YORUM | ASLI R. TOPUZ
Pi’nin Yaşamı filmi harikalarla doludur. Yokoluşla yeniden doğuş, Tanrı’dan nefretle O’na duyulan sevgi ve daha birçok zıtlık arasında pendulum gibi gidip gelen insan yaşamı ve kalp. Ama ne o Pasifik’te hareket eden, kimsenin bilmediği ada, ne her an onu yemek için bekleşen bir kaplan sayesinde hayatta kalışı, ne de diğer olağanüstülükler beni filmin en sonundaki yaşadığımız alelade dünyaya ait bir gerçeği kavrayış kadar etkilememişti. “İmana dair bir hakikati aklen kavramayı, bin keramete tercih ederim” manasındaki sözün derinliğini ve güzelliğini hissettiren bir sahneydi. Çünkü her an gözümüzün tam önünde olup bir türlü göremediğimiz bir şeyi bir anda görebilmekten daha sarsıcı ne olabilir? Peki neydi o sahne?
Batan gemi Japon bir kargo gemisi olduğundan, Japon iki görevli kazadan tek kurtulan Pi’yi hastanede ziyaret eder. Sigorta tazminatlarını değerlendirmek için geminin nasıl battığını öğrenmek isterler. Pi onlara her şeyi olduğu gibi anlatınca şaşkınlık geçirip, “Bizi aptal gibi göstermeyecek, basit, herkesin inanabileceği bir hikaye anlat” derler. Pi doğruyu söylese de, adamların ne demek istediğini, ne hissettiklerini kavramıştır. O yüzden inatlaşmaz ve hikayesini değiştirir. Sırtlan, Zebra, Orangutan ve Kaplan’la yaşadıklarını “aşçı, denizci ve annem” dediği kahramanlarla yeniden anlatır. Japonlar bu kez memnun olup ayrılır.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Bu olay bana insanların ve siyasetçilerin komplo teorilerine verdikleri tepkileri, sorunların anlatılış biçiminin sonuca gitmede ne kadar etkili olduğunu düşündürdü. Mesela iktidar olsan da muktedir olamadığını, sermayenin her zaman politikayı yönlendirmek isteyeceğini “Dünyada 5 aile var, her şeye bunlar karar veriyor” diye anlatmaya kalkarsan, kimse ciddiye almaz, aksine alay eder. Ama aynı sorunu Noam Chomsky, Rutger Bregman, Anand Giridharadas veya Elizabeth Warren gibi ortaya koyarsan, farklı görüşlerden insanlar bile inanıp destekler.
Mesela Chomsky 2014’te Rob Kall’la yaptığı bir röportajda aşırı servet sahibi milyarderlerin dünya için bir tehlike olduğundan bahseder. (1) Geçtiğimiz seçimde ABD Başkan adaylarından olan Senatör Elizabeth Warren, ülkenin belli başlı zenginlerinden sadece yüzde 1 daha fazla vergi alındığında, tüm üniversite ve kolej öğrencilerinin harç borçlarının silinebileceğini söylemiştir. Benzer bir çağrıyı, serveti 50 milyon doların üzerine çıkan Jeff Bezos, Elon Musk ve Mark Zuckerberg gibi isimlere “ultra-milyoner vergisi” konması için tekrarlamıştır (2). ABD’li gazeteci Anand Giridharadas, “Winners Take All” yani “Kazanan Her Şeyi Alır” (3) adlı kitabında belli elit çevrelerin vergiden kaçma, politikayı yönlendirme ve kendilerine karşı oluşabilecek muhalefet bloklarını daha ortaya çıkmadan etkisizleştirme yöntemlerini somut ayrıntılarla anlatır. Bana göre durumun özetini en güzel yapan, Davos 2019’a damgasını vuran tarihçi Rutger Bregman olmuştur. Davos 2019’da şu konuşmayı yapar:
“Bu benim Davos’a ilk katılışım ve dürüst olmak gerekirse, çok hayret verici bulduğum bir deneyim. Sir David Attenborough’nun gezegeni nasıl mahvettiğimize dair konuşmasını dinlemek için 1500 özel jet indi buraya. Geldiğimden beri insanlar ‘katılım, adalet, eşitlik ve şeffaflık’tan bahsedip duruyor. Ama daha hiç kimse asıl mesele olan ‘vergi ödememe’ sorunundan yani zenginlerin adil şekilde kendilerine düşen vergi payını ödememesinden bahsetmedi. Bu bana tıpkı şöyle hissettiriyor: Sanki bir itfaiyeciler konferansındayım ve hiçkimsenin ‘su’ kelimesini kullanmaya izni yok. Halbuki bu bir roket bilimi değil. İstediğimiz kadar saçmasapan hayırseverlik veya sosyal sorumluluk projelerinden, yol haritalarından bahsededip duralım, hatta konser vermesi için Bono’yu bir kere daha davet edelim. Ama işe yaramaz. Esas konuşmamız gereken konu vergiler, vergiler, vergiler (vergi adaleti)…” (4)
Görüldüğü üzere dünyanın gerçekten aşırı servet sahibi zenginlerle bir sorunu var. Buna ister “küresel elitler”, ister “corporatism”, ister “vergi adaletsizliği” deyin, isterseniz de kendi siyasi veya ideolojik görüşünüze uygun başka açıklamalar getirin. Ancak şunu akılda tutmak gerekir: Sorunun ortaya konuş, hikaye ediliş biçimi, hem ne kadar kişiyi hem de kimleri, hangi izleyici gruplarını ikna edebileceğinizi etkileyecektir. Dünyadaki ilgili olduğu kadar ilgisiz her soruna da “Bak işte bu kapitalizm” şeklinde standart cevap yapıştıranlar da, her şeyi “Dünyayı 5 Yahudi aile yönetiyor” diye açıklamaya çalışanlar da, çok farklı siyasi ideolojilere sahip olsalar bile aynı biçimde dalgaya alınacak, diyalog dışına itileceklerdir. Bu işin bir tarafı. Ancak bu insanları tamamen diyalog dışına itmek, her konuştuklarında ağızlarına “komplocu” gibi etiketler yapıştırıp geçmek, anlattıkları saçma diye bu insanların varlığını hafife almak sorunu çözer mi, yoksa başka sorunlar mı doğurur?
Bu insanların iddialarını çürütmek çok kolay. Mesela “Şu Amerikalı Yahudi aile” diye lafa girdiğinde, hemen o ailenin Amerikalı değil Avrupalı olduğunu söyler, üstüne de “Amerika diye bir ülke yok, ABD var” diye dalgamızı geçebiliriz. Ama son yıllarda tüm dünyada gittikçe daha çok insanın komplo teorilerine sarılmasının nedenleri anlaşılmazsa, anlattıklarıyla dalga geçtiğimiz bu insanlar bir şekilde hepimizin hayatını etkilemeye, zorlaştırmaya devam edecek. Peki neden en gelişmiş ülkelerde bile, özellikle pandemiyle birlikte, gittikçe daha fazla insan komplo teorilerine ilgi geliştiriyor? Bana göre bunun sebebi, insanların devletlerine ve hükümetlerine gittikçe daha az güven duyması ve onlar karşısında kendilerini gittikçe daha etkisiz, daha edilgen, daha küçük hissetmesi; ne yaparlarsa yapsınlar, kime oy verirlerse versinler, sonucun veya bişeylerin değişmeyeceği yönünde geliştirdikleri ümitsizlik ve bu ümitsizliği besleyen somut gelişmeler. Mesela insanlar Edward Snowden, Julian Assange, Li Wenliang ve eski Facebook çalışanı Frances Haugen gibi whistleblower’lardan ve Jeffrey Epstein Davası ve Panama Papers gibi skandallardan kendilerininki dahil birçok hükümetin ve politikacının uyuşturucu, kaçakçılık, fuhuş dahil birçok suça karıştığını, işadamlarınca rüşvete bağlandığını, Çin’in Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşları bile rüşvete bağladığını, hükümetlerin bir tarafta maske takmayanları coplatırken diğer tarafta hem salgını kasten saklayarak tüm dünyaya sıçratan hem de Uygur Soykırımı gibi suçlar işleyen Çin’i BM İnsan Hakları Konseyi’ne seçişini, Rusya’nın birçok ülkede rüşvet ve dijital yollar kullanarak seçimleri etkilemeye çalıştığını, Trump gibi işadamı kökenli politikacıların kendi aile fertlerine hükümette görev verip, uluslararası gezilerde devlet işlerini takip etmek yerine otel inşaatı anlaşmaları ve kızının moda şirketi için anlaşmalar imzalayıp gelmesini ve daha birçok skandalı, ayıbı, adaletsizliği izliyor her gün. Tüm bunların bir ağırlığı var. Bunları her gün duymanın, izlemenin bir ağırlığı var. Bunları zihninde işleyemedikçe ve vicdanında sindiremedikçe, kendi devletlerini seçimlerle veya en ses getiren protestolarla bile etkileyemediklerini anladıkça, halk çapında ve yıllar süren isyanların bile diktatörleri deviremediğini gördükçe, insanlar ya apolitik olup kabuğuna çekiliyor, oy vermeye bile gitmiyor ya da komplo teorilerine, hatta kehanetlere veya başka irrasyonel açıklamalara yöneliyor. Vatandaş olmak artık insanlara kendilerini güçlü ve yönetime dahil hissettirmeye yetmiyor; en demokratik ülkelerde bile bu inanç ve duygu zayıflıyor. İnsanlar kendilerindeki politik güç kaybının sebebini, dışardaki daha büyük bir güç yığılmasıyla açıklamaya çalışıyor; ne kadar aciz hissederse, dışarda varsaydığı güç de o kadar normalin ve rasyonel olanın dışına çıkıyor.
Siyasetçilerin insanları yeniden değerli ve ülke yönetiminde etkili olduklarına, talepleri kabul edilsin veya edilmesin seslerinin duyulduğuna inandırmaları, o insanları inandıkları irrasyonel açıklamalardan tam olarak vazgeçiremeseler de daha makul ve diyaloğa elverişli zeminlere çekmeleri gerek. İnsanları yok saymak veya onlarla dalga geçmek, onları sadece marjinalleştirir ve geri kalan herkesi zamanla onların öfkesine açık hale getirebilir.
***
Dipnotlar:
(1)
https://chomsky.info/20140213-2/
(2)
(3) https://en.wikipedia.org/wiki/Winners_Take_All:_The_Elite_Charade_of_Changing_the_World
(4)
https://www.youtube.com/watch?v=P8ijiLqfXP0
Yazar güzel bir yazı kaleme almış. Ancak sanırım bu ikinci yazısı ve okuyucular henüz kendisini tanımıyorlar. Acaba şimdiye kadar ne gibi çalışmalar yapmış, neler yayınlanmıştır? Bir blog veya internet sitesinde yazılarını gördüm ama TR 724 gibi bir tecrübeli bir sitenin önce çok değerli yazar hakkında bizleri bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyorum.
Mesela gerçekten bu isim kendi ismi midir, yoksa müstear mı? Youtube’da da aynı ismi gördüm ama google aramalarında böyle bir isim göremedeğimi belirteyim.
Bir de sayın Topuz’un sosyal medyadaki üslubunu tasvip etmiyorum. Burada tam bir “kalemşör gibi” davranıyor. En son birkaç tartışmadaki üslubu çok rahatsız ediciydi.
Mesela en son Bacık’a verdiği cevabı ben şahsen burada “seviyeli bir yazı” olarak okumak isterdim.
Sayın Yazar’a başarılar diliyorum.
Yazilarinizi beğenerek okuyorum. Tesekkur ediyorum. Yazilar biraz daha kisa olursa okunurluk süresi artmiş olur. Konular işlenirken konunun ana iskeletini de dağitmadan yazilirsa butünlük için daha iyi olur kanaatindeyim