YORUM | AHMET KURUCAN
Namaz kılmayan birisiyle evlilik hayatı yaşayacağını ihtimal çocukluğundan beri hayallerine dahi misafir etmediği için şokta olan birisinden bir mesaj aldım geçenlerde. ‘Eskiden kılıyordu, şimdi terk etti. Artık üzerime düşen vazifeleri yapmakta zorlanıyorum. Konsantre olamıyorum.’ Devamında evine, çocuklarına, eşine, çevresine kısacası kendini hayata veremediğini söylüyor. Görmedim, bilmiyorum, tanımıyorum ama tahmin etmek zor olmasa gerek: canlı cenaze gibi bir hayat sürdürüyor.
Evlilik hayatında mutluluk ve huzuru yakalamada birliktelikler, ortak paydaların çokluğu önemlidir. Hele bu din gibi eğer hayatınızın merkezine koyduğunuz bir şey ise, o mutluluğunuz olmazsa olmazı olur. Namaz hiç şüphesiz dinin aslî rükünlerinden biridir. “İslam beş esas üzerine bina edilmiştir” hadisinde zikredilen esaslardan biridir o. “Namaz dinin direğidir” özdeyişinin dayanak noktası bu hadistir zaten. Kur’an onlarca ayetinde namaza yer vermiş, namazın salih ameli teşvik, fuhşiyâtı terk gibi hususlarla ilişkisini gözler önüne sermiştir. Allah ile kul arasındaki münasebet itibariyle yeri başka şeyle doldurulmaz bir özelliği vardır namazın. Namazı ortadan kaldırın, yerine hangi ibadeti getirirseniz getirin namazın fonksiyonunu icra etmez, edemez.
Kadın olsun erkek olsun çocukluğundan beri namazını terk etmemiş, adeta onunla bütünleşmiş şuurlu bir Müslümanın eşinin namaz kılmaması durumunda bundan manen etkilenmemesi, yuvasının huzurunun bozulmaması elbette mümkün değildir. Bütün bunlarla beraber şunu unutmamalı, ap-açık bir inkâr söz konusu olmadığı müddetçe namaz kılmama insanı küfre sokan bir unsur değildir.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Dini açıdan namaz özelinde kısaca aktardığım bu bilgilerden sonra soru sahibine en kötü ihtimali nazara alarak şunu söyleyebilirim, eşinin namaz kılmaması tek başına evliliği bitirmeye, bir yuvayı yıkmaya götürecek meşru sebep olamaz. Başka bir ifadeyle tekrar edeyim; çifti boşanmaya sürükleyecek başka sebepler yok ve gerçekten tek sebep bu ise hemen boşanma kararının verilmesi doğru değildir diye düşünüyorum.
Daha düne kadar olmayan bu durum neden ortaya çıktı? Eş, neden namazı terk etti? Namazı terk eden açısından bir sorun olmayabilir. O, belki de bunu kendi içinde meşrulaştırıcı argümanlara sahiptir. Ama bu durum eşi için bir sorun ve evlilik hayatını etkileyen bir unsur olduğuna göre eşler konuşmaya buradan başlamalıdırlar. Gerekiyorsa evlilik terapileri almalı, bir psikiyatrist ya da psikolog uzmandan yardım talep etmelilerdir. İnancım o ki, hala karşılıklı sevgileri, saygıları, güvenleri var ise bu meseleye mutlaka çözüm bulacaklardır.
Gördüğünüz gibi kendi alanım olan namazla alakalı kısa bir değerlendirmede bulunup meseleyi uzmanına havale ettim. Şu itirazı yapabilirsiniz, “işi uzmanına havale etmene amenna ama cevabın toplamında namaza gereken ölçüde ve ağırlıkta yer vermediniz.” Doğru söylüyorsunuz, detaya girmedim ama söylenebilecek en özlü sözleri söylediğimi düşünüyorum. Fakat böyle bir itirazı dile getirenleri de çok iyi anlıyorum.
Şöyle ki bizler namaz kılmayı Müslüman olmanın beş şartından biri sayarız. Halbuki “İslam beş esas üzerine bina edilmiştir” beyanı ile “İslam’ın beş şartı” arasında fark vardır. Kimin formüle ettiğini bilmemekle beraber asırlardan beri bu anlayış ümmetin zihniyetine kazınmıştır. Yanlış mı? Yanlış olduğunu söylemiyorum. Fakat bu yaklaşım tarzı yani kelime-i şehadeti söylemenin, namazın, zekât, hac ve orucun bu denli öne çıkartılması söz gelimi adaletin, özgürlüğün, yardımlaşmanın ve en genel manada Kur’anî tabirle “salih amel” kategorisindeki davranışların arka planda kalmasını ve adeta önemsiz addedilmesini netice veriyor. Öyle ki ‘kelime-i şehadet, namaz, oruç, hac ve zekat vazifeni yaparsan diğerlerini yapmasan da olur ama yaparsan daha iyi olur’ gibi bir zihniyete kapı açıyor. Kimse aksini iddia etmesin, bugün Anadolu’daki Müslümanlık anlayışı bu zemin üzerine oturuyor. İslam dünyasında da farklı değil. Geçenlerde bir konuşma vasıtasıyla söyledim; kızını istemeye gelenlere kız babasının ilk sorusu herkesin bildiği gibi; “namazında niyazında mı?” Damat namazında ve niyazında ama ahlaksız, ticarette hile yapıyor, müşterilerini kandırıyor, fahiş fiyatla mal satıyor, karaborsacılık yapıyor. Ne yapacaksınız bu durumda?” dedim. Anadolu’da yok mu böyleleri bugün? Anadolu’ya haksızlık etmeyelim, İslam dünyası genelinde az mı böyleleri?
“Anadolu’da Müslümanlık anlayışı bu zemin üzerine oturuyor” dedim ama an itibariyle bu zeminin de eridiği ve yok olduğu kanaatindeyim. Namazında niyazında insanların yaptıkları gayri İslamî, gayri insanî, gayri ahlâkî davranışlar maalesef o zemini ve o zeminin üzerine oturan zihniyeti de yerle bir etti. Her neyse.
İslam’ın beş esas üzerine bina edilmesi ile beş şartı meselesine geri döneyim; “İslam’ın şartları nedir?” sorusunu sorarak Kur’an’a baktığımızda karşımıza çıkacak sonuç bu konuda bize fikir verebilir. Aliya İzzetbegoviç merhum bu gözle Kur’an a baktığı zaman iki şeyin ön plana çıktığını söyler: “iman ve salih amel.” Salih amel malum iyi ve güzel davranış demektir ve hiç şüphesiz iyi ve güzel davranış namaz kılmakla, oruç tutmakla, zekât vermek ve hacca gitmekle sınırlı tutulamaz.
Aliya önce şunu söyler: “Bir mantık kitabında tanımlama; onunla tanınabilecek ve diğerlerinden farklı olduğunu gösterecek bir şey” diye tarif edilir. Dahası tanımlama, şeyin ölçüsüne uygun olmak zorunda yani ona ne dar ne de geniş olmamalı, içinde sadece ve sadece kavramın mantıkî kapsamını ve içeriğini belli edecek zorunlu özellikleri taşımalıdır. Bundan ne daha fazla ne daha az.” Sonra tanımın bu çerçevesini nazara alarak İslam ile İslam’ın beş şartı arasındaki farka şu sözleri ile değinir: “İslam’ın şartları taşıdıkları isim dolayısıyla İslam’ı ihtiva etmesi gerekirken, Kur’an’ın bütün önemli hususlarını temsil etmemektedir.”
Doğru değil mi? Yukarıda işaret etmeye çalıştığımız husus da işte bu. Halbuki yine Aliya’ya göre böylesi hatalı bilgiler, eksik tanımlamalar beklenen etkiyi, istenen sonucu meydana getirmediği gibi işin aslını ve hakikati öğrenme çabasını da bloke etmektedir. Şu tespit ona ait: “Bugün İslam’ın şartlarının öğrenilmesi ve ezberlenmesi Kur’an’ı anlayarak okumanın yerini aldı.” Devam ediyorum: “Kısaltma metotları çok riskli ve bu sebeple de büyük sorumluluk taşır. Onlar, içlerinde ama fikrinin sakatlanması tehlikesini taşırlar. Yani insanlar kısaltılmış versiyonları, kısalığı, özeti, hazır tanımlamaları severler. Bu durum onları uzun ve zahmetli şahsi araştırmalardan kurtarır. Beş şartı ezberlemek Kur’an’ın bütününü araştırmaktan kolaydır.”
Bu satırları okurken aklıma çocukluğumuzda imam nikahı kıyan hocaların damat ve geline 32 veya 54 farzı ezbere saydırması geldi nedense. Sonra Aliya hiç de yabancısı olmadığımız bir hususa vurgusunu yeniler : “Herkes şu sonuca varıyordu, namaz kılıyor, oruç tutuyor, malının %2.5’ini veriyor ve hacca gidiyorsam, ben emin bir biçimde iki dünyanın saadetini garantilemiş oluyorum.”
1978 Eylül’ünde kaleme aldığı bu yazıda Aliya çok daha güzel noktalara temas eder. Yaptığı bir teşbih var ki insanı can evinden vuruyor. İslam’ın getirdiği evrensel insanî ve ahlakî bunca değere rağmen Müslümanların bugün içinde bulundukları pozisyonu havuza elbiseleriyle atlayıp da hiç ıslanmamaya benzetiyor. “Suyla dolu bir havuza atlayıp yine de kuru kalma becerisi” diyor. Son cümleleri ise şu; “İslam’da sadece Kur’an tam ve bütün bir hakikattir. O Allah’ın kelamıdır. Şartlar insanîdir, çok fazla insanî…”
Bir sonraki yazımızda devam edeceğim.
Ahmet Bey selamlar ,
Baska bir yerde ulasamadigim icin size buradan soru sormak istedim.
Ramazan geldi ve Corono virus salgini dolayisi ile disariya cikamiyoruz. Teravihleri her sene hatimli ya da normal okuyus ile cemaatle kiliyorduk.Bu sene boyle bir imkan yok.
Bir arkadasimiz tek başına kalınca geçmiş senelerdeki datalardan görüldüğü üzere teravihi ya hiç kılmıyor ya da ara ara kılıyor, biraz da inatçı, böyle yapıp namazı terk etmesi mi evla yoksa online olarak guzel okuyan birisinin evine online olarak baglaniz o sekilde kılması mı daha evladir.
Tesekkurler