PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM
Nefret almış başını gidiyor. Olaylara ve olgulara yalnızca kendi açılarından yaklaşan insanlar çoğunlukta. Karşısında kim varsa ötekileştiriyor ve şeytanlaştırıyor. Yarattığı düşmanlara göre konum alıyor, grup aidiyetlerinin arkasına sığınıyor. Tribünlere oynuyor, nehrin akış yönünde kendini suyun debisine bırakmış, gayretsiz ilerliyor. Başkalarının mutsuzluğundan mutlu oluyor. Bir “Schadenfreude” hali, bir dört cephede teyakkuz, bir savaş, bir dövüş! Bu hengâmede bebekmiş, çocukmuş, hamileymiş, yaşlıymış, kadınmış, hiç önemli değil. Kolektifinin karşısında olan her insanı gıyabında mahkûm etmiş, oh ne ala.
Türkiye’deki taraftarlaşmış ve yandaşlaşmış kitlelerin psikolojisi çok derin bir yaradır. Rejimin devşirdiği aparatlar bu insan tabanından çıkıyor. Profiller fabrikasyon üretim gibi, birbirinin aynısının tıpkısı, ideolojik ve dünya görüşü farklılıklarına karşın büyük bir uyum halinde, rejime rükû ediyor. İnsani hiçbir ölçüte göre onaylanmayacak, desteklenmeyecek, tasvip edilmeyecek, hatta tolerans gösterilemeyecek bir pozisyon, en geçer akçe olmuş, toplumsal ilişkilerde evrensel mütedavil para gibi, sosyal alışverişlerde kullanılıyor. Kimse şikâyetçi değil, çünkü etik filtreler ortadan kaldırılmış durumda.
Nobran, acımasız, hain, zalim, zorba, nemrut, kıyıcı, kalpsiz, yırtıcı bir insan prototipi, gün be gün daha da yerleşiyor. Yeni nesil, karşılıklı sevgi ve hoşgörü nedir, bilmeden hayatlarına devam ediyor. Tiksindirici, berbat, iğrenç, mendebur bir toplum içerisinde küçük bir azınlık “Ne olur bizi kurtarın!” bile diyemiyor.
Bu ana akımın, bu genel profilin, bu hâkim eğilimin, bu geçer akçe normalitenin dışında olanlarda bir tuhaflık olduğu, bunların muhtemel “FETÖ’cüler” ya da “bölücüler” olduğu su götürmez bir gerçekmişçesine genel kabul görüyor. Adeta doğrular yanlış, yanlışlar doğru olmuş. Kafalar o denli karışık ki, mantık silsilesi, rasyonel akıl, muhakeme, düşünme, okuduğunu anlama, bağlılaşım ve münasebet kurma gibi insanı insan yapan en temel özellikler sanki ortadan kalkmış.
Özetle ahlak ve akıl yok olmuş…
Çıkar, biat, nema, fayda, hisse, kar, kazanç, temettü ve tecessüs yönelimli bir parazit yaşam biçimi, bir tür çarpık evrim, bir nevi varlıksal değişim meydana gelmiş, bir geniş topluluğu dünya görüşlerinden ve bireysel biricikliklerinden bağımsız olarak aynı kabın içine koyup karıştırmış, homojen bir kötülük kokteyli oluşturmuş. Canavarlaşmış muktedirler bunu her gün kana kana içiyor ve doymak bilmeden bardaklarının bir daha, bir kez daha dolduruyor.
Mutfak dolabına gizlenmiş adamı arayan polis, işte bu toplumun kolluğudur.
Kötü, şer, musibet, uğursuzluk, fenalık, habis, ecinni veya iblis, adını ne koyarsanız koyun, bu insanın içinde zaten var olan acımasızlıktır. Bu içimizdeki açığa çıkmayı sabırsızlıkla bekleyen şeytanı baskılayan en önemli erdem, etik ve ahlaktır.
Teolojik veya psikolojik açıklamalar, betimlemeler ve izahlar, bireysel temellerde insana eklentili bu şeytana tanı koymamıza yardımcı olabilir, onun patolojisini tedavi etmeye girişebilir. Ancak kitleselleşmiş, kolektifleşmiş, güç birliği içerisinde kudretini ve yıkıcılığını kat be kat artırmış bir zincirleme kötülük tepkimesine karşı ne yapabiliriz? Ahmet Altan’ın yaptığı gibi edebiyatın gücüne sığınarak onu etkisizleştirmek mümkün mü? Yoksa medya ve popüler kültür üzerinden, sosyal medya aracılığıyla, bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadeleye girişerek onu her açığa çıktığında deşifre etmek mi doğru yol? Özgür iradesinin tanrısallığına ya da tanrısal ruhtan edinildiğine inanılan insan türünün Türkiye’de vurduğu kıyı maalesef budur.
Mutfak dolabında iki büklüm saklanan ve kendisini arayan polislerce bulunduğu an videoya kaydedilen “FETÖ’cü” adamın sosyal medyaya düşen haberinde tırnak içine alınmayan “FETÖ” kavramına mı hayıflanalım; onu oraya, o şekilde yazan editörün motivasyonuna mı odaklanalım, yoksa haberin altına yazılan yorumlarla mı ilgilenelim? Her birinin ortak özelliği bu yazının konusudur. İnsanın insan olma macerasında gidişatın sürekli ileriye doğru olmadığını bize bizzat yaşayarak öğreten toplumumuza belki de teşekkür etmeliyiz. Öyle ya, bizi daha bir derisi kalın, daha bir yıpranmış, daha bir bitap, ama çok daha bilge kıldılar, sağ olsunlar!
Bazıları içinden çıktığım topluma neden böyle kızgın olduğumu soruyor.
Ben açıkçası bu soruyu soranları anlayamıyorum.
Eskilerin sukut-u hayal veya hüsran dediği düş kırıklığının bir barometresi var mıdır? Mutfak dolabından çıkan “FETÖ’cü” videosu sadece insan olsanız sizi de o duyguya boğar. Böylesi bir ortamda umudun kapıları kapalıdır. O kapıların açılmasıysa bir insanın isteğine veya iyi niyetine bağlı değil.
Bu cevabı versem anlarlar mıydı?
Kalp, kalbe karşı derler. Türk milleti de, sen ve senin gibi Türkiyeliler hakkında benzer fikirlere sahip bay Çaman.
Zaten Türkiye’de kiracıydın, Türk milleti ile uyuşan hiç bir manevi değerin yoktu. Eee, öyleyse ait olduğun, kendini bulduğun yere gitmişsin, ne güzel işte.
Hem Türk milleti için, hem senin gibi Türkiyeliler için en doğrusu bu değil mi. Hatta diğer Türkiyelileri de yanına al, lütfen.
Ya bir bitmediniz. Ben bir Türk milleti mensubu olarak Efe çaman gibi düşünüyorum . Ne yapalım şimdi çıkıp gidelim mi ülkeden. Hadi bende güç var diyelim senin gibi türkiyelileri ölçtüm biçtim ve hiç bir manevi uyuşmazlığınız olmadığına karar vererek ülkeden gitmeye zorladım seni . Ne yapacaksın şimdi ? Sen kimsin Türk milletinin sözcülüğünü yapıyorsun ? Etrafındaki üç beş keko senle aynı düşünüyor diye herkesi aynı mı zannediyorsun . Bana kalsa sizin gibi kanser hücrelerini başka ülkeye bile göndermem yazıktır onlarada . Kesip atmak lazım sizin bulaştığınız organları.
Cevap veremediğimi düşünme, sizin o çok demokrat denetimden geçmiyor.
Dinle: https://www.youtube.com/watch?v=jGWgwQBx1-E
Beslendigin Bati Medyasinin insanligi nasil sömürdügünü anla!
Efendim aklî olarak ne kadar uğraşsanız da bu dünya görüşünüzle pek de ahlaktan bahs etmenize hakkınız yoktur. Sizin için yalnızca nef’iyyet (utilitarianism) üzerine binâ edilecek bir kânunlar mecmuâsı olabilir. Bir mukâvele-i ictimâiyye (toplum sözleşmesi) olabilir. Sizlere âcizâne ahlaktan bahs ederek kendinizi ahlaklı göstermeğe uğraşmamanızı teklîf ederim. Dürüst olup tendiklerinizi mütemâdiyen takdîs ettiğiniz hürriyet ve ferd mefhûmuna tahsîs edip yalnızca onlardan bahs etmeniz daha münâsib olur. Hâricen yazılarınızda yazdığınız lisân da hakîkaten Türkçe lisânının ne hallere düştüğünü gösteren ibretâmiz bir numunedir.
Tamam hadi şovunu yaptın . Şimdi yazdıklarını günümüz Türkçesine yani benim anlayacağım seviyede çevir ve Mehmet Efe Çamanın neden ahlaktan bahsedemeyeceğine açıklık getir . Senin hangi ahlak kriterine uymadığını açıkla . Benide bilgilendirmiş olursun bir daha yazarın yazıları karşıma geldiğinde bu adam ahlaksız biriydi diye hatırlarım
Ne kadar acı şeyler bu anlattıklarınız, korkunç şeyler korkunç
Türklüğümden utanır hale geldim
Çok daha ilginç bir şey söyliyeyim Türklükle alakalı; Bugün Dünyadaki bütün Türk devletleri esaret altındadır. Özgürlükleri yok ite kakıla sürü halinde yönetiliyorlar. Tamamı PUTIN’in emrinde, buna en batıdaki Macaristan bile dahil
Türkiyedeki bütün fraksiyonlar MUHAFAZAKARDIR, Komunistler, Aleviler, Kemalistler, Tarıkatçılar, CHP MHP HDP AKP ne varsa Türkiyede tamamı muhafazakardır. Türkiye 100/100 muhafakar bir toplumdur
Muhafazakarlardan AYDIN çıkmaz. Yukarıya kuyruk, Aşağıya kırbaç sallar
Değerli Mehmet Efe ÇAMAN ! İYİKİ VARSIN!
Efe Çaman bey kendinizi ifade etme anlamında bu kadar hafakan yasamayiniz. Bütün güç ve kudret rabbin elinde. Allah kimine en ince olayı bile apaçık gösterir kiminede gözünün önündekini başka gösterir. Kalpleri yalnızca Allah bilir. Hangi günahın bedeli hangi musibettir biz bilemeyiz. O nedenle bu dünya fanidir. Bizler birçok şeyin farkında bile olsak irademiz ve gücümüz rabbimizin izin verdiği olcudedir. Karsinizdakilerin sizleri anlamamasi onların körlüğü veya bedbahtligi da olabilir geçmişte isledikleri günahların ilahi takdir olarak lanetlenmiş karsiligida. Sizde bu hususlarda ısrar etmemeli görevinizi yaptıktan sonra Allah’a havale etmelisiniz. Kendinizi de bu ölçünün dışında gormemenizi tavsiye ederim naçizane. Tespitlerinizin hepsine vaka olarak katılmakla birlikte kesin ve kati hüküm ve değerlendirmelerinizin tarafsizliginizin net yalın ve adil olmasina bağlı olduğunu hatırlatmak isterim. Gün gelip eline silah almış yapı ve grupları nerdeyse haklı ilan ederken gün gelip adaletten dem vurup hafakanlar yaşıyorsanız bilinizki bu ülkede hem mağdur olup hem silahlanmayip hemde adil olmaya çalışan her milletten insanlar var. Birde bu insanların seslerini çıkaracakları mecralar yoktur sizler gibi. Bu nedenle sistemin enbuyuk mağdurlarını tanımlarken yapabileceğiniz en ufak bir ongorusuzluk sizlerin tarafsizliginizin sorgulanmasına neden olabilir. Yazdığınız yazılarında tam anlamı ile anlasilmasina engel olabilir. Samimi olduğunuza inanıyor fikrinizi açıkça belirtmenizi gayet normal buluyorum.
Ahlak gerçekten yok mu oldu? Önceden var mıydı?
Ahlaki, insani bir sıkıntı olduğu ortada. İnsanlar belli isimlerle şeytanlaştırılanların masum olduğunu biliyor. Bildiği halde bu cadı avının sorumlularını seçmekten geri durmuyor. Propagandanın etkisi var bunda. Ahlaki duyarsızlık ve tutarsızlık var. Tabii, çaresizlik de var. Biz ne yapabiliriz, devlet varsa bu işin arkasında düşüncesi var.
Bu tablodan bizzat siyasiler mi daha çok sorumlu, geniş toplum kesimleri mi, yoksa belki aydın denebilecek, eli kalem tutan, ağzı laf yapan kişiler, kanaat önderleri mi, tartışılır.
Şu bir gerçek ki, ahlaklı olmak, ahlaki kurallara uymak sadece insanı bir değer değil. Hayata yansımasında toplumun düzeni, demokrasi, hukukun üstünlüğü, güdümsüz medya gibi faktörler de önemli.
Demokrasinin korunabildiği yerlerde ahlaklı olmak daha kolay. Çünkü ödenecek ağır bedeller söz konusu değil. Belli haklar için sokaklara çıkanların polis copu yeme, işinden gücünden olma ve hatta hapislere girme riski yok.
Diktatörlüklerde ise durum farklı. Bir defa kaybettiniz mi demokrasiyi, ahlaklı olmak, vicdanının sesini dinlemek her babayiğidin karı olmuyor.
İnsanlardan bunu ne kadar bekleyebilirsiniz? Coluk çocuğu var, sorumluluk taşıdığı insanlar var.
Şimdi asıl soru şu: Türkiye´de demokrasi nasıl kaybedildi? Hangi aşamaları var bu işin? Ve bu işte cemaatin sorumluluğu nedir? Geçmişte hangi hatalar yapıldı? Hangi seçimlerde, referandumlarda yanlış yerlerde konumlanıldı?
Şimdi “Hoceefendi demokrasiden dönüş yoktur” dedi demenin de fazla bir anlamı yok. Onu herkes söylüyor. Hangi tavırlar, konumlanmalar, somut adımlar bugünlere gelen süreci tetikledi, destekledi?
Türkiye´de farklı kesimler birbirlerinden çok farklı değil. Bu kesimlerin pek demokrasi derdi de yok. Önemli olan ideoloji, dava. Bu uğurda insanlar çok rahat feda edilebilir. Temel ilke: İnsan hiç bir şey, ideoloji her şeydir.
Demokrasi konusunda belki en kötü durumda ise muhafazakar, dindar kesim. Orada her şey dini ritüeller etrafında döner, insanlardan da yat din, kalk din odaklı yaşa beklenir. Din, içinden çıkılması zor ve aslında kimsenin de tam uymayı beceremediği bir karmaşık kurallar yumağıdır.
Demokrasi, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, farklı yaşam tarzlarına özgürlük gibi konular ahirete bakan konular olmadığı için çok önemli veya insanları heyecanlandıran konular değildir oralarda. Bunlara göre, başörtüsüne sahip çıkan cennete giden yoldadır, hukukun üstünlüğü konusu duyarlılığı olan başı açık bir avukat ise ahirete faydalı bir iş içinde değildir.
Öyle olduğu için de yaşanılır bir düzen kurulamaz bir türlü, ama dünyaya ahlakı biz getireceğiz komikliklerinden de geri durulmaz.
Vatandaşı dolapta saklanmaya zorlayan aslında hepimiziz. Ama herkes sorumluluğun öteki taraftaki kısmını görüyor.