YORUM | AHMET KURUCAN
İntihar edene rahmet dilemek başlıklı yazıma gelen okuyucu yorumlarına cevap sadedinde düşüncelerimi kaleme aldığım serinin son yazısına sıra geldi. Konu Hocaefendi’nin mürtedin öldürülmesi ile alakalı yorumları.
Bir okuyucumuz, sözünü ettiğim yazının altına “kopyala yapıştır” usulü ile Hocaefendi’nin sözlü ve yazılı müdevvanatından bazı görüşlerini koymuş ve ardından “Bu konular hakkında ne diyorsunuz?” sorusunu sormuş. Öncelikle iktibas edilen o bölümlerin hepsi Hocaefendi’ye ait. Malum Hocaefendi, 1967’li yılların başından itibaren kamuya açık kahvehane konuşmaları, konferansları, vaaz ve hutbeleri, Risale dersi ortamı misali dar dairedeki sohbetleri de dahil neredeyse her söylediği kayda geçirilen bir insan. Bugün itibariyle 55 yıllık geçmişe sahip olan bu zaman diliminde eline kalemi alıp bizzat yazdığı yazılar hariç bu müdevvanatın temel özelliği irticali olmasıdır.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Okuyucumuzun yaptığı alıntılar kendisinin çok sık kullandığı ifadeyle “irticalinin esnekliği” içinde sohbetin akışının kendisini götürdüğü yerde ya da muhatapların seviyeleri veya sorunun muhtevasına göre verdiği irticali cevaplar. Yapılan bu alıntılardan da anlaşılacağı üzere mürtedin katli meselesi bu 55 yıllık süre içinde Hocaefendi’ye defalarca sorulmuş ve her defasında büyük bir sabırla iç içe tekrarların da olduğu cevaplar vermiş.
Bir önceki yazımda da ifade ettiğim üzere yeni yayınlanan “Din Özgürlüğü Kapsamında İrtidat” adını taşıyan kitabımda Hocaefendi’nin irtidat ile alakalı görüşlerini tıpkı Üstad Bediüzzaman’da olduğu gibi müstakil bir bölüm halinde ele aldım. 26 sayfa tutan o bölümde okuyucumuzun yazımın altına iktibas ettiği konuşmalar da dahil her konuşmasını bir zaman çizelgesi üzerinde değerlendirdim. Neden? Çünkü beşeri düşünce. Değişen sosyal, siyasal, kültürel, hukuki arka plan şartlarına göre düşüncesinin değişmesi ise gayet doğal. Hocaefendi’nin yaptığı açıklamalar ister İslam hukuku veya Bediüzzaman’ın kitaplarında yerini alan mürted ile alakalı hükümleri nakil veya izah ekseninde isterse yeni içtihadi bir hüküm verme istikametinde olsun, beşeri düşünce dediğimiz olguyu değiştirmez. Yanız tam bu noktada bir şeye dikkat etmek lazım; o da görüşlerine bir bütün olarak bakma. Parçacı ve atomik yaklaşımlar, 30 yıl önce söylediğini esas alıp 10 yıl önce söylediğini kaale almamak ne ilmi bir yaklaşımdır ne de adil.
İşte bu gayri ilmi ve adaletsiz yaklaşımın içine düşmemenin bir tek yolu vardır, sözü edilen konuşma ve yazıları bir zaman çizelgesi içinde değerlendirmektir. Yukarıda beşeri düşünce diyerek altını çizdiğim Hocaefendi’nin düşüncelerinde bir değişiklik veya sabitlik söz konusu ise bunu tespit etmek bununla mümkündür. Bu bakış açısıyla yapılacak tespitlere göre eğer konu ile alakalı düşüncelerinde bir değişiklik varsa o zaman yapılacak değerlendirmede en yeni ve en son görüşü esas alınmalıdır. Ama bu demek değildir ki önceki görüşleri ihmal edilecek veya çöpe atılacak. Hayır onlar da ele alınacak ama eski yorumlarının nihai görüşü olmadığı bilinciyle. Bir şey daha var; eski-yeni bütünlüğü içinde düşünce istikameti veya değişiklik ivmesini görmek için de zaten bu metoda başvurmaya ihtiyaç var.
Hocaefendi’nin irtidatla alakalı görüşlerinin yer aldığı yayınlar ve ilk basım tarihleri şöyle: Fatiha Üzerine Mülahazalar 1989, İrşad Ekseni 1998, Asrın Getirdiği Tereddütler 1992, Ümid Burcu 2005, Yenilenme Cehdi 2012. İki tane de röportaj var. Biri 1995 yılında Hollanda NMO televizyonuna verdiği ikincisi ise 2013 yılında Almanya’da bir kitapta yayınlanan röportajı. Kitabın adı Fethullah Gülen: Was İch Denke Was İch Glaube” Manası Fethullah Gülen: “Ne düşünüyorum, Neye inanıyorum?”
Şimdi bu manzara içinde siz Hocaefendi’nin irtidat ile alakalı nihai görüşü nedir sorusuna nerede cevap ararsınız? Eğer 2013’ten bu yana bilinen bir sohbeti, yazısı, röportajı yoksa hiç şüphesiz ve mecburen 2013 röportajında. Öncekileri ne yaparsınız? Yukarıda söyledim düşünce istikameti, ayniliği, farklılığı ve varsa değişiklik, değişiklik ivmesini görmek için 2013 röportajıyla mukayese yaparsınız. Ben de öyle yapmaya çalıştım. Kitapta 26 sayfa tutan bu bölümü bütünüyle yazacak değilim. İsteyenler oraya müracaat edebilir ama gazete makalesinin hacmini aşma pahasına da olsa ulaştığım sonucu maddeler halinde sıralayayım.
1: Hocaefendi 2013 röportajı hariç diğer yerlerde irtidatın siyasi, hukuki, dini bir eylem olup olmadığı konusunda net bir şey söylemiyor. Bir başka tabirle fıkıh kitaplarında gördüğümüz irtidadın siyasi ya da hukuki bir suç ya da din özgürlüğü kapsamında temel insan hakkı şeklinde kendini gösteren karışıklık içinde konuyu ele alıyor. Malum irtidat fıkıh kitaplarında hudud (ceza hukuku), bağy (kamu düzenini bozma, isyan), hirabe (terör) veya (siyer/cihad) uluslararası ilişkiler/savaş hukuku kapsamında ele alınır.
2: Bu ayırımı yapmamakla beraber bazen siyasi ve hukuki düzlemde bir eylem olduğu kabulü üzerine verili hükümleri o günkü muhataplarına izah ediyor hatta yer yer savunuyor bazen de din değiştirmenin ancak temel insan hakları kapsamına girdiği düşünen bir insanın yapacağı izahları yapıyor.
3-Ama 2013 röportajında din değiştirmenin yani Müslümanlıktan ayrılıp bir başka dini inancı veya inançsızlığı benimseme manasındaki irtidadın temel insan haklarından olan din ve vicdan özgürlüğü içine girdiğini, fıkıh kitaplarında yer alan hükümlerin önceleri siyasi ve hukuki düzlemde ele alındığı sonraları da fiili durumdan hareketle itikadi irtidadın da bu kapsamda mütalaa edildiğini açıkça ifade ediyor ve keskin bir ayırımda bulunuyor. Bu keskin ayırım hem kendisinin eski açıklamalarını vuzuha kavuşturuyor hem de an itibariyle nerede durduğunu ve düşüncesinin ne olduğunu ortaya koyuyor.
O röportajın başından bir cümle ve hemen peşinden keskin ayırım diye nitelendirdiğim görüşlerinin yer aldığı uzunca bir paragrafı iktibas etmek istiyorum:
***
“Geçmiş dönemlerde İslam Hukukçularının verdiği hükümleri itikadi ve siyasi olarak ayırt etmek icap eder. Fukahanın irtidadla alakalı hükmü itikadi değil siyasidir. Zira insanların hür iradesiyle dini seçmesi İslam’ın temel bir esasıdır.
“(…) Dünyanın darü’l İslam ve darü’l harb diye ikiye bölündüğü, gayri müslim bütün unsurların Müslümanlarla savaşa durduğu dönemlerde yapılan içtihadlara göre İslam dininden dönme fiili savaş halinde bulunulan karşı cepheye intikal manasını taşımış ve bu yüzden fukaha bunu itikadi değil siyasi bir suç olarak değerlendirmiştir. Fıkıh kitaplarında irtidadın hudud ve siyer yani İslam Ceza Hukuku ve Devletlerarası Hukuk bölümlerinde ele alınması bunun ispatıdır. İrtidat eden kadınların öldürülmemesi de aynı gerekçeye dayanır; çünkü kadınlar o dönemde savaşlarda savaşçı kategorisinde yerini almaz. Halbuki irtidat etmek itikadi suç ise, suçu işleyenin cinsi kimliği hükme tesir etmemelidir. Aynı şekilde İslam’dan çıkan fakat siyasi muhalefet etmeyen Osman ibn Abdullah’a bir ceza verilmemiştir.
“(…) Buradan anlaşılan şudur -ki Bornova camiinde verdiğim cevapta irtidat ‘akde muhalefet, sistemin muhafazası’ sözleriyle bunu vurgulamaya çalışmıştım- fukaha irtidatı itikadi değil siyasi bir suç olarak görmüş ve suç unsurunun mahiyetine göre ölüme kadar uzanan cezai yaptırımlara konu etmiştir. Bir başka ifadeyle fukaha siyasi suç olarak değerlendirdiği irtidadı ‘vatana ihanet’ gibi algılamıştır. Herkesin bildiği gibi vatana ihanet suçu hemen her hukuk sisteminde en ağır cezai müeyyidelere konu olmuştur. Bugün bile ölüm cezasının var olduğu birçok ülkede vatana ihanet ölümle, olmayan ülkelerde de bilebildiğim kadarıyla müebbet hapisle cezalandırılır.
“İtikadi açıdan meseleye bakacak olursak; Kur’an ve Efendimizin (sas) beyan ve tatbikatlarına göre fertler herhangi bir dine inanma veya inanmada özgürdür. İstedikleri dine girebilir, istedikleri zaman da çıkabilirler. Nitekim bunu Eyüp Can’a 1997 yılında vermiş olduğum bir röportajda şöyle ifade etmiştim: “Bu arada demokratik bir anlayışla isteyen insan Müslüman olur, isteyen şamanist kalır, isteyen sizin duygu ve düşüncenizi tercih eder, isteyen başkasını tercih eder…
“Bazıları bu mülahazamı yadırgayabilir ama ben kanaati âcizanemce bu düşünceleri ortaya atmada, beis görmüyorum… Ve bu türlü bir yaklaşıma dünyanın çok da olumsuz bakmadığını düşünüyorum…
“Ortada hukuken suç unsuru olmadığı takdirde mücerred manada bir dine girmek veya çıkmak dünyevi bir yaptırımın konusu değildir İslam’a göre. ‘Dileyen iman etsin dileyen etmesin’, ‘dinde zorlama yoktur’ ayetleri iman etme veya etmemenin kişinin hür iradesine bırakıldığının teminatıdır. Efendimizin de (sas) hayatı boyunca muhataplarını iman etmeleri için herhangi bir zorlamada bulunmaması bunun en büyük şahididir. Zaten aksi bir durum yani İslam’a girmek isteyene kapıları açıp, çıkmak isteyene ölüm cezası ile tehdit etmek hem çifte standart hem de toplumda iki yüzlü münafıkların üremesine neden olurdu. Bu türlü bir yaklaşım toplumda çoğulculuğu öldüren, totaliter bir zihniyetin hükümferma olması demektir ki bu İslam’ın idari sistem adına ortaya koyduğu prensip ve sahih uygulamalara muhaliftir.
“Şunu unutmamak lazım; din özgürlüğü temel hak ve hürriyetlerdendir. Bu hürriyetlere saygı duymak saygının gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmekle mümkündür. İslam’a göre herkesi kendi konumunda kabul etmek; kanun önünde herkesin eşit vatandaşlar olarak hak ve özgürlükleri, başkalarının hak ve özgürlüklerine tecavüz etmemek kaydıyla yaşayabilmesini temin etmek; belli bir inanç sistemi veya hayat tarzını politik yollarla empoze etmemek ve hiç kimseyi etnik, kültürel, dini ve benzeri sebeplerle hor ve hakir görüp ayrımcılığa tabi tutmamak şarttır.”
***
Çok uzun oldu yaptığım iktibas, farkındayım ama Hocaefendi’nin eski görüşlerinden hareketle yanlış değerlendirmelerin yapıldığı bir yerde meseleyi vuzuha kavuşturmak için yaptım bunu. Zahmet edip iktibaslar yapıp uzun uzadıya düşüncelerini yazan okuyucumuz ihtimal bu 2013 röportajında dile getirdiği görüşleri bilmiyordu. Haksız da sayılmaz. Çünkü ben o röportajın sanırım yayınevinden izin alınarak çeşitli web sayfalarında Türkçe olarak yayınlandığını biliyorum ama herkes bilmeyebilir. İlgi alanına girmediği ya da bir sorun olarak karşısına çıkmadığı için okumamış olabilir.
Son bir nokta şu: irtidat ile alakalı görüşlerinin yayınlandığı o kitapların yeni baskıları yapılırken ilgili yerlere en azından bir dipnot ile kayıt düşülmeli. Yayınevine yardımcı olma niyetiyle dipnot girişini ben yazayım isterseniz: “Bu sohbetin yapıldığı, bu yazının kaleme alındığı tarih şu. Yazar o tarihlerde böyle düşünüyordu. Ama 2013 yılında şu kitapta yayınlan röportajında bu görüşlerinden vazgeçtiğini veya şöyle tavzih ettiğinin bilinmesi lazım.” Ardından da velev ki uzun bile olsa kafa karışıklığına sebebiyet vermeyecek netlikte o röportajdan ilgili bölümü iktibas etmeli. Bu yapılmazsa biz bu kafa karışıklığını daha çok yaşarız.
Şu anda zihinlerinizde belirdiğini düşündüğüm muhtemel bir soruyu da ben sorup cevabımı kısaca vereyim: “Yıl 2022. 2013’ten bu yana 9 yıl geçmiş. 1983’te söylediği görüşünü 2013’te değiştiren Hocaefendi, geçtiğimiz 9 yıl içinde düşüncelerini değiştirmiş olamaz mı?” Güzel ve yerinde bir soru bu. Allah uzun ömür versin Hocaefendi hayatta. Bu sorunun cevabını ancak o verebilir. Bu yazıda dile getirdiğim zaman çizelgesini de önüne koyarak “Şu şu şu tarihlerde şöyle demiştiniz, en son 2013’te böyle dediniz. Hala 2013’te durduğunuz yerde misiniz yoksa görüşlerinizde bir değişiklik var mı?” diye kendisine açıkça sormak lazım.
Ben kitabı kaleme alırken böyle bir soruyu sorabilirdim, sormadım. Çünkü 2013’ten bu yana değişik sohbet atmosferlerinde irtidadın fıkıh kitaplarında tıpkı o röportajda dediği gibi siyasi ve hukuki düzlemde ele alındığını, temel insan hakları ve özgürlükleri ve bunun en önemli ayaklarından biri olan din ve vicdan hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini defalarca kendisinden duydum. Buna rağmen değiştirmiş olamaz mı? Elbette olabilir. Hatta hiç ama hiç ihtimal vermemekle beraber pasif irtidat ya da itikadi irtidadın cezalandırılması gerektiğini de söyleyebilir. Ama bu insan hakları, demokrasi, diyalog vb. konularda yıllardan beri seslendirdiği görüşlerini ve o görüşler etrafında yapılagelen tüm faaliyetleri dünya çapında sorgulamaya açar.
Sanırım yeter. Enes Kara’nın intiharı üzerine kaleme aldığım yazı ve ona gelen yorumlara cevap diye girdiğim bu faslı kapatıyorum. “Fetva problemi” yazı serisine kaldığım yerden devam edeceğim nasipse.