Hizmet kâbesinin sahibi Allah’tır; biz develerimize sahip çıkalım!
İman kalesi tehlikedeyse, zevke ve eşratü’s-saate im’an-ı nazar dalalete davettir.
Halife-i rû-i zemin arayışı, pek çokları zeminde Allah’ın halifesi olmak potansiyelinden uzaklaştırmış; hayr-i kalil için şerr-i kesir irtikap edilmiştir.
Sevgili okuyucum,
Düşünmeyecek, tartmayacak, eleştirmeyeceksen yukarıdakiler sana yeter. Gerisini okuma. Ahirette israf ettiğin vaktin hesabını bana soracağın bir gelecekten korkarım.
Hizmet bir manadır; bizler o mana güneşinin tecelli ettiği kabarcıklarız. Kurumlarımız, binalarımız, programlarımız, kamudaki imajımız hepsi, ama hepsi, gelip geçici kabarcıklardan, o mana güneşinin ışık tayflarını yansıtan cam parçacıklarından, aynalardan, pırlantalardan, elmaslardan ibarettir. Kimse o güneşi söndüremez. Olsa olsa kendisine gece yapar. Kendini aldatır. Amma tecellinin bekası, kabarcıkların ibkasına vabestedir.
Çamur atarak o güneşi söndürmeye çalışanların hali ne kadar komikse, üfleyerek o güneşin ateşini harlamaya çalışan sen de o kadar komiksin. Ey Hizmet’e sahip çıkmaya çalışıyorum zannıyla arkadaşlarını kırıp geçiren, ihvanın imtihanını ağırlaştıran nefsim! Sahip çıkmıyorsun; sahipleniyor, temellük ediyor, gasp ediyorsun!
Hizmet kâbesini asrın Ebrehesinin istilasından kurtarmak için gösterdiğin bu telaş, bu tehalük, bu tasannukarane çırpınış gösterileri! Halin, babasının yükünü taşımak için babasıyla mücadele eden çocuğun halini andırıyor. Ah ki bilsen! Şu, ‘ben yapacağım, ben engel olacağım, ben kurtaracağım’ gayretin, o Kâbe’nin asıl Sahibinin ebabilini göndermesini geciktiriyor… belki iptal ediyor…
Hiçbir şey yapamıyorsan, her gün bir dostu ara…
Rica ederim, bütün himmetini, bütün gayretini insan ve iman kurtarma davasına teksif et. Takatlerinin sınırlarını zorlayanlardan fazladan fedâkarlıklar isteme şimdi. Bırak o hizmet de yapılmadan kalsın, kalsın ki bu Hizmet eri de dairede kalsın… Yahu hiçbir şey yapamıyorsan, her gün bir dostu ara, “Gel bir saat iman tazeleyelim,” de, terk edilmiş bir sahabi mesleğini ihya et…
Şu Tenkil badiresi Eyyub Aleyhisselam’ın kalbe ilişen yaraları seviyesine ulaştı. Müslümanların yaşadığı coğrafya fürûatı bırakın, teferruatta boğulan, ama asla ait meseleleri ihmal eden zibidi müteşeyyihlerle doldu. İşte satranç oynayanı seyredeni zina edenle aynı kefeye koyan kafaya bak! İşte pantolonunun paçası yeterince uzun değil diye imamın arkasında namaza durmayı reddeden kafasıza bak! İşte Allah’ın yeterince Cehennem zebanisi yokmuş da, kimin cehennemlik olduğunu daha ölmeden tespit etmek vazifesiyle kendini vazifeliymiş gibi konuşan kifayetsiz fiyakalıya bak!
Böyle bir zamanda bütün himmet iman kalesini kurtarmaya teksif edilmeli. İmana taalluk etmeyen meselelerde bırakınız tecdidi ve içtihadı, tespit ve ihtisası bile muvakkaten terk etmek
İnsanlıktan yoksun İslamlık olmaz…
Her cemaatin, her tarikatın, hatta iman kaygısı güden her İslami siyasi oluşumun hocasını, şeyhini veya liderini zamanın kutbu, hatta mehdisi, hatta Mesihî dirilişin temsilcisi, Musavî şahlanışın yed-i beyzası görmeye hakkı var. Hem her mesleğin ayrı bir mehdisi, ayrı bir Mesihi olmak da caizdir. Ne var ki Allahsız İslam olmayacağı gibi, Muhammed’siz (Aleyhi ekmeli’t-tehaya) mehdi, gelenekten kopuk sözde Kur’an Müslümanlığı, abdestsiz namaz, edepsiz iman, insanlıktan yoksun İslamlık da olmaz.
Biz binbeşyüz yıldır Mehdisiz ve Mesihsiz yaşadık. İslam en büyük medeniyet sıçramalarını Mehdi ve Mesih beklentilerine girmediği dönemlerde yaptı. Ahir zaman alametlerinden olan bu şahısların geleceği haktır; ama her daim daima onlardan bahsetmek hak değildir. Halkın atalar kültüne revaç gösterdiği zamanlarda, aslında sünnet olan mezarlık ziyareti haram olduğu gibi; avam halkın her gördüğü uzun adama mehdiyet yüklemeye başladığı şu zamanda bu bahisleri açmak da şeriat-ı akliyece haramdır.
Rica ederim bana halkımızın ümide, pozitif düşünceye ihtiyacı var deme! O sözün altında “İnsanımıza her şeye nigehban olan Allah yetmedi, mehdiyet ve mesihiyetle onları bir arada tutmaya çalışıyoruz,” şirk kokan itirafı tınılıyor…
Silelim. Bu bahisleri, kalplerimizden, kafalarımızdan, kitaplarımızdan muvakkaten silelim…
Halife bahsine yer kalmadı… Bence bu, insanlıktan ve İslamlıktan uzaklaştığımız zamanda halife hayalleriyle sorunlarımızı hafife alan adamlara, ehl-i sünnet âlimler birlikleri kurup her yıl halife seçimini baş gündem yapıp sonra bir yerlerden gelen ‘daha vakti gelmedi’ telefonlarıyla seçimi erteleyen adamsılara, 1924’de gitmişti 2024’de gelecek masallarıyla toplumu bölen yüzyılcı İslamcılara bir tek ‘yuuha’ demek yeterdi.
Ama şu kadarını ifadeyle şimdilik yetineyim: İfası teknik olarak mümkün olmayan farzların hükmü mülgadır. Yani, abdestte eli yıkamak farzdır ama eli olana; namazda rüku ve secdeye gitmek farzdır ama beli bükülene… Ben fakih değilim; ama bir bayram namazının günü ve saati konusunda ittifak edemeyen Müslümanların halifenin şahsiyeti, hatta bırakın şahsiyetini, mahiyeti konusunda bile ittifak edemeyeceklerini görebiliyorum. Madem muhaldir, velev farz bile olsa, hükmü mülgadır… İlga olunmuş hükümleri çalışmak da vakit israfıdır.
Bu bahis, ne yapmalıdan, ne yapmamalıya kaydı… Üslubu da tasvip etmediğim kadar haşin oldu. Düşünen insanların eleştirilerini rahmet hazineleri olarak dimağıma gömmeye ve oradan neşv-ü nema bulacak fikir çiçeklerini temaşanıza sunmaya söz veriyorum…
Ne yapmali? Onbirin xxx’si yazi serisinin devamini bekliyoruz.
Mukemmek yazilarinizi defalarca okuyoruz…birikiminiz hayranlik verici…İnanin aktualiteye o kadar daldik ki gerceklere yeterince kiymet veremez olduk…Lutfen daha cok yazin zira ihtiyac cok ziyade…
Allah razi olsun malayaniyetlerle o kadar mesgulüz ki hayatin asıl gayesini unutmusuz hatırlattiniz ve kendimize getirdiniz bizi ….