YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
İlgili kavramları açıklamaya geçmeden önce bir hususun altını çizmekte fayda var: Nedensellik konusu İslâm düşünce tarihindeki en ihtilaflı ve en tartışmalı konulardan biridir. Özellikle Ehl-i Sünnet kelamcıları ile İslâm felsefecileri arasında önemli tartışmalar yaşanmıştır. İmam Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife isimli eserinde felsefecilerin illiyet görüşüne önemli eleştiriler yöneltirken, İbn Rüşd de Tehâfütü’t-Tehâfüt isimli eserinde İmam Gazzali’nin konuyla ilgili görüşlerini eleştirmiştir. Günümüzde de bilim ve din çevrelerinde konu etrafındaki tartışmalar sıcaklığını korumakta ve bazı bilim adamları ve akademisyenler tarafından Ehl-i Sünnet ulemasının nedensellik teorisine eleştiriler yöneltilmektedir.
Bunları daha sonra değerlendireceğiz. Fakat burada şu kadarını söylemek gerekir ki görebildiğimiz kadarıyla yer yer suçlama ve ithamlara kadar varan karşılıklı eleştirilerin önemli bir sebebi kavram kargaşasıdır. Dünya görüşlerine, savundukları nedensellik teorisine ve konuya yaklaşım şekline göre araştırmacıların neden ve nedensellik kavramlarına yükledikleri anlamlar değişebilmektedir.
Ayrıca konuyu izah sadedinde çok farklı kavramın kullanılması ve bu kavramları kullananların kendilerine göre bir kısım nüanslar gözetmesi de savunulan görüşlerin netleşmesini zorlaştırabiliyor. Mesela biri, sebebi, zahirî/mecazî sebep veya vesile anlamında kullanırken, bir diğeri bununla hakikî sebebi veya fail/etken nedeni kastedebiliyor. Birine göre nedensellik ilkesinden anlaşılan mana sebep sonuç arasındaki zorunlu ilişki olurken, bir diğeri bundan sebep ile sonuç arasındaki korelasyonu veya Allah’ın yaratma âdetini anlayabiliyor.
Determinizm denildiğinde kastedilen mana az çok belli olsa da savunulan nedensellik teorisine göre onun önüne mutlak, mukayyet, cebri, şartlı, koyu, katı gibi farklı vasıflar eklenebiliyor. Konunun fizik, kimya, biyoloji, ekonomi, tarih, sosyoloji, din, felsefe gibi farklı disiplinlerin alanına girmesi ve her disiplinin kendine has yöntemlerle nedensellik ilkesine yaklaşması da mevcut görüş farklılıklarına yol açabiliyor.
Konuyla ilgili okuma yapanların bu hususları göz önünde bulundurmasında fayda var. Bu kısa hatırlatmadan sonra şimdi ilgili kavramların izahına geçebiliriz.
Neden/Sebep/İllet
Günümüzde kullanımı yaygın olan “neden” kavramı yerine İslâmî literatürde daha çok “sebep” ve “illet” kavramları kullanılmıştır. Cürcani illeti şöyle tanımlar: Bir şeyin varlığının kendisine dayandığı ve o şeyin dışında olup ona etki etki eden şeydir. Bazıları illeti sadece hareket ettirici bir sebep olarak düşünmüş, bazıları ise onun aynı zamanda var kılıcı bir neden olduğunu söylemiştir.
Ahmed Cevizci’nin neden kavramına verdiği anlamlar şu şekildedir: “Bir şeyi değiştirmeye, bir fenomen ya da olayı meydana getirmeye yetili olan şey ya da koşul, yaratıcı etken; bir şeyi ortaya çıkartan, kendisi olmadan o şeyin kesinlikle varlığa gelemeyeceği şey; bir olayın ortaya çıkışı, varlığa gelişi, doğuşu için zorunlu ve yeterli olan ve o olaydan zamansal olarak önce gelen şey; bir olayın ortaya çıkışının yeter koşulu; sonucunun kendisinden zorunlu olarak çıktığı şey, durum, olay ya da fenomen; bir güç uygulayan ve bir değişmeye yol açan olay ya da fail.” (Felsefe Sözlüğü, s. 1142)
Her gün çevremizde gördüğümüz veya bizzat tecrübe ettiğimiz her bir varlığın, her bir olayın, her bir hareketin bir sebebi vardır. Mesela camın kırılmasının sebebi ona isabet eden taştır, elimizin acımasının sebebi onu duvara vurmamızdır, hastalanmamızın sebebi soğuğa maruz kalmamızdır, meydana gelen depremin sebebi fay hattı kırılmasıdır, bilardo masasındaki topun hareketinin sebebi diğer topun ona çarpmasıdır, topun giderek yavaşlamasının ve bir süre sonra durmasının sebebi sürtünme kuvvetidir, dünyanın güneş etrafında bir eksende hareket etmesinin sebebi güneşin çekim gücüdür.
Varlık ve olayların çoğu durumda tek bir sebebi olmaz. Bazı durumlarda sebep-sonuç arasındaki ilişki oldukça kompleks olabilir. Bu yüzden nedensel ilişkileri tespit etmek sanıldığı kadar kolay değildir. Mesela bir eve yanan bir sigara atıldığını ve yangın çıktığını düşünelim. Yangının sebebi olarak sigarayı düşünürüz. Oysaki sigara yangının çıkması için tek başına yeterli değildir. Bunun için evde yanıcı maddelerin bulunmasına ve ortamda yeteri kadar oksijen olmasına da ihtiyaç vardır. Bir bitkinin yetişmesi veya bir çocuğun doğması gibi olayları nedensellik bağıyla açıklamak ise çok daha komplekstir.
Öte yandan çoğu varlık veya olay bir müsebbebi (sonucu, eseri) olduğu sürece sebep, bir sebebi olduğu sürece de müsebbep olarak isimlendirilir. Çoğu zaman bir olay bir şeyin sebebi, başka bir şeyin de sonucu olur. Mesela şoför uyuduğu için arabanın bir insana çarptığını ve bu kişinin öldüğünü düşünelim. Buradaki çarpma olayı ölümün sebebi, uyuklamanın da sonucu olmuş olur. Aynı şekilde uyuklama çarpmanın sebebi olduğu gibi, aşırı yorgunluk gibi bir başka sebebin de sonucu olabilir. Keza yağmur yağması, hava hareketlerinin bir sonucudur ama bitkilerin büyümesinin de sebebidir.
Aristo’nun Dört Neden Kuramı
Aristoteles, herhangi bir varlık veya olayın ya da bir bütün olarak evrenin ortaya çıkmasını sağlayan dört neden/sebep olduğunu ortaya koymuş ve onun bu görüşü daha sonra İslâm filozofları ve kelamcılar tarafından da kullanılmış ve Aristo’da rastlanmayan bir yoğunluk ve derinlikte incelenmiştir. Bu dört neden şunlardır: maddi neden, formel (sûrî) neden, etken (fail) neden ve ereksel (gâî) neden.
Bu dört nedeni bir heykel üzerinden açıklayacak olursak; bu heykelin kendisinden yapıldığı şey maddî neden, onun kazandığı şekil ve suret formel neden, mermeri yontup ona şekil veren sanatkâr etken neden, bu sanatkârı söz konusu heykeli yapmaya sevk eden amaç da ereksel neden olarak isimlendirilir. Zira yontulup şekil verilecek bir taş veya mermer olmadan heykel vücuda gelmez. Gerekli şekil ve formu kazanmadığı sürece mermer heykele dönüşmez. Mermeri yontup şekillendirecek bir fâil olmadığı sürece yine heykelden söz edilemez. Ve son olarak bir sanatkâr, bir amaç gözetmediği sürece heykel yapımına girişmez. Dolayısıyla bu dört sebebin hepsi de heykelin ortaya çıkmasında etkilidir.
Bunlardan ilk ikisine (maddi ve formel sebeplere) dâhili sebep, son ikisine (etkin ve ereksel sebeplere) ise harici sebep denilmiştir. Fâil ve gâi sebepler daha çok metafizik alanla alakalı görülmüştür. Filozoflar fâil nedene varoluşun illeti, gâî nedene ise var oluşun illetinin illeti olarak bakmışlardır. Yani gâî neden, var oluşun kendisi sayesinde ortaya çıktığı illettir. Günümüzde neden denildiğinde daha çok etkin/fail neden anlaşılır ve tartışmalar da bunun üzerinde yapılır.
Aristo’nun bu kategorisinin yanında neden hakkında, içkin/aşkın, yakın/uzak, hakiki/mecazi, doğrudan/dolaylı, tikel/tümel gibi daha başka sınıflamaların yapıldığını da ifade etmek gerekir.
Nedensellik İlkesi
Nedensellik, zamansal çizgide biri olmadan diğerinin de ortaya çıkamayacağı iki olay veya fenomen arasındaki ilişki demektir. Ne zaman ki neden/sebep olarak görülen birinci olay ortaya çıkarsa, müsebbep/sonuç olarak isimlendirilen ikinci olay da ortaya çıkar. Nedensellik ilkesi de her varlığın, her olayın ya da her durumun bir nedeni olduğunu, tabiatta nedeni bulunmayan hiçbir şeyin bulunmadığını, nedenleri bildiğimiz takdirde sonuçları da bilebileceğimizi söyler.
Bu ilkeye göre varlık âlemindeki her şeyin bir sebebi vardır. Her malul bir illete dayanır. Aynı nedenler aynı koşullar altında aynı sonuçları ortaya çıkarır. Nedensellik ilkesi sayesinde varlıkların ve olayların birbirine nasıl etki ettikleri anlaşılır. Bu ilke de tabiatın düzenliliğine dayanır.
Tabiatta bir düzen bulunduğu, belli olayların diğerlerini takip ettiği hemen herkesçe kabul edilir. Çünkü bu, gözlemlenebilen bir olaydır. Herkes bilir ki güneş çıktığında hava ısınır. Metaller ısıtıldığında genleşir. Havadaki bir cisim serbest bırakıldığında yere düşer. Su, yüz dereceye geldiğinde kaynamaya başlar. Veya belirli sonuçları elde etmek için aynı sebeplere başvurulur. Tarlasından ürün hasat etmek isteyen kimse toprağa tohum atar. Acıkan kimse açlığını gidermek için yemek yer. Hastalanan kimse şifa bulmak için ilaç kullanır.
Aynı şekilde nedensellik ilkesine dayanılarak hava tahmin raporları yayınlanır, depremlerle ilgili tahminler yapılır, küresel ısınma ve iklimsel değişimler kontrol altına alınmaya çalışılır. Fen bilimleri ölçüsünde olmasa da sosyal bilimlerde de nedensellik ilişkisi etkisini gösterir. Mesela tenasüb-ü illiyet (sebep-sonuç uygunluğu) prensibine bağlı kalmadan savaşlarla, ekonomik krizle, açlık ve sefaletle mücadele etmenin veya bir ülkeye refah, bolluk, toplumsal barış ve huzur getirmenin imkânı yoktur. Çünkü bütün bunlar, sebeplerinin doğru teşhis edilip bunlara riayet etmenin neticesinde ortaya çıkacak olaylardır.
Tabiatta bir düzenlilik bulunduğunu, belirli olayların başka olayları izlediğini biliriz ve hayatımızı buna göre yaşarız. Nedensellik, evrendeki en temel bağdır. Bu yüzden David Hume onu “evrenin çimentosu” olarak isimlendirir. Bu ilke ve düzen reddedildiği takdirde her şey olası hâle gelir. Genellemeler yapılamaz, yasalar konulamaz, öngörülerde bulunulamaz, bilimsel faaliyetler yürütülemez, yeni teknolojiler geliştirilemez. Dahası ahlakî sorumluluktan bahsedilemez. Çünkü bu durumda niyet ve düşüncelerimizi eylemlerimize, eylemlerimizi de onların sonuçlarına bağlamanın imkânı kalmaz. (Bkz. S. Mumford, R. L. Anjum, Causation-A Very Short Introduction, s. 1-2)
Bilim adamları olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini yakından incelemiş, onlara dair detaylı açıklamalar yapmış, farklı teoriler geliştirmişlerdir. Sebeple sonuç arasında zamansal bir önceliğin ve mekânsal bir yakınlığın bulunmasının şart olup olmadığı, eşzamanlı nedenselliğin mümkün olup olmadığı, nedensel ilişkilerin yönünün tersine çevrilip çevrilemeyeceği, yani sebeple sonuç arasında bir simetri bulunup bulunmadığı, bir şeyin sebep olarak isimlendirilebilmesi için sonuçla arasında nasıl bir bağ bulunması gerektiği, sebebin sonuç üzerinde hangi yollarla etkide bulunduğu gibi konular bilimin alanına girmekte ve bilim adamlarınca araştırılmaya devam etmektedir.
Felsefeci ve kelamcılar tarafından yürütülen asıl tartışma konusu ise iki olay arasındaki ilişkinin hangi temele dayandığıdır, mahiyet ve doğasıdır. Çoğunluğu itibarıyla felsefecilere ve fizikçilere göre sebeplerle sonuçlar arasındaki ilişki nesneldir, sabittir ve zorunludur. Epistemolojik değil, ontolojiktir. Yani insan zihninden ve bilgisinden değil, varlığın bizatihi kendinden, sahip olduğu doğasından kaynaklanır. Sebepler, sonuçları ortaya çıkaracak etki gücüne, tesir kudretine sahiptir. İlletler, ortaya çıkan eserlerin etken/fail sebepleridir. Değişim ve hareketin nedenini metafizik âlemde değil, fizik âleminde; onların dışında değil, içinde aramalıdır. Bu yaklaşıma ampirik nedensellik ve bazı durumlarda determinizm de denir.
Laplace ve Poisson gibi determinizmin katı bir yorumunu benimseyenler meseleyi bir adım daha ileri götürerek, insan fiilleri de dahil evrendeki bütün olayların önceki olaylar tarafından zorunlu olarak tayin edildiğini, belirlendiğini söylerler ki bu durumda insan özgürlüğünden de bahsedilemez. Zira bu görüşe göre geleceğe dair tüm olaylar en baştan bellidir. Kâinatın mevcut durumu bir önceki durumunun zorunlu sonucu olduğu gibi, bir sonrakinin de sebebidir. Aksi bir durumun ortaya çıkması imkânsızdır. Biz bilelim ya da bilmeyelim, gelecekteki bütün olaylar bugünkülerin bir neticesi olarak belirlenmiştir. Bu görüş “materyalist kadercilik” olarak da görülür.
Determinizm
Determinizm eski Osmanlıcada icabiyye, vücûbiyye, zarûriyye, muayyeniyet gibi kavramlarla ifade edilmiştir. Onun Arapça karşılığı ise “hatmiyye”dir. Günümüz Türkçesinde onun karşılığı olarak belirlenimcilik, gerekircilik gibi kavramlar kullanılmaktadır. Determinizme göre kâinatta olup biten her olay, maddî veya manevî sebeplerin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkar. Asıl tartışma konusu olan mevzu da sebebin sonucu zorunlu olarak gerektirip gerektirmediği, sebep ile sonuç arasındaki bağın zorunlu olup olmadığıdır. Determinizm kavramı nedensellik ilişkisinin yanı sıra bu ilişkideki zorunluluğu da ifade eder. (DİA, “Determinizm”)
Nedensellik (causality) en kısa ifadesiyle her sonucun bir sebebi olduğunu söyler. Sebep ile sonuç arasındaki ilişkinin zorunlu olup olmaması nedenselliğin yorumuna göre değişir. Determinizm ise zorunluluk fikri çerçevesinde yorumlanır. Yani sebebin varlığı sonucun varlığını, yokluğu da yokluğunu zorunlu kılar. Bu zorunluluğu kabul etmeyenlerin yaklaşımına indeterminizm denir. Gerçi bazıları bu zorunluluk fikrine katılıp katılmadıklarını determinizm önüne getirdikleri “mutlak/cebrî” veya “şartlı” gibi vasıflarla ortaya koyarlar. İslâm kelamında veya felsefesinde kullanılan “el-illiyye” ve “es-sebebiyye” (illiyet ve sebeplilik) kavramları hem nedensellik hem de determinizm fikriyle yakından ilgilidir.
Nedenselliğin determinizmle özdeşleştirilmesi, karşımıza mekanik bir dünya görüşü çıkarır. Bu dünyada canlılar da dahil her şey maddî süreçlerin, fiziksel güçlerin ve tabiat yasalarının neticesinde ortaya çıkar. Burada varlık dünyasının dışından gelebilecek bir müdahaleye yer yoktur. Dolayısıyla böyle bir dünyada mucizelerin de kendine yer bulması mümkün değildir. Dahası determinist bir dünyada özgür iradeye de yer kalmaz. Her şeyin bir sebebi olduğuna, her olay sebepler zincirinin bir halkası olarak vücut bulduğuna göre kararlarımız, seçimlerimiz ve eylemlerimiz de belli sebeplerin sonucu olarak ortaya çıkmak zorundadır. İşte dinlerle arası bozuk olan da bilimin kendisi değil, bu natüralist yorumudur. Din-bilim arasında çatışma bulunduğunu iddia edenler de determinist, natüralist ve pozitivist felsefeyle bilim yapan kimselerdir.
Ne var ki görünen varlık dünyasının arkasında aşkın ve metafizik nedenlerin olabileceğini daha baştan reddetmek, bir ön kabul olarak natüralizm ve pozitivizme inanmak demektir. Zira daha sonra genişçe izah edeceğimiz üzere biz belli sonuçların belli sebeplerden sonra geldiğini, belli olaylar arasında bir korelasyon (ardışıklık) bulunduğunu gözlemliyoruz ama bunlar arasındaki ilişkinin doğasını gözlemleyemiyoruz. Yani görünen nedenlerin gerçek sebepler olup olmadığını bize bilim değil alışkanlıklarımız ve inançlarımız söylüyor. Burada şu kadarını ifade etmek gerekir ki beşer, sebeplerin hakikatini ve metafizik boyutunu ancak aşkın bir bilgi kaynağı olan vahyin rehberliğinde bilebilir.
İslâm ulemasının nedensellik ilkesine dair getirdiği yorumlara geçmeden önce, determinist evren anlayışına eleştiri getiren veya tamamen karşı çıkan Batılı filozofların ve bilim adamlarının görüşlerine yer vermek istiyoruz. Biz biliyoruz ki natüralist anlayışın resmettiği mekanik evren tasavvurunda Yaratıcıya yer olmadığı gibi, böyle bir anlayış ilâhî vahyin bize talim ettiği dünya görüşüne de terstir. Fakat sadece vahiyden değil, hem İslâm uleması hem de Batılı araştırmacılar tarafından gözlem ve akıldan yola çıkarak da determinizme önemli eleştiri ve itirazlar getirilmiştir. Meselenin daha iyi anlaşılması adına bir sonraki yazıda bu görüşleri ele alacağız.
Derin ve bilgilendirici yazi dizisinin 3. bolumunu de heyecanla bekliyorum.
Değerli Yüksel Hocam,
Yazı dizinizin ilkine de yazmıştım ve devamında şunu eklemeliyim.
Baktığınız kaynaklar, birer literatür olsa da, artık günümüzde fiziksel gelişmelerle ve onların yorumlanmasıyla bir çeyit Ana kaynak olma hüviyetini kaybediyor.
İbni Sinanın döneminin tıp alanında ilerleme yapması ayrı, günümüzdeki tıp çok ayrı. Tıp, mikrobun bulunmasıyla başladı denir. Bakterinin. Ötesi Antibiotikle özdeşleştirilir hatta. İbni Sinayı büyük yapan, teşhis tedavi metodolojisidir.
Ama özünde, modern tıbbın kurucusu değildir. Hak ettiği yer, o emek, elbette bir yerdedir, ancak bugün İbni Sina bambaşka bir yerdedir. Bir çeşit, Hatırı sayılır İbni Sinanın.
David Hume den, rasyonaliteden bahsettiniz. Evet bunların üzerine bina edilmiştir Determinizm.
Ama ıskalamamız gereken şey, tıpkı İbni Sina örneğinde olduğu gibidir. Şu an bilim çok farklı kulvarda ilerlerken, sebep sonuç ilişkisi de , determinizm de sarsılmaktadır.
Önceki yazınıza olan yorumda etraflıca anlatmıştım, tekrarını gerekli görmüyorum.
Örnek üzerinden gidersek,
Evet, “Aynı şekilde nedensellik ilkesine dayanılarak hava tahmin raporları yayınlanır, depremlerle ilgili tahminler yapılır, küresel ısınma ve iklimsel değişimler kontrol altına alınmaya çalışılır.”
gibi örneklerle geniş bir alanda, sebep sonuç ilişkisi yapılır.
Ama aynı zamanda, uydu teknolojilerinin içinde de DETERMİNİZM i çökerten bazı hususlar da kulanılır.
Navigasyon cihazları, GPS ler, hız ile zaman arasındaki ters yönlü ilişki göz önüne alınarak yapılır örneğin.
Hız, uzayı büker, dolayısıyla uzayın içindeki tüm fiziki kuralları da büker. Determinizmi çökertir.
Hatta bu gerçekliği göz önüne almazsak, Navigasyon cihazları yanlıy hesaplama yapar, kazalar olur. 5 10 metrelik farklarla kaza yaparız.
Sinyalin uyduya gitmesi, dönmesi, klasik fiziğin, determinizm ile işleyen klasik fiziğin Yol=hız.zaman formülü ile yaparsanız, kaza yaptırırsınız.
Hızın etkisini göz önüne alarak, zamanın değişimini de katmanız gerekir örneğin. Göreceliliği koymanız.
Hatta yer çekiminin zamanı yavaşlattığı hususu. Bu dahi göz önünde tutulur.
Demek istedim makro boyutta işler yaparken dahi, DETERMİNİZM sarsılır ufaktan ufaktan.
Kuantum fiziğinde ise, zaten, kanun OLASILIK tır. Belirlilik değil. Kuantum dinamiğinde, OLASILIK lar üzerinden hesaplamalar yapılır.
Matematiği bile ayrıdır, abacüs üzerinden gidilir, daha yeni yeni matematiği geliştirilir.
Determinizm, çöker.
David Hume dan tutun, klasik fiziğin tüm ateşli savunucuları bu yönüyle bir zır cahile döner hatta eğer ısrarlı savunursa Determinizmi.
Bilim dünyası şaykınlığını atalı da çok oldu bu konuda.
Bunu izah edemiyor.
Ama ne yapılıyor.
Kuantum şifreleme, kuantum bilgisayarlar vb. ile kuantum dinamiği ve fenomenlerini kullanarak ürün tasarlıyorlar.
Evet, bu konuda ilk ÜRÜN yapıldı bile.
Demek istediğim şu. Atom o orada kalsın değil, bugün günümüzde, elle tutulur alanlada, makro boyutta bizim boyutumuzda ki alanlarda da kuantum fiziği kullanılarak ürünler çıkıyor.
Şu an gördüğüm, İslam mütefekkirleri dahil, ve geçmiş batı bilimi temsilcileri, yanlışlandı.
Allahın iş yapma yöntemini anlamaya çalışmak ve bunu da sebep sonuç üzerinden yapmaya çalışmak, insan aklının ürünü, gerçek sadece kuantum fiziği ile aralandı ve öyle olmadığı zaten ortaya çıktı.
Determinizm, kutsanılmaması gerekir özetle.
Mesela alıntıladım, yazınızda, tabi siz söylemediniz, Hume a yönelik alıntı şu:
“Tabiatta bir düzenlilik bulunduğunu, belirli olayların başka olayları izlediğini biliriz ve hayatımızı buna göre yaşarız. Nedensellik, evrendeki en temel bağdır. Bu yüzden David Hume onu “evrenin çimentosu” olarak isimlendirir. Bu ilke ve düzen reddedildiği takdirde her şey olası hâle gelir. Genellemeler yapılamaz, yasalar konulamaz, öngörülerde bulunulamaz, bilimsel faaliyetler yürütülemez, yeni teknolojiler geliştirilemez. Dahası ahlakî sorumluluktan bahsedilemez. Çünkü bu durumda niyet ve düşüncelerimizi eylemlerimize, eylemlerimizi de onların sonuçlarına bağlamanın imkânı kalmaz.”
eylemlerimizin sonuçlara bağlamanın imkanı olmaz… eğer determinizm olmasa dedi ya, işte şu an maddenin en küçük yapı taşında olay böyle değil kusura bakmasın Hume. Hume bu konu da vatandaş Ahmet efendi modunda artık.
Olasılıklar olmasa idi, eylemlerimiz onların sonuçlarına bağlanamazdı….. diyorum.
Tekrar ediyorum, OLASILIK FİZİĞİ olmasa idi, eylemmlerimiz onların sonuçlarına bağlanamazdı.
Sebep sonuç değil, olasılıkların oluşturduğu potansiyel evren..
Yani şu.
Bugün maddeyi bir araya getiren şey, madde değil. Enerji, alan ne derseniz, tam anlaşılamayan birşey.
Gözlenildiğinde madde, gözlenilmediğinde ise dalga gibi hareket eden bir değişik fonksiyon. Ve gözlem ise bu denklemin içinde.
1. Gözlenildiğinde (bilinç ya da cihaz) madde giba davranıyor,
2. Gözlemlenmediğnde (bilinç ya da cihaz) dalga gibi davranıyor.
Ve gözlemlemediğimiz bilincimizle yönelmediğimiz herşey o an için süper epozisyonda.
Yani şu an vücudunuzdaki atomları gözlemlemiyorsanız. ama şundan süphe etmeyin. Eğer atomlar determinizme göre hareket etseydi, şu an siz yoktunuz.
Biz yoktuk. Maddi evren yoktu.
Aynı anda tüm olması gereken OLASILIKLARDA aynı anda olan, SÜPER POZİSYONDA olan atom altı dünya nedeni ile biz varız.
Biz bunun üzerine inşa edildik.
Determinizm ile Olasılık İLKELERİNİN kavgası da tam bu nokta da.
Bu ne demek.
Bunun İslami bakış açısından tutun, bilim d ünyası, felsefesi herşeye yansıması olacak.
Hume düşünceyle çözmek zorundaydı, aristo da.
Bugün Aristoya, Hume a gerek yok. Kanta gerekyok. Eflatuna gerek yok.
Onlar düşünmek zorurndaydı, büyük zihinlerdi ama gerek yok. Hatta yanlışlanacak yanları çok var artık.
Çünkü elimizde keşfedilen hususlar var. Bilim bunu bize sundu.
Ve sunulan gelinen nokkta da, Determinizm, bir KÜLT değil.
Determinizm en azından şu an ATOM ALTI DÜNYADA, kuantum mekaniğinde, GEÇERSİZ.
Bu nedenle, 21. yy felsefesi, anolojisi de bunun üzerinedn gidecek.
Ve görünen o ki, bu inanan insanların lehine de birşey.
Çünkü, görmediğne, mantığına uymadığına inanmayan insan, artık mantık dışı bir evrende olduğunu görecek.
Evet gerçek bu.
Mantığa aykırı bir evrendeiyz. Bu evrenin işleyişi, maddi evrenin tabi, mantığa aykırı olarak çalışıyor.
Ama gerçek bu.
Öyleyse, çöpe atılacak bu gerçek değil, bizim DETERMİNİST bakışımız, yeri geldiğinde.
Bunun felsefeye, bilime, dini ve pek çok alanda literatüre nasıl girdiğine de ufaktan ufaktan şahit olacağız.
Bu hususu da ayrıca eklemek istiyorum.
Kıymetli bilgiler için çok teşekkür ediyorum. İlk yazıdaki yorumunuzu da okumuştum. Üçüncü yazıda bahsettiğiniz konular üzerinde duruyorum. Ama maalesef günümüzde hala determinist evren anlayışından vaz geçilmiş değil. Halkın olaylara yaklaşımı da oldukça espabperest. İşin metafizik boyutu yani Allah-alem ilişkisi ise ehlince de yeterince bilinmiyor. Bu yüzden meselenin altyapısını anlatma ihtiyacı duydum.
Dediklerinize kısmen katılıyorum, kısmen katılmıyorum. Katılmadığım nokta şu: Kuantum fiziğinin ortaya çıkması sebep sonuç ilişkisine göre dünyayı anlamlandırmayı boşa çıkarmaz veya önceki fikirleri yanlışlamaz. Bilim birikimli ilerler ve yeni buluşlar bir öncekileri bazen büyük oranda bazen de sadece biraz yanlışlasa da onları tamamen işlevsiz kılmaz çünkü onlar da hakikatin bir parçasıdır ve gerçek dünyada işe yarar. Örneğin, Einstein, görelilik teorisi ile Newton’un fizik teorilerini kısmen yanlışladı ama Newton’un ortaya attığı prensipler inşaat sektöründe hala kullanılıyor ve Einstein tarafından yanlışlanmasına rağmen işe yarıyor. Kuantum fiziği bize sebep sonuç ilişkisinin o kadar da sağlam bir ilişki olmadığını göstermiş olabilir ama bu, gerçek dünyada sebep sonuç ilişkisi ile yapılan işlerin yanlış olduğunu veya işe yaramadığını göstermez.
Zaten kuantum fiziği de hakikatin bir başka parçasıdır. Belki de 50 yıl sonra kuantum fiziği için “yav o da çok doğru değilmiş, bak şu yeni buluşlar onu da yanlışladı” diyeceğiz. Oysa yanlışlama demek aslında “biz hakikatin yeni bir parçasını bulduk ve önceki parçalardan daha sağlam” demektir. Hatta bazen daha sağlam bile değildir, sadece daha farklıdır. Yani evreni ve içindekileri farklı bir açıdan anlamlandırır.
Kendi uzmanlık alanımızdaki heyecan verici gelişmeler bizi doğal olarak hayrete sürükler ve ama bu heyecandan ötürü bilimin birikimli ilerlediğini unutup önceki buluş ve görüşleri tamamen ekarte etmemeliyiz.
Ve Yüksel Bey’in yazdığı yoruma da katılıyorum. Günümüzde insanların çoğu deterministik bir bakış açısına sahip çünkü 400 yıldır bu görüşün hakim olduğu bir dünya düzeninde büyüyüp yetişmiş, bu ideolojileri bir hava gibi solumuşlar. Bu insanlara pat diye kuantum fiziğinden ve bu alandaki yeni gelişmelerden bahsetmek çok işe yaramaz. Önce Hume gibi bu dünya düzeninin fikir babalarını masaya yatırmak gerekir.
Bu güzel bilgiler ve ahrcadığınız zaman için teşekkür ederim
“(bilinç ya da cihaz)” tıpkı üç boyutlu gözlük gibi kullanmazsan sahneyi göremezsin, insanlık yeni bir araç keşfetmeli ki, doğru gözlem yapabilsin
Bilal bey,
Evet kuantum fiziği geldi diye, insanlar alışageldikleri düşünce sistematiğinden vazgeçmez, elbette doğru. Olgular elimizde. Galileo dünya yuvarlak dediğinde ne ise o durum ile karşılaşılacaktır. Bunu da kabul ediyorum. Ama göz ardı edilmemesi gereken birşey, yüzyıllar ve hatta onyıllar beklenmeyeceği.
Muhakkak fark ediyorsunuz, yahut dikkatinizden kaçtı, şu an dönüşen dünya da bu konu oldukça popüler bir alan. Yani dünyayı algılama biçimi, bir Asya, doğu toplumlarında determinist olabilir, belirli yaşın üstündekiler için bunun değişmesi imkansız da olabilir. Benim ıskalanmaması gerektiğini söylediğim nokta, bizlere onu öğreten ana kaynak batıda bunun yeniden şekillendiği. Bize bunu salık veren anlayış, kaynak, değişiyor. Bu noktayı oldukça önemsiyorum. Bunun dönüştürücü etkisini görüp, çoğunluğa göre de hareket etmeyi, ana fikrimden sapma olarak görüyorum. Belki yine fark etmeyebiliriz, Batı da, entelektül seviye olması şart değil, yeni yetişen gençlerin aklı başında kesiminde bu bilgiler artık mevcut. Yani, kuantum fiziği fenomenleri, bir yerde en entelektüel kesimin sohbet konusu olabilirken, bazı yerlerde konusunu açınca ummadığınız insanlardan, elbette belirli bir eğitime sahip, alanı önemli değil, insanlarda bilgi olarak mevcut.
Aslında kendi coğrafyamızda da fark etmesek de bu yayılıyor. 4 Milyon abonesi olan bir Barış Özcanı açın, Baber bilimi açın, vb. youtube seviyesinde insanların bunnları keyifle izlediğini görün. Avrupa-Amerika kaynaklarına baksanız durum daha ileri. Hatta, Çin menşeili yayınlara bakıyorum oldukça entelektüel yorumlarla olaya bakılıyor. Sunumu demiyorum üstelik, okuyucu yorummları dahi bunları gösteriyor.
Bazen gözümüzün önündekini fark etmeyebiliriz. Benim fark ettiğim bu konu da büyük bir dönüşüm var. Elbette çoğunluk sizin dediğiniz gibi. Ama dönüşümün yönünü görüyorum. Dönüşümün yönünün vazgeçilmezliğini ve hızını da.
Konumuz üstelik kuantum fiziği de tam olarak değil bu bağlamda. Ama o başat bir bilim felsefesi, bilim ilkesi yönüyle olayı alt üst ettiği için örnek olarak veriyorum. Mikrobiyolojiden tutun pek çok alana var olan gelişmeler, ve ötesi insanların olabileceği konuları söylemesi, bizim DETERMİNİZM anlayışını yerle bir ediyor.
Determinizmi, ideoloji hatta belki inanç olarak da görebiliriz. Kuantum fiziği de bir inanç oluşturacaktır. Her bilimsel yaklaşım, istersek kanun diyelim, bir İnançtır. Bilim felsefesi yönüyle yanında pek çok şeyi getirir. Zaten özünde, pozitif bilimin kendisi bir inanç sistemidir. Varsayımları vardır, ölçüm metodları vardır, haricini bilim olarak saymaz.
Demek istediğim şu Bilal bey, ister inanın ister inan mayın, ama Hume a bir felsefeci bir değer atfedebilir ama bu alanda bir anlamı kalmıyor. Giriş cümlelerini dolduracak niteliğe büründü. Gerek yok çünkü.
Hani Hume da geçtiği için içinde şöyle dersem. Materyalist determinizmi ilk defa ortaya atan demokritos du.
Fiziksel evrende her olayın bir sebebi olduğunu, bütün olaylar sebep sonuç ilişkisi içinde olduğunu, illiyet zinciri olduğunu, yani biz burdan hareket edersek, her hangi bir t =0 ANINDA, evrendeki bütün atomların koordinatalrı ve ilk hızları biliniyorsa, gelecekte belirli bir süre sonra evrende ne olabileceğinin hesaplanabileceğini söyleyebiliriz.
Bugün makrocosmos hesaplamaları bu yönde de gidiyor evet.
Ancak, buna dahi acaba tartışmaları var. Mekanik fizik kuralları ile hareket ediyoruz, bu modelleme yöntemlerini değiştirmemiz lazım mı diye tartışmalar artık saklı gizli değil.
Burada konudan daha öte, dikkat çekmek istediğmi nokta, determinist materyalizm. Birlikte anmamız gerek bunları. Bakış açımız materyalist bakışı koyuyoruz bir şekilde.
İslam dünyasında hiç farklı değil. Açık ve net alanlara dair, ayet ve hadisle belirlenmiş alannlara dair alanlarda evet bu bir iman konusudur deyip tartışmaya açmıyoruz, ama onun az dışı GRİ alanlara girdiğimiz zaman hemen determinist materyalizm ile konuyu ele alıyoruz. Yani bir farkımız yok. Eleştirdiğimiz batıyı, sebeplere tapma olayını, biz kendimiz, islam alimeri, hadisle ayetle mukayyet olmayan, yahut flu alana geçince hem de en yüksek perdeden övünerek söylüyoruz.
Kastım bu, düşünce sistematiğimiz determinist materyalizm.
Bu nedenle asılnda neyi kimle nasıl tartışıyoruz konusu dahi hava da kalıyor.
inanca dair hususlar, ölüm ötesi hayat, ahiret, cennet, cehennem bilumum teorilerimizi İnanca dair diyoruz, ve onları determinist materyalizm ile eleştiren olunca rahatsız oluyoruz, ama biz o alanların az dışına çıkınca aynı mekanizma ile hareket ediyoruz.
Dikkati çekmek istediğim, nokta bu. İzah edemediğimiz her yerde, determinist davranıyoruz, hem de inançlı dünya insanı olarak.
Bende diyorum ki, şu an kuantum fiziğinin başatlığında olaylar değişiyor. Bilimin en temel ilkesi sarsılıyor. Ve bizim için çok da güzel bir donem.
Risalei Nurlarda kullanılan dil de bir çeşit determinist dil örneğin dimi. Üstad doğrudan söylemese de bunu anlarız. Zaten çağa meydan okuması da bu nedenle. Seni iknaya hazırım, güveniyorum kendime meydan okumasıdır.
Ama bugün buna dahi gerek kalmayacak, yeni, yepyeni bir dil kullandıracak metodoloji, felsefe, öğreti ne derseniz şekilleniyor bu yeni gelişmeler ışığında.
Bilal bey, gözümüzden kaçmaması gereken şey şu:
Determinizm bir inançtır da. Fark etmeden onun süreklediği şeye de inanıyoruz. Bu bir düşünce sistematiği oluşuruyor çünkü.
Açayım.
Napolyona gelirler, evrenin herşeyini çözdüklerini söylerler. Herşey küçük küçük parçalardan, atom denilen parçalardan oluştuğunu, onları yeterince bir araya getirince, taş olacağını, toprak olacağını, yeterinde daha büyük olursa da gezegenler vs. maddi evrenin olacağını söylerler. Herşeyi çözdüklerini söyerler. Herşey çözülmüştür.
Peki diye sorar Napolyon, bunu yapan kim? Cevap olarak şunu söylerler. Efendim, bu önermeyi gereksiz bulduk. Çünkü kendi kendine işleyen bir sistem var.
Newton la birlikte, klasik fizikçiler evreni temel olarak bildiklerini, artık keşfedilecek, bulunabilecek birşey olmadığnı söylerlerdi. Daha 1900 lu yılların başına kadar böyleydi.
Tanrı ya da başka birşey, evrim sonradan çıktı, bunu yaptı ve KENARA ÇEKİLDİ.
Dikkat EDİN………….. BİLAL BEY………….
Tanrıvar ise ve o yarattı ise de, kenara çekildi, kurallar koydu, işliyor.
Öyleyse biz o kurallara göre hareket etmeliyiz. Tanrı bizi terk etti diyenlerde olmuştur hatta. Yahut Tanrının işleyiş biçimi vs demişlerdir.
LA DİNİ.. alan da buradan çıkmıştır.
Madem Allah yarattı ve bir kural koydu, kenara çekildi, ve bunun en üst formu insan aklı, biz de AKLIMIZI kullanarak hayatı şekillendirmeliyiz.
Akılcılık, rasyonalite ve determinizme uzanan yol buydu.
Tekvin kanunları diyoruz hatta biz dimi. Benzeşiyor.
Ancak, işte Kuantum fiziği ile, Allahın yaratıp kenara çekilmediğni, hatta HER ANN bir müdahalenin olduğunu görüyoruz.
Tabiri caizse, Cenabı Hak, bir an, bir anı seyyale kenara çekerse herşey çöker.
İşte bu muazzam bir bilgi, muazzam bir keşif.
Bu öyle yüksek bir şey ki, herşeyi etkiler.
Örneğni, bastı zaman, tayyi mekan dediğimizde bize kıkır kıkır gülen determinist bakışlılardı dimi, oturdukalrı post determinizm postuydu örneğin. Hiç bilimsel değil derlerdi.
Bu gün bastı zamanı, tayyi mekanı çok rahat kuantum fiziği dinamikleri ile anlatabilirsiniz. Çok rahat.
Hz. Musa ve Hz. Hızır yolculuklarından tutun, Zülkarneyne ayetlerde geçen, rahatlıkla kuantum dinamikleri ile izah edebilirsiniz. Rahatlıkla hem de. En kötüsü, bir yere koyarsınız.
Fantastik bir dünya da, evrende olduğumuzu söyler çnükü. Öyleyse anlattıklarımıza kimse fantastik diyemez. Evren böyle işliyor deyince herkes susar ve inanın susuyor. Susmakta zorunda.
Paralel evren fikri ilk ortaya atıldığında, gülüp geçildiğini söylemişti teorisyeni. Bugün pek çok bulgu ile bu teori örneğin, çok güçlü kabul ediliyor. Birşey düşündüm attım kenara teorisi değil bu, bilimsel teori, dünya çapında görücüye çıkan teorir delik deşik edilir. Öyle de edildi ve hakkı verildi şu an o teorisyenin.
Simülasyonda yaşıyoruz örneğin. Sebebi çok basit, elekromanyetik alanlardan oluştuk. Bir pc ekranı ile kıyas edebiliriz bir çeşit içinde yaşadığımız MADDİ evreni. Bir simülasyon dediğinde gülüp geçenter, deterministler di.
İnanç dememin sebebi de o. Determinizmi bir inanç olarak benimseyip, aşırı akılcılığa kapılanlar, bugünün dünasında ilerlemenin önündeki engellerdik desek kısmen de doğru olur hatta şimdiden.
Dikkat edin inanç olarak benimseyen diyorum.
Bu nedenle, işte, Yüksel beyin yazısına yazdığım yorumda Bilal bey, kastımın bir yönü bu. Bir inanç biçimi olarak ele alındı Determinizm dünya da. Onunla her türlü başka inancın başına çivi çakılır gibi çekiç gibi vuruldu.
Bundan en fazla nasibi Müslümanlar oldu. Küçümsendi. Dogmalara, fantastik şeylere inandığımız söyledir.
Oysa fantastik dünyanın tam ortası içinde yaşadığımız evrendi. Buyrun dediğinizde susuyorlar.
Bu nedenle, yön önemli diyorum ben hep. Yakın gelecekte bugün konuştuğumuz çoğu şeyikonuşmuyor dahi olucaz bu nedenle. Tartışma jargonumuz, kullandığımız kavramlar, böyle olmuycak.
Okuduğum birşeyi eklemek istiyorum son olarak.
Şöyle demişti yazar.
Bilgisayarın bulunması, daktilonun sürekli geliştirilmesiyle olmamıştır
Herkes bir yere odaklanır, bir mantık sistemi ile hareket eder, bazı şeyler İMKANSIZ dır, ASLA dır.
Ama biri gelir yapar. Daktilo tarih olur.
Nokia nın CEO su söylüyor. Herşeyi ama herşeyi düzgün yapmıştık. Herşey çok iyi gidiyordu. Pazarlama, planlama ARGE herşey.
Ama bir günde yıkıldık..
Neden yıkıldınız diye sordu röportaj yapan kişi?
Bir gece de battık, çünkü Android denilen bir şey çıkmıştı. Hiç haberimiz yoktu.
Kuantum fiziğinin keşifleri ile de determinist anlayışımızın sarılacağını şimdiden söylemeliyim.
O nedenle, HUME geçmişte kaldı diyorum.
Hume a hume kadar değer verilmeli. Görmesekte çok büyük değişimler oluyor.
İnsanlık tarihinde görülmemiş bir mental değişim sürecine giriyor insanlar.
Bu yeni dönemin kullandığı jargonlar, diller herşey yepyeni olucak gibi görünoyor.
Nasıl ki Üstad, bugüne kadar küfür başka cepheden geliyordu dedi, ilk gördü bunu. kendinden önceki onlarca yüzyıl metodolojisini değiştirdi.
Kastım tam da bu.
Yeni bir çağa giriyor insanlık daha önce hiç alışmadığı bir türden.
Data-enformasyon-knowledge-wisdom..
Batı sıralaması ile söylemdim.
Dünün nasıl ki BİLGİ dediği şey, bizim için enformasyon, ve dün nasıl ki WİSDOM, BİLGE dediğimiz kişilerin düşüncelerini okullarda çocuksu yaşlarda okuyoruz. Eleştirisini dahi yapacak bir bayağılığa indiriyoruz. Halbu ki zamannlarında çok üst bir yaklaşımdı.
Bugün keşiflerin bilimin etkisiyle, dünün WİSDOM larının akıllarını dahi okuyabiliyor noktaya geliyoruz.
Yarın, uzak olmayan çok yakın bir zamanda da, Wisdom, bilge dediğimiz kişilerin fikirleri inanın rahatlıkla analiz edip evte şurası doğru, burası yanlış tı diyebileceğimiz nokta agötürecek bizi.
Bu onları küçültmez .
Ama odak noktamızdan sapmamak için söylüyorum.
Çağa uygun bir dil, çağa uygun bir tartışma.
İşte bu nedenle de, çok sevdiğim değerli hocam Yüksel beye bunları yazdım.
Multidisipliner bakış kolay değildir . Kendisini geliştirerek bu alanlara girmesine de hayran kalıyorum.Rabbim emeğini daha çok etsin.
Madem yazıldı dedim, bende yazmış oldum.
Bilal bey, teşekkür ederim. Sürçü lisan ettimse affola. Bir solukta yazdım, tekrar okumadan yazdım. Allaha emanet.