Yorum | Doç. Dr. Mahmut Akpınar
İstişare, meşveret bizim dünyamıza ait kavramlar ama bu kavramların hakkını ne kadar veriyoruz? Kur’an’da Hz. Peygambere dahi “işlerini onlarla istişare ile yap!” (3/159) denildiği halde bizler bu hayati esasa ne kadar uyuyoruz? Allah’ın teyidiyle, vahiyle müeyyed Hz. Peygamber arkadaşlarına, bilenlere danıştığı, katılımı, paylaşımı esas aldığı halde bizler neden uzmanlığı, meşveret edilecek insanları yok sayıyoruz? Geçen asrın başında Bediüzzaman “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şura’dır” demiş. Ama başta ona uyma iddiasındaki bazı kesimler tek adam rejimini coşkuyla destekliyor. Ağzından “meşveret”, “istişare” düşmeyen dindarlar otoriterliği yüceltiyor, herşeyin bir adama bağlanmasını meşrulaştırıyor. İslam’da en büyük günah şirk olmasına rağmen cemaatler-tarikatler mistik ve metafizik güçler atfederek liderlerini, önderlerini kutsamaktan, sorgulanmaz, eleştirilmez bir konuma koymaktan kaçınmıyorlar. Bu arada artık AKP’de, partiye “dini misyon”, siyasi lidere “kutsal anlam” yükleyen bir cemaate dönüştü. Devlet imkanlarıyla cemaatleşti, hazine kaynaklarıyla kendine müritler devşiriyor.
İslam’ın en temel esası tevhid olduğu, hergün kırk defa “Ancak sana sığınır ve senden yardım dileriz” (Fatiha, 5) dediğimiz halde tarikatlarda, cemaatlerde lidere, şeyhe nerdeyse İlahi özellikler atfediyor, her problemi çözecek güç ve donanımda görüyorlar. Her grup kendini hakikatin tek temsilcisi, şeyhini “biricik kurtarıcı” kabul ediyor. Müslümanlar meydanlarda Allah’a şirk koşan konuşmalara susuyor ama Şeyhine eleştiri getirildiğinde şiddetle tepki veriyor. Şeyhinin her dediğini “sorgulanmaz”, “eleştirilmez”, “mutlak doğru” gibi görüyor ve dini veya seküler bir ölçüye vurmadan tatbik etmeye çalışıyor. Oysa her biri yıldızlar hükmünde olan ve örnek aldığımız sahabeler ismet sıfatını haiz, Alemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı yüce Nebiye “Ya Resulallah bu senin görüşün mü, yoksa vahiyle gelen bir bilgi mi?” diyerek onun sözlerini kritik edebiliyor ve alternatifler sunabiliyordu.
Müslümanlar olarak meşveret, istişare gibi çok güçlü dinamiklere sahibiz. İslamda tek adam sistemi kurmaya mani şirk, kibr, Allah’tan başkasına eğilmeme, zulme ve haksızlığa karşı gelme, adaleti herşeyden üstün tutma, kul hakkını gözetme, sadece Allahtan korkma ve ondan yardım bekleme gibi esaslar var; ama Müslümanlar otoriter, paylaşıma, katılıma kapalı toplum ve aile yapılarına sahipler ve genellikle diktatörlerce yönetiliyorlar. Dindarlarda ilkelere, esaslara olması gereken bağlılık, kişilere “itaat” zarfına sokularak otoritarizmin, diktatörlüğün meşrulaştırıcısı yapılıyor. Dini argümanlar, duygular değerleri/ilkeleri değil, kişileri, konumları yüceltmede, sorgulatma-mada kullanılıyor. Dolayısıyla dini kavramlar kişileri yozlaştırmaya, şirazeden çıkarmaya aracı yapılıyor.
İstişare, meşveret, müşavere kavramına tekabül eden bir kavram var ve son zamanlarda yaygınca kullanılıyor: Yönetişim. Governance veya good governance (iyi yönetim-yönetişim) olarak kullanılan kavram çok yönlülük, karşılıklılık ifade ediyor. Türkçede beraberce yapılan işlerde kullandığımız işdeş fiil kipinde bir kelime. Tek taraflı yapılamayan, başkalarının da denkleme dahil edilerek yapıldığı yönetme şekli olarak tanımlanıyor. Yönetimde dar bir zümre dışındakiler edilgen. Yönetim hiyerarşik ve durağan. Yönetişim ise çok taraflı ve dinamik, katılımcı, paylaşımcı bir süreç. Aslında istişare dediğimiz kavramda Arapçada istif’al babında ve aynen Türkçedeki işdeş fillerde olduğu gibi karşılıklılık, katılım, paylaşım gerektiren bir kavram. Ama biz Müslümanlar özellikle son dönemde bunun yapısını değiştirmişiz ve istişareyi pasif, tek yönlü, katılımcııktan, paylaşımdan uzak, statik bir hale sokmuşuz.
İstişare deyince teoride değilse de pratikte bir konuda farklı kişilerin ve uzmanların görüşünü alarak bir karara Varma, bir düşünceyi oluşturma ve olgunlaştırma anlaşılmıyor artık. Özellikle tarikat/cemaat yapılarında istişare şeyhle, imamla, liderle, abi ile, vekil (tarikatlerde) ile bir konuyu konuşup onun iznini, onayını alma, onu haberdar etme ve “başına buyruk davranmama” olarak anlaşılıyor. Eğer çok isabetli de olsa Şeyhten, hocadan, (siyasal islamcılarda) liderden izinsiz bir iş/eylem yaptı iseniz o “istişaresiz” oluyor. İşin uzmanlarıyla, daha liyakat ki kişilerle görüşseniz, en detaylı şekilde fizibilite yapsanız dahi eğer kararınızı vesayet organı niteliğindeki kişilerin izin ve bilgisi dahilinde yapmıyorsanız o iş “istişaresiz” oluyor.
Akademik literatürde sıkça kullanılan yönetişim kavramı gerçek ve geniş anlamda istişare ile örtüşüyor. Ancak biz istişare kavramını emir komuta formuna soktuğumuz, manevi, mistik anlam yüklediğimiz kişilere danışma, izin alma şeklinde anladığımız için Kur’an’da bir çok yerde geçen, müstakil bir sureye isim olan, hadislerde çok önemsenen istişarenin anlamını daralttık. Kavram anlam kaymasına maruz kaldı. Şimdi belki yönetişim kavramından yararlanarak istişareyi tekrar zenginleştirebilir ve kavrama farklı açılımlar kazandırabiliriz.
Evveliyatı İngiliz Hükümet sisteminin (Westminster modeli) oluşumuna kadar gitse de Good governance (yönetişim) kavramı 1990’larda yapılan bir toplantıda Dünya bankası tarafından Afrika’daki kalkınma, yozlaşma, yolsuzluk gibi temel sorunların çözülmesi için bir yöntem olarak sunulmuştur. Afrika’da var olan verimsizlik, israf, organizesizlik, kötü yönetim, hantal kamu idaresi gibi sorunların şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık, uzlaşmacı yönetim, etkinlik, verimlilik kavramlarını da içeren yönetişimle çözülmesi önerilmiş, kavram daha sonra kabul görerek yaygınlaşmıştır.
Yönetişim birbirine bağlı olan pozisyonları ve farklı çıkarları olan aktörlerin oluşturduğu, farklı ağsal yapıları koordine eden bir süreçtir. Toplumdaki ekonomik, siyasal ve toplumsal aktörlerin etkileşiminden doğar. Yönetim hiyerarşik nitelikteki bürokratik yapıya dayalı yönetim anlayışını öne çıkarırken; yönetişim aktörler, örgütler arasındaki etkileşimi, kişilerin, grupların ve kuruluşların katılımını, hükümet dışı aktörlerin de etkin bir şekilde yönetim faaliyetinde yer almasını ifade etmektedir. Yönetişim kavramında hiyerarşik değil, heterarşik ilişki vardır. Heterarşi; karşılıklı ilişki ve bağımlılık halindeki faaliyetlerin, yapıların, örgütlerin eşgüdümünü içermektedir. Yönetişim anlayışı yönetim anlayışını oldukça kapsamlı bir şekilde değiştirmiş, merkeziyetçilik yerine yerelliği, üniter yapı yerine federalizmi, katı bürokrasi yerine katılımı, kapalılık yerine açıklığı, hiyerarşi yerine hesap verebilirliği ve sorumluluğu koymuştur. Yönetişim modeli devletin yönetim alanında başarısızlığına çözüm olarak ortaya atılmıştır. Tek yanlı bir yönetim yerine birlikte yönetmeyi, çatışan değil dayanışan, kendi kendini yöneten ilişki ağlarını öngören bir sistemdir. Yönetişim diyalog ve işbirliği oluşturma, gerilimleri dengeleme becerisi isteyen, temel hakları korumayı, hukuk ve demokrasiyi önceleyen yeni bir liderlik anlayışı gerektirmektedir.
Siyaset bilimi literatüründe sıkça kullanılan yönetişimde egemen bir otorite yoktur. Devletin yetki ve sorumluluğu dağıtmasını öngörülmektedir. Yönetişim bir merkezden yönetilmeye meydan okumakta, yönetimi interaktif bir süreç olarak görmektedir. Pasif bireylerden oluşan bir toplum yerine, eylemde bulunma kapasitesine sahip bireylerden oluşan bir toplum talep etmektedir. Yönetişim anlayışında merkeze/devlete düşen emretmek ve hizmet üretmek değil, toplumdaki grupları, bireyleri güçlendirmek, yetkilendirmek ve yapabilir kılmaktır. Yönetişim yaklaşımında merkezle birey arasındaki ilişki himaye-biat ilişkisi değildir. Eylemde bulunma kapasitesine sahip bireylerin/aktörlerin varlığı öngörülmektedir.
Kendi öz malı olan istişareyi değerlendiremeyen, hayata hakim kılamayan Müslümanlar/dindarlar öyle anlaşılmaktadır ki yönetişim dinamiğini de ıskalamaktadırlar.
(Konu devam edecek)
Yönetişimle ilgili bilgiler için “YÖNETİŞİM ÜZERİNE NOTLAR” başlıklı makaleden yararlanılmıştır. M. Akif ÖZER,SAYIŞTAY DERGİSİ, SAYI: 63
Mahmut Bey,
Bu konu önemli. Lütfen cemaatimiz özelini ayrı bir başlık olarak irdeleseniz.
Mesela Hocaefendi, militarist bir kafada nesil mi yetiştirdi. ”Necip Millet” ifadesi acaba cemaat arasında nasyonalizm olarak mı algılandı.
Kürt alerjisinin kökeninde bu iki düşüncenin payı ne ölçüde var acaba?
Bunlar can acıtıcı konular ama biz konuşalım.
Başkaları çok insafsız.
Cemaatte bile istişare olmadı. Yukarıdan inmeci yönetim anlayışı ve hazin son. Demokrasiye önce kendimiz inansaydık iyi olurdu. Temel prensipler zaten belli. Kızıyoruz ama kritik yapma kültürümüz yok. Batı forum ,açıkoturum,panel sempozyum ,beyin fırtınası ,seçim anket ,tartışma diyerek istişareyi geliştirmiş. Biz de bu hikmetinden sual olunmaz rüyalardan ilhamlarla hareket ettiği farz edilen bir yönetim anlayışı Doğu tipi örgütlenme biçimi. Bir sosyal cemaati örgütleyen insanların ben yaptım ben iyi bilirim hallerinin feci sonucunu yaşıyoruz. Yeniden yapılanma kararın tabandan tavana alındığı ve tüm kurumlara herkesin ortak edildiği demokratik bir şekilde olmalı.
Çok güzel bir yazı, Tebrikler… Teşekkürler…
Meşveret, İstişare, Şura, Kolektif Şuur ve Yönetişim kelimeleri çok önemli. Fakat Kur’ân’da özellikle Müşavere ve Şura kelimeleri kullanılıyor. Bu kelimelerin Arap Dilinde kökenine inmek lazım. Sülasi Mücerred olarak “Şâra” fiili “Şurtu’l-Asel”(Bal topladım) mânasında kullanılıyor. Müfaale babında müşavere, “Bal toplayana yardım etti” demek. Deve için kullanılırsa “Deve etlendi, sütlendi, semirdi” demek. İstişare, “Güzel bir elbise giydi ve güzelleşti” demek. Şûrâ, toplantı meclisi, İstişare heyeti demek (Şura 38). Al-i İmran (159) Sûresinde ise “Şâvirhum” emir kipinde geliyor. Ayetin devamında alınan kararın bağlayıcılığı ve o kararı uygulamada azmetme, kararı dememe konusu işleniyor. Hatta, Peygamberimizin uygulamaları içinde meşveretin gündem maddelerine ait esaslar bile çıkarmak mümkün.
Biraz Meşveret ile ilgili kelimelerin epistemolojik yapısı üzerinde de durmak lazım. Kur’ân’a bu bakışla bakılırsa Meşveret sanki Kur’ân-ı Kerim’de serpiştirilmiş halde çok Sûrede mevcut. Aile İstişaresi, Devlet İstişaresi, Ticarette istişare, Hukukta istişare vs. çok örnekler var. Hatta Bakara Sûresinde Allâh yeryüzünde bir halife yaratacağım diye meleklere haber verdiği yerde İlâhi bir İstişareye Şahid oluyoruz, çok ilginçtir…
Hep genel ve bilinen şeyleri yazıyorsunuz. Çok daha doyurucuları teorik olarak var.
Hizmet özelinde Somut -bu işi kim/kimler, hangi metod(lar) ile nasıl vb. yapacak ?
Bir de, bunu hayata geçiren benzer yapılar var mı? Şirketler ile, devlet yönetimi ile verdiğiniz benzetmeler, örnekler bize ne kadar uyumsuz farkında mısınız?
Sizi Ankara dan tanıyorum. Yazılarınız ve fikirlerinizi çok önemsiyorum. Ama, çözüm noktaları sunmakta yetersiz kalıyorsunuz (diğer akademisyenlerde aynı; tekrara başladılar..)
Güney Amerikaya bakın, güzel şeyler oluyor..
Saygılarımla..