Bir işin bizcesini ortaya koymanın bence güzel bir yolu, bencesini ortaya koyup, olanca kişinin kanaatleriyle ekleme ve çıkarma yaparak ortak bir kanaate ulaşmaktır. Bence yapılması gerekenler bunlardır. Bencileyin dertli olanlar üzerine bir şeyler koyar, beğenmediklerini suratıma çalarlarsa memnun olurum.
Tenkil belasına karşı yapılabilecekler konusunda geçen hafta zikrettiğim üç bence aksiyon özetle şunlardı:
- Hiç Tenkil yokmuş gibi olanca gücümüzle Hizmetlere sarılmak; yarın küresel bir Tenkil’le karşılaşılacakmış gibi temkinli olmak.
- Çayların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin okyanuslara aktığı gibi sonu AİHM’ye ulaşacak, orada önüne set çekilemez bir okyanus oluşturacak şekilde yerelde, çay misali, asla kaybedilmeyecek, küçük küçük hak ihlali davaları açmak. Hedef bir olsun, ama direk hedefe taş atmayalım. MİT’çiliğe soyunmuş Diyanet imam ve ataşelerine yönelik davaları, yerel makamlar ‘açın’ diye çağrıda bulunuyor. İhmal etmeyelim.
- Zihnimizin Tenkil ile işgal edilmesine müsaade etmemek. Hele hele çenelerimizin yuvarlandıkça büyüyen kartoplarını andıran Tenkil masallarıyla meşgul olmasına asla izin vermeyelim. Elle ve dille düzeltme faslı geçmiştir. Mazlumlara kalbî alakamız, zalimlere kalbî buğzumuz bakidir.
Daha başka ne yapmalı?
Bir defa ‘Allah’tan her ne geliyorsa, felaket ve esaret ambalajlı da olsa lütuftur’ değişmez prensibi çerçevesinde meseleye bakıp, en Celâlî fırtınaların dahi altındaki Cemâlî nefhaları tespit etmeli; o cemâli aramalı, o cemâle müteveccih olmalıyız. Elbette Tenkil’in de çiçekleri vardır veya olacaktır. Bir defa pek çoklarımız için, hele bütün hayat tortularını Türkiye’de bırakarak yeni bir hicrete yelken açmak durumunda kalanlarımız için dünyadan, dünya malından, dünyayla alakadan arınma dönemidir bu dönem. Konuştuğum herkes, çok ciddi ihtiyaçmış, onsuz yaşayamazmışız zannettiğimiz ne kadar çok şey olmadan da hayatın devam ettiğini keşfettiğini anlatıyor bana. Bu zoraki zühdü gönüllü bir zahitlikle taçlandırmak zamanıdır.
Bu dönem elbette bir ara dönemdir. Ve illa ki döneceğiz. Gücümüzü, gücümüzü aşan mevcut düşmana sarf etmek yerine, döndüğümüzde karşımıza çıkacak olan düşmanlara, cehalet düşmanına, iftirak düşmanına, fakr-u zaruret düşmanına sarf edecek şekilde takviye etmek, o post-Tenkil geleceğe hazırlanmak durumundayız.
Daha pratik şeyler söyleyeyim
Hapiste olsaydım, hapisten çıkmak fikrine bir vakit ayırıyorsam, hapisten sonra kuracağım yeni hayatın tefekkürüne on vakit ayırırdım. Dil öğrenebiliyorsam bir dil daha öğrenirdim. Hafızlık yapmak, tecvidimi düzeltmek, zeka oyunları oynayarak zihnî dinginliğimi korumakla meşgul olurdum. Dışarıdaki dünyanın mevcut haliyle değil, ben çıktıktan sonraki haline yönelik plan ve projelere bakan yönleriyle meşgul olurdum.
Dışarıdaysam, yıllardır Hizmet koşuşturmasında bitiremediğim doktoramı bitirmekle uğraşırdım. Bir yüksek lisans daha yapardım. Bir dil daha öğrenirdim. Kilo verirdim. Spor yapar, geri döndüğüm günlerde herkülvari koşuşturmalar gerektirecek günlere fiziken, ruhen, zihnen hazır olmaya bakardım.
Her nerede olursam olayım fıtratımın gereğini yerine getirmekle meşgul olurdum. Gönüllülük, Hizmet insanının en birinci vasfıdır bence. O zaman haftanın bir gününü, hiç Hizmet kurumlarıyla alakalı olmayan bir yerde gönüllü çalışarak geçirirdim. Belediyeye gider, ‘gönüllü olarak ders verebilirim, hastalara ilaç içirebilirim, sakat çocukların okula gidip gelmesine katkıda bulunabilirim, yaprak toplayabilirim’ derdim.
Tarihten örnekler
Tenkil benzeri tecrübeler geçirmiş olan milletlerin, cemaatlerin ve grupların bu tecrübelerden maksimum faydayı nasıl sağladıklarını çalışırdım. Hazreti İbrahim’in, Hazreti Musa’nın tiran baskısı karşısında yaşadıkları sürgünleri nasıl nübüvvet bahçesine dönüştürdüklerine bakardım. (Keşke bir ilahiyatçı aynı anda müstebit jakoben Firavun ve müstebit devşirme Karun ve sihirlenmiş bir millet olan kendi milletinin cahillikleriyle mücadele etmek zorunda kalan Hazreti Musa’nın Kenan sürgününden, Şuayib Aleyhisselam medresesinden, ve bu medresede kadınların üstlendiği muazzam rolden bahseden analitik bir yazı kaleme alsaydı…)
Sonra Yahudilerin Diasporayı, Ermenilerin Tehciri, Maoistlerin Büyük Yürüyüşü nasıl doğurgan bir tecrübeye dönüştürdüklerine bakar, ders alır ve aksiyonumu ona göre belirlerdim.
Sanıyorum, ilk olarak bir sanatla meşgul olmaya başlardım. Ben yapamıyorsam, bir sanatçıya kol kanat germeye bakardım. Şiirden uzak dururdum… Şiir kaybedenlerin sanatıdır bence. Romana, tiyatroya, müziğe, dijital ve in-situ icra edilen sanatlara yönelirdim…
Ben olsaydım, senin yerinde, böyle yapardım. Sen ne yapıyorsun?
Merhaba hocam. Bu yazinizi bunaldikca okuyorum ve kendime yeni alanlar kesfetmeye calisiyorum. Tesekkur ederim bu kadar guzel sekilde konuyu eke aldiginiz icin.