Necip Fazıl’ın Başyücelik Devleti ütopyası

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Necip Fazıl, devlet düşüncesine dair ütopyasını “Başyücelik Devleti” adı altında açıklamış ve bu rejimin nasıl olacağını ayrıntılı bir şekilde ifade etmişti.

Onun hayal ettiği devlet, bir tek adam rejimine benzer şekilde kurgulanmıştı. Bu durum Türkiye’nin 15 Temmuz sonrasında şekillenen yeni yapısında, Necip Fazıl’ın hayalinin hayata geçirilmesinin belirleyici olduğunu akıllara getirmektedir. 

BİR ÜTOPYA

TDK Sözlük “ütopya” kelimesini “gerçekleşmesi imkânsız tasarı ve düşünce” olarak tanımlarken Kubbealtı Lügati’nde ise “mevcut olmayan, fakat gerçekleşmesi arzu edilen düzen, gerçekleşmesi imkânsız tasarı, düşünce veya kavram” olarak tarif edilmektedir. Nişanyan Sözlük’te ise “siyasi bir ideali ifade etmek için tasarlanan hayali ülke” olarak açıklanmaktadır. “Ütopya” kavramı, ilk defa İngiliz yazar ve siyasetçi Thomas More (1478-1535) tarafından 1516’da yayınladığı kitabın adı olarak kullanılmıştır. 

Necip Fazıl, “Başyüceler Devleti” ütopyasını, eserleri ve makalelerinde ortaya koyduğu “Büyük Doğu” düşüncesi çerçevesinde şekillendirmiştir. Bu idealinin yer aldığı “İdeolocya Örgüsü” kitabının önsözünde “bu eser benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim” diyecek ve “baş eseri” olduğunu vurgulayacaktır. Ancak o sadece bu eseri için değil Çile, Çöle İnen Nur ve Bir Adam Yaratmak kitapları için de benzer ifadeleri kullanmıştır.  

Kısakürek kitapta “ütopya, gelecek tasarımı, ideoloji” yerine “inkılabın planı kitabı”, “İslam inkılabı”, “inkılabın esası” gibi ifadeler kullanmaktadır. Dolayısıyla o, bu eseriyle “İslam inkılabı” istiyor ve böylece yeni bir sayfa açmayı amaçlıyordu. Buna karşılık devrin şartlarının etkisiyle bu inkılabın “ruhi ve fikri bir inkılap” olduğunu belirtmiştir.

Kitabın ilk baskısı 1959’da yapılsa da içeriğini Büyük Doğu’nun ilk çıktığı 1943 yılına kadar götürmek mümkündür. Kitabın ilk baskıda hem de küçük boyutta yüz altmış olan sayfa sayısı da içeriğinin genişlemesine paralel olarak artmıştır.

Onun ideolojisinin temelini oluşturan Büyük Doğu, “Müslüman Türkü, Türkiye’yi ve geriye doğru Osmanlı İmparatorluğu’nu” temsil etmektedir. Ancak geniş manasıyla Büyük Doğu, merkezde Türkiye olmak kaydıyla bütün İslam Dünyası’dır. Çünkü “Büyük Doğu, İslamiyetin emir subaylığıdır”. Onun “Zuhur ancak Türkten beklenebilir. Türkte bozulan ancak Türkte düzelebilir. Türkte düzelince de her yerde düzelir ve her yeri düzeltir” sözleri, Türkiye’ye bakışının özeti gibidir.

Necip Fazıl bu kitabında bir ütopya olarak Başyücelik Devleti’nin “anayasası” denebilecek bütün temel özelliklerini ortaya koymuştur. İlk defa da 1946’da “Başyücelik Devleti” tasarımını Büyük Doğu’da on sayı devam eden yazılarında anlatmış; bu devletin yapısını, işleyişini ve temel kurumlarını açıklamıştır. 

Sonraki yıllardaki yayınlarda da buna dair yazıların yer aldığı ve İdeolocya Örgüsü kitabında son şeklinin verildiği görülmektedir. Bu devletin temel niteliği, ilahi emirlerin uygulandığı bir rejime sahip olmasıdır. Kur’an’ın emirleri devletin anayasası olup “hakimiyet milletindir” anlayışının yerini “hakimiyet hakkındır” anlayışı almıştır.

Başyücelik Devleti ütopyası köylerden üniversitelere kadar çok kapsamlı olsa da biz bu yazıda sadece Başyüce ve Yüceler Kurultayı üzerinde durup diğerlerini başka yazılara bırakacağız.  

NASIL BİR BAŞYÜCE?

Başyücelik Devleti’nde devletin başı Başyüce’dir. Devlette her ne kadar Başvekil, Başyücelik Hükümeti ve Vekiller Heyeti gibi organlar yer alsa da tek karar verici, Başyüce’nin kendisidir. Muhtemelen Necip Fazıl bu görev için kendini düşünmüş ve “tek karar mercii” yapmıştır.

O bu sistemi “yepyeni ve eşsiz bir örnek” ve “cumhuriyetin en ileri ve mefkûrevi şekli” olarak takdim eder. Bu devletin en önemli organları Başyüce ve Yüceler Kurultayı’dır. 

Kısakürek Başyüce’nin “iradeyi”, kurultayın ise “vicdanı” temsil ettiğini, bu iki organın uyum içinde çalışmasıyla “demokrasinin hiçbir zaman varamayacağı” hürriyet ve disiplinin sağlanacağı iddiasındadır. Zaten “Başyüce” imam olarak tanımlanmış, “seçilmiş bir kişidir”. O cemiyetin ve milletin seçtiği, benimsediği, nefsini en alt seviyede tutan bir “baş örnektir”.

“Kâmil bir fert” ve “millet üstü” olan Başyüce, İlahi kurallara aykırı emir veremese de onun her emri bir “kanundur”. Hatta Başyüce hem yargının hem de ordunun başıdır. Bütün yargılamalar onun adıyla yapılır, adalet onun adına sağlanır. Ordunun başında Necip Fazıl’ın verdiği isimle “Başbuğ” bulunsa da o da yine Başyüce’ye bağlıdır. 

Başyüce “en ahlaklı, en bilgili, en akıllı” kişi olup İslam’da “ülü’l emr” şeklinde ifade edilen en büyük irade ve icra makamıdır. Ancak bu sistemin uygulanması için Kurucu Meclis gereklidir. Kurucu Meclis de Yüceler Kurultayı olup “Başyücelik seçimi” için aday gösterme hakkına sahiptir. 

Başyüce tek dereceli seçimle halk tarafından beş yıl için seçilir ve tekrar seçilme hakkına sahiptir. Ancak Kısakürek kitabın 1976 baskısında seçimden vazgeçmiş ve seçimin Yüceler Kurultayı tarafından yapılacağını belirtmiştir. Zaten Başyüce için yaş sınırı olmadığından ölünceye kadar bu makamda kalabilir.

Necip Fazıl Başyüce’yi öyle bir konuma yerleştirmiştir ki, ona ölüm, hastalık ya da görevden çekilmeden önce yerine geçecek kişiyi belirleme hakkını da vermiştir. 

Başyücelik Devleti’nin önemli organlarından birisi de Yüceler Kurultayı’dır. Kurultay, “fikirde, sanatta, ilimde, siyasette, müsbet bilgilerde, askerlikte, idarede… eser, keşif, görüş, terkip ve dava sahibi, aksiyoncu…” kişilerden oluşacaktır. Bu yönüyle “kurultayın” bir “aydınlar aristokrasisine” zemin hazırladığı söylenebilir. 

Kurultay, toplumda “en iyi düşünen ve en iyi yapanlardan” oluşan bir kadrodur. Görüldüğü gibi Necip Fazıl, her tanımında mutlaka pratiği ve aksiyonu ilave etmektedir. Bu durum onun “aksiyon” yönünün daima önde olmasıyla ilgilidir.

Yüceler Kurultayı’nın duvarında “Hakimiyet Hakkındır” yazacaktır. Tahmin edebileceği gibi Kısakürek kurultayı “parlamentonun” yerine ikame etmekte ve Başyüce’den sonra ikinci güç yapmaktadır. Ancak parlamentonun aksine Yüceler Kurultayı’nın kanun yapma yetkisi yoktur.

Necip Fazıl, Yüceler Kurultay’ının üyelerini, manevi yönleri de güçlü kişiler olarak tanımlar. Onlar “imanda, ahlakta, samimi olmalı”, ferdi ve nefsi bir hayat yaşamamalıdırlar.

Yüceler Kurultayı’na doğrudan atama yapılması da mümkün değildir. Yücelerin bir kısmı “Başyücelik Akademyası’nda yetişen kişiler” arasından seçilirken diğer kısmı da ülkenin önde gelenlerinden önce aday sonra da üye olarak tayin edilir. Bu tercihleri yapan da elbette Başyüce’dir. Kurultay üyelerinin yaşları da kırk ile altmış beş arasında olmalıdır.

Necip Fazıl Yüceler Kurultayı’na, üyelerinin yüzde yetmiş beşinin onayıyla Başyüce’yi görevden alıp içlerinden birini geçici olarak tayin etme hakkı da vermektedir. O, kurultaydaki yücelerin sayısını nüfusa göre belirlerken Başyücelik Hükümeti’nin “bir Başvekil (başbakan) ve on bir vekilden (bakandan)” oluşacağını öngörmüştür. İlginç bir şekilde vekiller de başvekilin varlığına rağmen doğrudan Başyüce’ye bağlıdır. 

TÜRKİYE, BAŞYÜCELİK REJİMİ Mİ?

Necip Fazıl, Büyük Doğu Cemiyeti’ni bir siyasi partiye dönüştürmek için kurmuş hatta açık hava toplantıları bile yapmıştı. Bu amacını hiçbir zaman gerçekleştiremese de daha önceki bir yazımızda ele aldığımız gibi DP, AP, MSP ve MHP liderleriyle her zaman olumlu olmasa da bağlantılar kuracaktır. Onun bu ısrarlı diyalogları, ortaya koyduğu ütopyayı gerçekleştirecek fırsatı aramasıyla açıklanabilir. 12 Eylül darbesini desteklemesi de bununla ilgilidir.

Başyücelik Devleti ütopyasının da yaşadığı dönemin şartlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Örneğin “Başyüce” ifadesi, Atatürk için kullanılan “Yüce Atatürk”, “Ulu Önder” gibi sıfatlarının karşılığı olarak gözükmektedir. Necip Fazıl’ın icraatlarını sürekli eleştirdiği “güçlü Atatürk” figürünün karşısına yine “diktatör” denebilecek ölçüde “olağanüstü yetki sahibi” Başyücelik kurumunu yerleştirmesi ilginçtir.

Dolayısıyla “Başyücelik”, karizmatik ve otoriter bir lider olarak düşünülmüş,  “Ebedi Şef Atatürk” ve “Milli Şef İnönü” gibi bir konumda olup o, “kurtarıcı, kahraman ve hakiki şeftir”. 

Bunun yanında Necip Fazıl’ın CHP’nin oluşturduğu ve sonraki dönemde de devam eden “devlet bürokrasisinden” şikâyet etmesine karşılık bu kez de bir başka bürokrasi olarak Yüceler Kurultayı’nı tasarlaması da dikkat çekmektedir. 

Başyücelik Devleti’nin “ütopya” sayılmasına delil gösterilebilecek nedenlerden birisi de Necip Fazıl’ın Başyüce’yi halkın sorunlarından haberdar etme amacıyla tasarladığı Halk Divanı’dır. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde halka hükümdara dert ve şikayetlerini doğrudan aktarma imkânı veren uygulamalardan esinlenerek ortaya konulduğu açık olmasına rağmen Necip Fazıl bunu “üstün bir buluş” olarak adlandırmıştır.

Halk Divanı da Osmanlı ve Selçuklu örneklerindeki gibi Başyücelik Sarayı’nda yılın belli günlerinde herkesin katılımına açık bir şekilde gerçekleştirilecektir. Bunun amacı problemlerini çeşitli makamlara iletmiş ancak çözüm elde edememiş kişilerin şikayetlerini doğrudan Başyüce’ye bildirmeleridir. 

Necip Fazıl’ın Başyücelik Devleti ütopyasının İslamcı siyaseti nasıl etkilediği üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapılması gerekmektedir. Özellikle AKP’nin başlangıçtaki demokratik söylemlerinden adım adım uzaklaşarak adı “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” olsa da “çok geniş yetkilere sahip, sorgulanamaz bir liderlik ve rejimine geçişi”, Necip Fazıl’ın üniversiteler için kullandığı “külliye” ifadesinin Beştepe Sarayı’na verilmesi ve özellikle Yüceler Kurultayı’na benzer “bir danışmanlar ordusu” oluşturulması gibi uygulamalar, “Başyücelik Devleti’ni” akıllara getirmektedir.

Sonuçta Necip Fazıl’ın “cumhuriyetin ileri derecesi” dese de Başyücelik rejiminin demokratik olmadığı, bir kişinin ölene kadar ülkeyi yönetmesine imkân verdiği görülmektedir. Bu durum Necip Fazıl’ın “sahte kahramanların” yerine “milletin asırlardan beri yolunu gözlediği gerçek kahraman” beklentisiyle açıklanabilir. 

Ayrıca Başyüce’nin “kâmil fert, en akıllı, en bilge”,  “cemiyette en mütekâmil ve en ileri Müslüman şahsiyet” olarak tanımlanması veya Yüceler Kurultayı üyelerinin  “imanda, ahlakta, samimi” olmaları, ferdi ve nefsi bir hayat yaşamamaları gibi özellikler dikkate alındığında subjektif hususların hemen hemen her yerde öne çıktığı görülmektedir. 

Seçilmiş Kaynakça: N. F. Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, İstanbul, Büyük Doğu, 2018; M. Salimoğlu, Ötekilerin Cumhuriyeti: Necip Fazıl Kısakürek’in Başyücelik Devlet Tasarımı, AÜ SBE Doktora Tezi, Ankara, 2020; Necip Fazıl Kitabı, İstanbul, Zeytinburnu Belediyesi, 2015; A. İşler, “Türkiye’de Muhafazakâr Düşünürlerin Ütopik Devlet Anlayışları: Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç Örneği”, 3. UTAS Sempozyumu, Van, 2021. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Örtülü ödenekten aldığı paraları kumar masalarında ezen doğudan da batıdan da habersiz bir yarı aydının, sırf şairliği hasebiyle değeri olan ama dindar çevrelerde bir mücahid olarak algılanmış biridir Necip Fazıl. Onun zihninden sağlıklı bir yönetim modeli çıkmayacağı kesindir. Necip Fazıl’ın idealindeki lider, Hitler ve türevleridir. Hayatı yalan söyleyip hırsızlık yapmakla geçmiş Hırsız Recep’in Başyüceliği altında Necip Fazıl’ın ütopyasını yaşıyor isek; milletçe kumar oynayıp battığımızın resmidir.

  2. Yaşadığımız berbat bir süreç.
    Çok acılar yaşandı, yaşanan can kayıplarının, kaybedilen evlatların, yıkılan yuvaların telafisi yok.
    Ama yine de bu berbat süreçte iyi bir şey görmeye çalışacak olursak, bu gözümüzde bir zamanlar büyük denen insanların küçülmüş olmasıdır. Demokratik kültür, eleştirel düşüncenin önemini göstermiş olmasıdır. Popülizmin, milliyetçiliğin, ırkçılığın ne kadar kötü bir şey olduğunu gözler önüne sermiş olmasıdır.
    Necip Fazıl´ın Başyüceler Devleti eserini yıllar önce okumuştum. Ama bugünki anlayış ile değil. Dolayısı ile olumsuz bir eser olarak dikkatimi çekmemişti. Sonuçta onu önemli gördüğümüz insanlar da öve öve bitiremiyordu…
    Bugün aynı eseri tekrar okusam herhalde algım çok farklı olurdu. Tıpkı yukarıdaki yazıyı okurken farklı hissttiğim gibi.
    Necip Fazıl resmen bize bir diktatörlük rejiminin tarifini yapmış, biz de onu yere göğe sığdıramamışız.
    Neden?
    Millet diyorya. Yerli ve milli değerler diyorya. Din, İslam diyorya… Biz ondan daha iyi mi bileceğiz? Ayrıca bir kişi dine referans veriyorsa sorgulamak ve hatta eleştirmek bize mi düşer? Biz kim oluyoruz ki sorgulamaya kalkıyoruz!
    Kafa buydu, mantık buydu.
    Eğer bu anlayış Gençliğe Hitabe yazacak olsaydı şöyle diyebilirdi: „Ey Türk gençliği! Öncelikli vazifen senin ne kadar küçük, atalarının ne kadar büyük olduğunu anlamandır. Hep geçmişe dönük yaşaman, geçmişe bakman, geçmişe özenmendir. Gelecek geçmiştedir. Gücün ruhundaki eziklik duygusundadır. Teslimiyet özgürlüktür. Kendi kafanı kullanmaya kalkarsan sapıtırsın, yoldan çıkarsın. Geleceği düşünme, ataların gibi olmaya çalış…“
    Bu sürecin iyi bir tarafı varsa bireyi önemsemeyen, sorgulamayı önemsemeyen, dini referans gösteren herkese teslim olmayı öneren anlayışın foyasını dökmüş olması.
    Şimdi beni meşgul eden soru şu:
    Kütüphanemdeki Necip Fazıl eserlerini atık kağıt çöpüne teslim edip yeni eserler için yer mi açayım, yoksa bir devrin antidemokratik anlayışının örneği olarak tarihi belge niteliğinde muhafaza mı edeyim?

    • İdeolocya Örgüsü’nün Başyüceler kısmını okuyunca kitabı yakmıştım.Necip Fazıl büyük bir şair olabilir ama ideologluğu berbat.

  3. Necip Fazıl’ın bu yönleri enteresan. Ama o her şeyden önce bir aksiyon adamı. Bu yönüyle bir dönemin sembol ismi olmuş. Bütün İslamcı kitleyi ve HE’yi de çok etkilemiş.
    Vefatından 50 yıl sonra daha sağlıklı değerlendirmeler yapılıyor. Ama o günün şartlarında bir dava şairi olarak kabul görmüş.
    Bu ütopyasını okuyunca ben direk “keşke şair olarak kalsaydı” dedim.
    Allah rahmet eylesin.

  4. Hizmet siyasetle ilgili konularda Bediuzzaman yerine maalesef Necip Fazil’dan etkilenmis. Burda hala AKP goygoyu yapacagimiza -bize ne ki ister basyuce olsun ister diktator olsun- gecti borun pazari, asil biz bu konuma nasil dustuk onu irdelememiz lazim. Dogru konusa yanlis soru sorulmus

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin