayacak şekilde genişletilmesi, ABD toplumuna kurucu babalar tarafından hediye edilmedi. Aksine, eşitlik için kan ve terin birbirine karıştığı, iç savaşların, mücadelelerin, protestoların, direnişlerin yaşanması gerekiyordu. Öyle de oldu. Tarihin ilerleyişi ABD’de siyah başkan, siyah astronot, siyah profesör, siyah öğretmen, siyah bakan, siyah federal üst seviye bürokratlar, siyah işverenler ve yatırımcılar ortaya çıkardı. Fakat bir yerlerde, sosyolojik genlerin dip yerlerinde, toplumsal arkeoloji ile üst katmanın belki on santimetre altında, o hınzır, rezil ideoloji ırkçılık kendisine yaşam alanı buldu. “Nefes alamıyorum” ve “anne” diyerek ölürken, George Floyd bunları düşünmüş müdür, bilmiyorum.
Ama polislere yalvarırken, “lütfen” derken, “ölüyorum” veya “dizini çek lütfen” diye inlerken, o polisler tutumlarını yumuşatmadı. Ve her normal insanın göstereceği tepki olan, makul davranış olan, doğru tutum olan tepkiyi vermediler. Oysa basitçe onu yere oturtup, nefes almasına olanak verip, belki bir bardak su içmesine izin verip, sonra da insani bir şekilde onu polis arabasına bindirerek olay yerini terk edebilirlerdi. Ceza makamı olmadıklarını unuttular. Yetkilerini aştılar. Ve görevden alındılar. Şimdi sanık sandalyesinde, ABD mahkemelerinin önünde, jüriye ve yargıçlara hesap verecekler. Ömürlerinin önemli bir bölümünü demir parmaklıklar arasında geçirecekler. Hapisten çıktıktan sonra da bir daha kamusal görev alamayacaklar.
Trump bir dahaki dönemde koltuğunu koruyabilir mi, emin değilim. Ama tarihe, ABD’nin en kutuplaştırıcı, en bölücü, bilgelikten en az nasibini almış olan, otoriter lider figürüne en yakın başkanı olarak geçeceği kesin.
Bu polisler ve bu başkan, sonsuza kadar güçlerini ellerinde tutamayacaklar, tutamadılar. Bu korkunç dip noktanın sonrasında bir yeniden değerlendirme ve inşa süreci başlayacak. Bu olaydan alınan derslerle, belki polis prosedürleri ve eğitimi yeniden gözden geçirtilecek. Belki müfettişlik prosedürleri daha ince eleyip sık dokumaya başlayacak. Belki daha fazla siyah ve Asyalı Amerikalı kamusal alanda görev yapmaya başlayacak. Belki okullarda ırkçılığın palazlanmamasına yönelik müfredat değişiklikleri gerçekleşecek. Belki Demokrat başkan adayı Biden başkan yardımcısı adaylığı için bir siyahı, muhtemelen de bir siyah kadını aday gösterecek. Ve ABD döngüsü devam edecek. Bir adım geri gidilse de, iki adım ileri gidilerek, ilerleme sağlanacak. Her badireden sonra güçlenen insan hakları, demokratikleşme, eşitliğin yaygınlaşmasına yönelik önlemler, bu olaydan sonra da aynen gerçekleşecek.
Birçok ülkede bunlar olurken, Türkiye’de hala Ermeni Soykırımı inkâr edilecek. Kimse “Ermenilere ne oldu peki?” diye sormayacak bile. Dersim’de havadan bombalanan Alevi Zazaların dramı da hatırlanmayacak. Kendi kökleri de bu gariban mağdurlarla aynı olan ana muhalefet lideri, hiçbir zaman bu olayın hesabını sormayacak. Hiçbir şey olmamış gibi hayat devam edecek. Başka bir politik parti lideri, bir organize suç örgütü lideri ile hapisten çıkar çıkmaz makam odasında poz verecek. Kürtler yine Türkçe konuşmaya zorlanacak. Ana dillerinde eğitim almak gibi talepleri bölücü faaliyet olarak görülecek. Liderleri ve seçimlik onlarca milletvekilleri zindanda tutulmaya devam ederken, kendi dilinde müzik dinlediği için gençler öldürülecek. Bebekler ve çocukların hapishanede olduğu bir ülkenin başkan danışmanı, Boğaz’da milyon dolarlık araziyi devletten yok pahasına alıp, oraya kaçak inşaat yaptıracak, bunu haber yapan gazetecilere gözdağı verilecek, haberler internetten mahkeme kararı ile kaldırılacak. Sonra aynı adam, resmi sosyal medya hesabından İngilizce olarak basın özgürlüğü mesajı yayınlayacak, basın özgürlüğünün “demokrasinin bel kemiği olduğunu” söyleyecek. İstiklal marşında kendi “ırkının” kahraman olduğu yazan bu ülke, Amerikalılara ırkçılığın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatırken, Türkiye dışındaki her Türkî kavme Türk denmekte de asla beis görülmeyecek. Yine de Türklerin ve Kürtlerin kardeş olduğu her fırsatta vurgulanacak. Güneydoğu’da öldürülen Kürtlerin kemikleri İstanbul’da bir mahalle kaldırımının altından tesadüfen çıkarken, Güneydoğu’da bir mağarada kırk kadar insanın toplu mezarı ve kemikleri bulunacak. Tüm bunları ve bunlardan milyon kat daha fazlasını “özgür Türk basını ve medyası” asla yazmayacak. Nasıl olsa ABD’de veya Batı’da başka bir yerlerde ırkçılık ve Türk düşmanlığı var!
Tüm bunlar olurken, Amerika’da, Almanya’da, İngiltere’de veya başka Batılı ülkelerde insanlar kendi toplumlarındaki kanserli yapıları tedavi etmeye uğraşacak. Olsun. Türkiye, başını kumdan çıkarmadığı sürece var olan problemlere nasıl olsa herkes yokmuş muamelesi yapar. O Batılı ülkelerde din adamları salt kendi Tanrı’larına kendilerine duydukları saygıdan, elinde İncil sallayan başkanlarına en ağır eleştirileri yaparken, Türkiye’de devletin memuru olan, kul zihniyetli İmam ordusu, ekmek yedikleri eli ısırmayacak, sahibinin sesi olmaya devam edecek. Ne de olsa bu hep böyleydi! Fazlası zarar! Ve aynı Türkiye’nin polisleri, işkence yaparken, silahsız insanları vururken, masumların gözünü gaz fişeği ile patlatırken, insan cesetlerini vergi paraları ile alınan resmi araçların arkasına takıp yerlerde sürükleyerek parçalarken, George Floyd’u öldüren ABD polisleri en dramatik köşe yazılarında ele alınacak ve eleştirilecek. Böylece Türkiye halkı hep bir adım ileri, iki adım geri gidecek. Kopenhag kriterlerinin Ankara kriterleri haline geldiği, baştaki zatın ustalık döneminin yaşanmakta olduğu bu dönemlerde, herkes işine gücüne bakacak. Bazıları, ABD’deki Amerikalı çocukluk arkadaşların arayıp, artık ABD’de güvende olmadıklarından Türkiye’ye göç etmek istediklerini söylediğini yazacak, Türkiye halkı bunu okuyup Türkiye’deki huzurun kıymetini daha bir bilecek! Sonuçta Kürt olmamak, KHK ile işinden atılmamış olmak, hedefteki bir gruba dâhil olmak ne güzel, değil mi?
Bu insanların ABD’de beyazların yoğunlukta olduğu kırsal kesimlerde yaşayan, siyahların hakları veya hukukları umurlarında bile olmayan insanlardan ne farkları var merak ediyor musunuz? Çünkü her geriye bir adımın sonrasında ABD ve diğer açık toplumlarda ve liberal demokrasilerde nefes alamayanların haklarını savunan, hatta onların arasından çıkan bir başkan olacak. Ve iki adım ileri gittiklerinde, bir önceki tek adım gerilemeye karşı yine de bir adım önde olduklarını görecekler ve çocuklarının yarınlarına biraz daha umutla bakacaklar!
Ya Türkiye’de Anadolu’lu George Floyd’ların ve diğer nefes alamayanların haklarını kim savunacak?
Hocam bunları okuyunca içimden bir offff koptu. Kendi ülkem ve oradaki insanlar adına üzülüyorum. Bence bu problemlerin en büyük sorumluları devlet adamları, siyasetçiler(en çok muhalefet), kanaat önderleri, diyanet teşkilatı ve kendini aydın olarak gören sanatçılar, gazeteciler..
Hocam, lütfen yaklaşık 100 yıl önce kullanılan ırk kelimesinin şu an kullanılan anlamından farklı manalar taşıdığını gözden kaçırmayalım. Ayrıca Arnavut olan Mehmet Akif’in ırkım derken heralde sadece Arnavutları veya Türkleri kastetmiyordur. Millet anlamı taşıdığı bariz. Ama güncel anlamı itibariyle itici olduğu, kucaklayıcı bir ifade olmadığı da açık.