“Nasibim bu kadarmış!”

YORUM | AHMET KURUCAN

Onu dinleyince Allah’a olan imanım bir kez daha ziyadeleşti. İnanın bana içimden bir şeylerin hop hop oynadığını hissettim. Sanki iç organlarım yer değiştiriyor gibi sesini sadece benim duyduğum bir gürültü kopuyordu vücudumun bir yerlerinde. Halbuki anlattığı şeyler çeşitli vasıtalarla ikinci, üçüncü şahıslardan ya da geleneksel ve sosyal medya platformlarından şimdiye kadar benzerini defalarca duyduğum, dinlediğim, izlediğim ve aklî düzlemde içselleştirdiğim şeylerdi. Artık onlar benim için değişmez ve değiştirelemez bir sabite ve bir hakikatti. Ama bu defa nedense farklı oldu. İhtimal ilk elden dinlediğim için ve ihtimal o zatın ihlası, samimiyeti, riya ve sum’adan uzak duruşu idi beni bu kadar etkileyen.

İmanım ziyadeleşti dedim. Zahmet edip uzak mesafelerden gelmiş hem taziye hem de bayram ziyareti diyerek evimize kadar teşrif etmiş olan ve o an karşımda oturan emekli öğretmen zat bana 15 Temmuz meş’um hadisesinden sonra hapis hayatında yaşadığı tahammülfersâ sıkıntıları anlatıyordu. Ama ne anlatma? Sanki anlattığı yer hapishane değil de cennet bahçesi. Çektiği sıkıntılar da onun haz, zevk ve lezzetini artıran unsurlar.

Şaşırdım. Hem de ne şaşırma! Kulaklarıma inanamıyorum denir ya halkımız arasında, kulaklarıma inanamıyorum. Fakat inanmak zorundayım. Çünkü bu öğretmen zat, etten kemikten bir varlık olarak karşımda ve yaşadıklarını anlatıyor. Bu noktada inanmama kendimi inkâr anlamına gelir.

Nihayet bir noktaya geldi ve söylediği üç kelimelik cümle beni can evimden vurdu. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sadece bakışımdaki hayranlığı ve o hayranlık içindeki derinliği artırabildim. Yaşadığı hadiseleri taçlandıran bir cümleydi o. Bana, Allah’a olan imanım ziyadeleştirdi dedirten cümle. Neydi o cümle biliyor musun? “Kaç yıl kaldınız içeride?” soruma verdiği cevap. Önce hiç de kısa sayılmayacak 5 yılı aşkın zaman dilimini aylarını da ilave ederek söyledi ve sözlerini şu cümle ile sonlandırdı: “Nasibim bu kadarmış!” Aman Allah’ım. Bu nasıl bir iman? Bu nasıl bir teslimiyet? Bu nasıl bir kadere iman ve Hakka tevekkül?

Tam o anda olmasada ilerleyen dakikalarda hemen hepimizin bildiği ve yatsı namazları sonrası camilerde veya yatağa girmeden önce ferdi olarak okuduğumuz Bakara suresinin son ayeti aklıma geldi: “Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez.” İşte bu ayetin etten kemikten bir varlık olarak tezahürü karşımda dedim içimden.

Buraya kadar yazdıklarımla sakin ola ki hapishanelerde ömür tüketmeyi olumladığım anlamı çıkarılmasın. Veya aynı hissiyatı yaşamayan, aynı duyguyu paylaşmayan, meseleye aynı perspektiften bakmayan dolayısıyla örneklerini gördüğümüz üzere intihara kadar uzanan, Hizmet hareketine hatta dine mesafe koyma ile neticelenen kabullenmezlikler yaşayan insanımızı dışladığım, onların imanlarını ve kararlarını sorguladığım düşünülmesin. Allah’a sığınırım böyle düşünmekten. Haşa ve kella derim. Şu gerçeğin farkındayım insanların imanlarının, Hizmet hareketine olan kabul ve güvenlerinin seviyeleri farklı. İşte bu farklılık zaten yaşanan hadiseleri izahta, çekilen sıkıntıları içselleştirmede var olan farklılığın da sebebi. Herkese saygım var. Benim burada anlatmaya çalıştığım şey karşıma çıkan bir örneği sizlerle paylaşmak. Meselelere böyle yaklaşan bir insanın bende uyardığı his ve düşünceyi anlatmak.

Bir şey daha anlattı o emekli öğretmen zat. Çok ilginç geldi bana. Devletin özgürlüklerini ellerinden aldığı bu meleknümûn insanlara ne türlü komplolar kurduğunu ama o komploların, o tuzakların nasıl da Allah’ın izniyle etkisiz hale geldiğini gördüm verdiği örnekte. 15 Temmuz sonrası kitlesel tutuklamaların olduğu ve o dört kelimelik rejimin herkesi kriminalize eden sihirli kelimesinin henüz yaygın olmadığı günlerde oluyor bu hadise. Hizmete mensup insanları üçer beşer kişilik gruplar halinde hırsızlık, yankesicilik, yaralama, öldürme vb. adi suçlar denilen suçları işleyen insanların koğuşlarına dağıtmışlar ve ‘bunlar terörist, vatan haini, darbeyi yapanlar, köprüdeki 250 kişinin katilleri vs.’ demişler. El altından da gardiyanlar vasıtasıyla “öldürme dahil her şeyi yapabilirsiniz, bunları yaptığınız takdirde hiçbir koğuşturma yaşamayacaksınız” diye de yeşil ışık yakmışlar. 

Planları açık; eğer adi suç mahkumları böyle kavga, dövme, öldürme gibi şeyler yapmaya kalkarlarsa bizim insanımız da tabii ki kendini müdafa edecek ve ortaya çıkacak arbedede çıkan sonucu arkadaşlarımızın üzerine atacaklar. Bunun kamuoyuna servisini de tahmin edebilirsiniz: “Biz size demedik mi bunlar terörist diye!” Sonuç ne olmuş biliyor musunuz? O mahkumlar belli bir müddet sonra namaza başlamışlar. Hamd O’na minnet O’na şükran O’na. “Onlar bir tuzak kurarlar Allah da onların tuzaklarını boşa çıkartır.” 3/54

Deniz Zengin Hanımefendinin “Kamp Hatıralarım” adlı kitabında okuduğum Nelson Mandela’ya ait bir cümle ile bitireyim. Bu kitabın üst başlığı da muhteva ile çok ama çok uyumlu: “Gidecek yerim yoktu, kendime geldim!” Mandela ise şöyle diyor: “Hayattaki en büyük zafer hiçbir zaman düşmemekte değil, her düştüğünde ayağa kalkmakta yatar.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin