Ana Sayfa Yazarlar Bülent Keneş Mutfakta biri mi var?

Mutfakta biri mi var?

Yorım | Bülent Keneş

Olup bitenlere bakınca eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi “İnsan gerçekten hayret ediyor!” Yaşananların akılla, mantıkla, izanla, hesapla, kitapla alakası kalmadığı için perde önünde cereyan eden hadiseler, perde gerisinde varlığı hissedilen ama elle dokunulup, gözle görülemediği için tarifi tam olarak yapılamayan gizemli aktörlere hamlediliyor. Böyle durumlarda ister istemez, yıllar önce bir reklamda ev sahibi gencin şaşırtıcı çay demleme performansı karşısında misafirlerinin hayret içerisinde söylediği o replik imdadımıza yetişiyor: Mutfakta biri mi var?..

Türkiye’nin dümende bulunan ve üstelik de oldukça kudretli görünen aktörler tarafından değil de bir başka irade tarafından evirilip çevrildiğini söylemenin komplo teorilerinden geçilmeyen bir coğrafyada ciddiye alınmama gibi büyük bir risk taşıdığının farkındayım. Ancak, paranoyak olmanız izlenmediğiniz anlamına gelmeyeceği gibi, her haliyle itici gücünün perde gerisinde olduğunu hissettiren tuhaflıklara ve çelişkilere bir izah getirmeye çalışan analizlerin doğru olmadığı da peşinen söylenemez. Bu tür analizlerin yer yer komplo teorilerinin puslu alanıyla kesişmesi, ileri sürdüğü tespit ve değerlendirmelerin değerinden bir şey kaybettirmez.

İPLERİNDEN ÇEKİLDİKÇE TUTARSIZ HAREKETLER YAPAN BİR KUKLA

10 yıl süren demokratikleştirici ve başarılı bir siyaset ile kitleler nezdinde güven objesi haline gelen/getirilen Erdoğan’ın hırslarından ve zaaflarından yakalanarak son beş yıldır o güne kadar söyleyip yapageldiklerinin tam tersi bir istikamete yönelmesinin gönüllü ve tamamen kendi iradesiyle olabileceğini söylemek kolay değil. Çünkü, 10 yıl boyunca yapılanların ve kendini inkâr anlamına gelen bu tuhaf yönelimin mantıki bir açıklaması bulunmuyor. Siyasal İslamcı fabrika ayarlarına dönmüş olması, Milli Görüşçülüğü aşan bir fanatizmle radikal İslamcılığa dümen kırmasının açıklayıcılığı ise, ancak bir yere kadar işe yarıyor. Erdoğan, kimler tarafından oluşturulduğu az çok tahmin edilen bir gündemin sadece kamuflajı, yer yer dökülen makyajı olmakla kalmıyor, icracı figüranı, iplerinden çekildikçe tutarsız hareketler sergileyen iradeden yoksun bir kuklası olma rolünü de oynuyor.

Geçmişten daha yakın zamana kadar ittifak yaptığı, birlikte yol aldığı tüm iç ve dış aktörlere sırtını dönüp, geçmişten yakın zamana kadar karşı olduğu tüm iç ve dış aktörlerle yol alır hale gelmesinin mantıklı bir açıklaması yapılamayınca, binde küsurluk bir siyasi cirmi olan Doğu Perinçek’in “Erdoğan’ı teslim aldık,” “Erdoğan bizim çizgimize geldi,” “Erdoğan’ı teslim aldığımız şurdan belli,” deyip birbiri ardına sıraladığı gerekçelerini anlamlı kılıyor. Siyasi cirminden ziyade devletin derin ve karanlık dehlizlerinde birbirleriyle iş tutan kirli güç odaklarından oluşan bir konsorsiyumun kamuoyu önündeki temsilini üstlenmenin sağladığı bir ağırlıkla konuşan Perinçek’in kendinden menkul olmayan sözlerinin bu anlamda bir kıymeti bulunuyor.

PERİNÇEK’İN ADINA KONUŞTUĞU DERİN DEVLET KONSORSİYUMUNUN GÜCÜ

Hatta, bizim tahmin etmekte güçlük çektiğimiz ama Erdoğan ve çevresindekilerin neye tekabül ettiğini çok iyi bildiklerini sandığım Perinçek’e cüret pompalamakla kalmayıp muazzam bir dokunulmazlık zırhı da sağlayan söz konusu derin dinamik sandığımızdan çok daha güçlü olabilir. Bu yüzdendir ki, kendisini la-yüsel makamında gördüğü için havadan nem kapıp en ufak eleştiri karşısında aslan kesilen, neredeyse kundaktaki bebeklere kadar hakaret davası açan Erdoğan’ın, mevzu Perinçek ve adamlarının hakaretleri ve aşağılamaları olduğundan süt dökmüş kediye dönmesinin henüz çözemediğimiz bir anlamı olsa gerektir.

Geçtiğimiz günlerde İran’ın Tesnim ajansına konuşan Perinçek, Erdoğan’ın nereden nereye savrulduğunu şu ifadelerle dile getiriyordu: “Dış politika, Batı Asya politikaları, teröre karşı mücadele, güvenlik siyasetleri buralarda bizim çizgimize geldi. Her adımda geliyor. Bir zamanlar onlar FETÖ ile beraberdiler, FETÖ’yle savaştılar. PKK ile açılım yaptılar, PKK ile savaştılar. Rusya’yı düşman gördüler, dost oldular. İran’a karşı Pers milliyetçisi diyerek saldırıyorlardı, ama şimdi el uzatıyorlar. Bunların hepsi Vatan Partisi’nin siyaseti. Oraya geldiler, gelmeye devam ediyorlar…”

Erdoğan ve avenelerinin 15 Temmuz kanlı tiyatrosu hakkında pazarladıkları tutarsızlıklarla dolu senaryo gibi hayati bir konuda bile, o senaryoyu yerle bir edecek “darbe girişiminden Erdoğan, MİT ve hükümetin önceden haberi olduğu”na dair sözleriyle gedik açmasına dahi bile tek kelime edilemeyen bir Perinçek’in sözcülüğünü üstlendiği ama tanımını tam olarak yapamadığımız bir güçle karşı karşıya olduğumuz aşikar. Cem TV’ye verdiği bir söyleşide de benzer sözleri tekrarlayan Perinçek, “Erdoğan’ı teslim aldığımız şuradan belli: Erdoğan FETÖ taraftarıydı, şimdi FETÖ’cülerle mücadele ediyor. Erdoğan BOB eş-başkanıydı. Şimdi ABD onu devirmeye çalışıyor.”

Perinçek’in yargı ile ilgili söyledikleri sözlerin yanısıra kendisini yargı adına konuşarak CHP Genel Başkanı’na garantiler verecek konumda görmesi kayda değer bir duruma işaret ediyor: “Türk yargısı altın çağını yaşıyor… Danıştay Başkanı’nın Kılıçdaroğlu ile polemiğe girmesini doğru bulmuyorum. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nu tutuklayacak bir yargı Türkiye’de yoktur.”

ERDOĞAN’IN İHANETİ DERİN ŞER ODAKLARINA HAYAT BAHŞETTİ

Yargıya hükmeden, içerideki sosyolojik aktörlere karşı iplerini ele geçirdikleri Erdoğan’ı istedikleri çizgiye çekebilen, dış politikada dün ak dediklerine bugün kara dedirtebilen bir dinamiğin faaliyette olduğunu söylemek sanırım aşırı iddialı bir tespit olmayacaktır. Devletin ve toplumun kılcallarına kadar nüfuz etme kabiliyeti olan o dinamik birdenbire türeyemeyeceğine göre, geçmişten beri var olan, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları ile beli kırılmaya çalışılsa da Erdoğan’ın ihaneti sonucu yeniden hayat bulan karanlık yapıların hiç olmadıkları kadar güçlü hale geldiklerini ve kafalarındaki Türkiye’yi kurmak için daha gözü kara bir şekilde hareketlendiklerini söyleyebiliriz.

Balyoz Harekat Planı, AKP’yi ve Gülen’i bitirme planı gibi türlü planları deşifre edilmiş olan, Dink’in öldürülmesinden Malatya Zirve Katliamı’na varıncaya kadar pek çok ters köşe hamlesiyle psikolojik harekatın şahikalarına çıkmayı başarmış bir yapılanmanın, bu konulardaki eşsiz bilgi, beceri ve tecrübesiyle kirli yakasından yakaladığı Erdoğan’ı avucunun içine alıp tepe tepe kullanması hiç de olmayacak bir şey değil. Zaaflarından yakalanmış Erdoğan’ı çöpe atmak ya da Cüneyt Zapsu’nun ifadesiyle üzerine “sifonu çekmek” yerine, geçmişte halk nezdinde oluşturduğu güveni medyatik operasyonlarla sürdürmesi sağlanarak, “28 Şubat’ın bin yıl sürecek planları”na kamuflaj ve makyaj olarak kullanmak, o işlerin erbabı olan derin dinamikler için uygulamada hiç de güçlük çekmeyecekleri fena olmayan bir fikir gibi duruyor.

Vardığı yer itibariyle Erdoğan’ın, Anadolu’nun yetenekli evlatlarının son 50-100 yıl boyunca giriştikleri varolma mücadelesinin tüm semerelerini tek hamlede yok edecek bir yıkımda koçbaşı olmaktan başka bir vazifesi de görülmüyor. Erdoğan kamuflajı ve makyajı üzerinden oligarşik devlete, belirli ailelerin elindeki tekelci ekonomik, kültürel ve siyasi güce alternatif olabilecek Anadolu’nun on yıllar boyunca ilmek ilmek dokuduğu birikimle büyük bir hesaplaşmaya girişildiği görülüyor. Bu birikimin en önemli kanallarından biri olan Hizmet Hareketi’ne yapılanlar ortada. Bu tecrübe, ülkeye ve dünyaya bir zamanlar umut veren AKP’den geriye kalan siyasi, ahlaki ve insani enkazın ne tür bir yöntemle bitirilebileceğine dair çok şeyler anlatıyor.

ERDOĞAN, AKP’Yİ BİTİRMEDE VEREN, ÖZDEMİR, GÜLERCE’NİN ROLÜNDE

Hizmet Hareketi’nin bitirilmesinde kritik roller üstlenen Nurettin Veren, Kemalettin Özdemir, Latif Erdoğan, Ahmet Keleş, Hüseyin Gülerce, Hayati Küçük gibi bazı karakter artıklarının bir zamanlar bu hareketin en üst noktalarında yer alanlar arasından devşirilmiş isimler olduğuna dair tecrübemiz, AKP’nin ruhu çekilerek moloza dönüşmüş enkazının da ancak benzer figürlerle silinip süpürüleceğine dair bize bir şeyler anlatıyor olmalı.

Şunu da ilave etmeliyiz ki, en önemli varlığı özgün ve makul fikriyatı ve köşeli olmayan bu fikriyat çerçevesinde yetişmiş insan sermayesi olan Hizmet Hareketi’nin her türden alçakça hamleye rağmen varlığını sürdürme şansı var. Kendisini hedef alan operasyon sonlandığında, varlığı menfaate, çıkara, ikbale indirgenmiş AKP’den ise geriye nesiller boyunca ibretle anılacak büyük bir utançtan başka bir şey kalmayacak. Gülen’i ve AKP’yi bitirme planında Hizmet Hareketi’ni bitirmede bizzat Fethullah Gülen Hocaefendi’yi kullanmaları mümkün olmayan dinamikler, yukarıda bahsini ettiğimiz ahlaksızları kullanmaya yönelmişti. AKP’yi bitirmekte ise, 5-6 yıl öncesine kadar ümit veren bu partiyi bir moloz yığınına çevirmekte kullandıkları Recep Tayyip Erdoğan’ı hala rahatlıkla kullanabildikleri görülüyor.

“ERDOĞAN İŞGAL EDİLMİŞ BİR ADAM” TESPİTİ TEYİD EDİLDİ

Hizmet Hareketi’ni bitirme operasyonu bağlamında Veren’in, Özdemir’in, Erdoğan’ın, Keleş’in, Gülerce’nin, Küçük ve benzeri şahsiyetsizlerin oynadığı rolü AKP’nin bitirilmesinde en başat rolü bizzat Erdoğan’ın kendisi oynuyor. Yıllar boyunca Erdoğan’ın yakınında yer aldıktan sonra, yolsuzluk ve rüşvetlerine tahammül edemeyerek arasına mesafe koymuş, Erdoğan’ın sönmeyen intikam ateşi yüzünden şu an cezaevinde bulunan bilindik bir yazar, yıllar önce “Erdoğan işgal edilmiş bir adam,” dediğinde itiraf etmeliyim ki hepimiz çok şaşırmıştık. Bugün o tespitin haklılığını daha iyi anlamakla kalmıyor aynı zamanda nasıl bir güç tarafından işgal edildiğini de az çok tahmin edebiliyoruz artık. Eminim ki, bu işgalde dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la yaptığı Dolmabahçe görüşmesinin rolü de bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

Bu yazılanları Erdoğan’ın son yıllarda nereden nereye geldiğini, neyden neye dönüştüğüne bakarak bile teyid etmek mümkünken, elimizde çok daha fazla teyid imkânı bulunuyor. Erdoğan’ın çevresine üşüşen tiplerin kimler olduğu ya da Erdoğan’ın iş tuttuğu kirli derin devlet aktörlerinin bu dönemde nasıl yeniden aktörleşebildiği anlamak isteyene çok şeyler anlatıyor olmalı. Bahçeli’nin partisini harcama pahasına bir siyasi parti lideri olma iddiasından vazgeçmesine, Efkan Ala gibi bir Erdoğan fanatiğinin harcanması pahasına Mehmet Ağar’ın mirasçısı Süleyman Soylu’nun en operasyonel aktör haline getirilmesine, Numan Kurtulmuş’un kişiliğini paspas edip Erdoğan’ın kaçak sarayına kapılanmasına, jölelisinden yalakasına, hırsızından mafyasına kadar geçmişin tüm derin devlet aktörlerinin bugün Erdoğancı kılığında sahne almış olmasının ne anlama geldiğini anlamamak için sanırım ahmak olmak lazım.

Özellikle Hizmet Hareketi mensuplarına yapılan zulümlerdeki rolleriyle ve dillere destan hırsızlıkları, yolsuzlukları ile herbiri bir diğerinden daha kirli aktörler haline gelen belediye başkanlarının görevden cebren el çektirilmelerine yönelik girişimleri bir de bu gözle okuyun derim. Şayet Abdurrahim Karslı, Ali Bulaç ve Abdurrahman Dilipak’ın daha önce ifşa ettiği gibi taa en başından bir proje değilse, süreç içerisinde zaaflarından, pisliklerinden yakalanarak devşirilen Erdoğan’ın bugün AKP’yi bitirme bağlamında oynadığı rolün, içinde bulundukları Hizmet Hareketi’ne ve en az 30 yıllık dostlarına ihanet etmiş satılık alçakların oynadığı rolden farkı bulunmuyor.

AKP’LİLER ERDOĞAN MAŞALIĞINDAKİ MUAZZAM YIKIMI HAK ETTİ

Yalnız arada çok önemli bir fark bulunuyor. Bütün iftiralara rağmen masumiyetini korumayı başaran Hizmet Hareketi böyle bir ihaneti hakedecek bir şey yapmamıştı. Erdoğan ise, tüm insanlık ve ahlak dışı zulümlerine, hukuksuzluklarına, yalan ve iftiralarına rağmen kendisine tapınanlara sadece hak ettikleri o ibretlik sonu fazlasıyla yaşatacak. Efsunuyla kör oldukları Erdoğan’la özdeşleştirdikleri hem paralarıyla, hem de huzurlarıyla sınanacaklar. Bu feci gidişat engellenemezse malları, mülkleri, huzurları ve evlatları üzerinden çok ağır bedeller ödemek zorunda kalacaklar.

“İhanet ettik” sözünü bile ayakta alkışlayacak kadar Erdoğan hayranlığıyla aklı alınıp ahmaklaştırılmış dindar kitleler başörtülü askeri öğrenci, polis memuru, hâkim; imamın kıyacağı resmi nikah ve benzeri göstermelik şovlarla oyalanadursun filmin sonuna gelindiğinde geriye 1930’ların, 1940’ların Türkiye’sinden de beter bir ülke kalacak. Öyle bir Türkiye ki, din adına ne varsa toplum nefret ettirilecek. Belki camiler de dahil olmak üzere din adına var olan tüm kurumların üzerinden resmen silindir gibi geçilecek.

Erdoğan’ın olsa olsa ancak Tuzsuz Bekir’inki kadar rolü olan senaryosu başka yerde yazılmış, yönetmeni perde gerisinde olan bu muvakkat gölge oyunu bittiğinde, perdeler inip ışıklar açıldığında ortaya çıkacak manzara, milyonların el birliğiyle alkış kıyamet oluşmasına katkı verdikleri korkunç bir yıkımın enkazı olacak. Gidişat böyle devam ederse bu korkunç enkazı yaşayan görecek… Bekleyin…

2 YORUMLAR

  1. berrin
    eveeetttt yazının başına baktım ve sonuna ulaşmanın imkansız olduğu kanaati yavaş yavaş içimde yeşerdi..Anladım ki yine yeniden sakin kafayla okunması gerekli ,labirentte yol bulmaya çalışan insan misali dikkatlice okunacak bir roman. Yani anlaşılan o ki Andrzej Wajda nın tiyatro turnesinde sahneye uçarak gelen tavığın ,özgürlük kartalı ilan edilip ayakta alkışlaması kadar trajediyle karşı karşıyayım...
  2. Elkürdi
    Kardeşim bu kirli yaratık kimse tarafından işgal edilmiş değildir bu kirli yaratık haset kin nefret kıskançlık tarafından işgal edilmiştir bu kirli yaratık bence din düşmalarana kendisi gidib hizmeti bitirme teklif etmişdir onlarda körün aradığı bir göz alsana iki göz mesele birde bu nevdi belirsiz askerin din düşmalığı tecrübesinden faydalanmayı çok iyi bildi onlarda ona onlarca senenin istihbarat bilgilerini onun önüne serdiler oda nasıl bitireceğini onlara kendi pilan projesini sunmuştur