Mümtaz’er Türköne: Din ve dindarlık, AKP iktidarı yıllarında yürek sızlatan bir itibar kaybına uğradı

Siyaset bilimci Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, dinin siyasete alet edilmesi konusuyla ilgili bir yaz kaleme aldı. Free Turkih Press’te yayınlanan ‘İktidar seçim sandığını cehenneme taşırken’ başlıklı yazsında Türköne, dinin ve dindarlığın siyasi partiler tarafından istismar edilmesinin bu kez işe yaramadığını belirtiyor. Bunun sebebini ise son 20 yılda din ve dindarlığın itibar kaybına uğraması olarak açıklıyor.

Mümtaz’er Türköne, yazısının sonunda, “Önümüzde duran tablo çok açık: Din ve dindarlık, AK Parti’nin uzun iktidar yıllarında, doğrudan bu iktidarın yaygın ve sistematik din sömürüsü yüzünden itibar kaybetti. Yeniden eski itibarına kavuşabilir mi? Bu sorunun cevabı, iktidar sözcülerinin kan-ter içinde cehenneme taşıdıkları seçim sandığına bağlı.” ifadelerini kullanıyor.

Mümtaz’er Türköne’nin yazısının tamamı şöyle: 

Cami köşelerinden, avlularından, muhtelif tarikatların toplantılarından, lafa besmeleyle başlayan iktidar mensubu hatiplerden şu günlerde aynı kalıpta ve aynı vurgularda mealen şu mesaj tekrarlanıyor: “Millet ittifakı’na oy verenler cehennemde cayır cayır yanacaklar”.

İhsan Şenocak Hoca’nın “Bir Müslüman için Allah huzuruna götürecek en iyi amel CHP düşmanlığıdır” sözünü, kaba-saba bir şaka değil, iktidarın siyasi propaganda makinesinin çamları devirerek ilerleyişi olarak görmelisiniz.

Kur’an’da Cehennemin yedi kapısı olduğu yazar. Görünen o ki, her kapıda din-diyanet libası giymiş bir iktidar sözcüsü, gelenlerin bu seçimde kullanacakları oy pusulalarına bakıp cehenneme bilet kesiyor.

Dinin ve dindarlığın basit bir parti propaganda aracı olarak süfli emellere alet edilmesi, düpedüz istismar edilmesi muhafazakâr partiler için alışılmış bir durum; ama bu sefer hiç yankı bulmuyor, hiçbir işe yaramıyor.

Neden acaba?

En başta gelen sebep son 20 yılın en göze çarpan bakiyesi olarak dinin ve dindarlığın yürek sızlatan bir itibar kaybına uğraması olmalı. Sosyolojik araştırmalara ihtiyacınız yok; gündelik hayat içinde her daim gözünüzün önünde olan göstergeler bu itibar kaybına işaret ediyor.

Cuma namazlarında camiler dolmuyor, oruç tutanların oranı azalıyor, başörtüsü seyrekleşirken geleneksel iffet iddiasının aksesuarına dönüşüyor. Yeni nesil sadece iktidar partisine değil aynı zamanda dinî değerlere de mesafeli; deizm, gençler arasında popüler bir moda halinde yayılıyor.

Dindarlık ve dindarlık tezahürleri muhalif bir figür iken, seçim kampanyalarında din istismarcıları verimli bir alanda kürek sallıyordu. 20 yılda yapılmayan iş, söylenmeyen söz kalmadı.

Sonuç: İmam Hatip mektepleri, normal okullara göre daha şüpheci ve seküler gençler yetiştiriyor.

Dinî telkinler, iktidarın köseleye dönen yüzüyle yan yana durunca bütün cazibesini kaybediyor.

Dindarlığın sıcak yüzü azı paylaşmaktan, yokluğa katlanmaktan, sabırdan, tevekkülden gelir. Göbekli ve gerdanlı tarikat-diyanet sözcülerinin sözlerinde ve obezleşen cemaatlerdeki ilişkilerde bu sıcaklık yerini iktidar gücünün resmî-bürokratik sevimsizliğine bıraktı.

Üstelik özenle saklanan kirli çamaşırlar biraz da cemaat-tarikat içi iktidar rekabetleri yüzünden ortalığa saçıldı. Baskı altına alındığı için çok abartılan cinsel saplantılar, skandallar eşliğinde kamuoyunun gündemine taşındı.

Bir de kadına yönelik şiddet sorunu var: Dindarlık bugün siyasî alanda propaganda malzemesi yapılırken, sadece iktidarın ömrünü uzatmaya değil aynı zamanda erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidar iddiasını sürdürmeye hizmet ediyor.

İstanbul Sözleşmesi bu yüzden iptal edildi. 6284 sayılı kanun bu sebeple seçim gündemine girdi. Cübbeli’den gelen “ ‘Kadının beyanı esastır’ diyenler gavurdur” sözü, bu takım için iktidarın sürdürülmesinden daha önemli. Dikkat ederseniz bu söz, “CHP’ye oy verenler gavurdur” sözünden daha kemiksiz ve incelikli.

Mecelle’nin yani Hanefi Fıkhının usul hükümleri arasında modern hukukun da benimsediği “Beraat-i Zimmet asıldır” hükmü yer alır. Kadına yönelik şiddet olaylarında kadının beyanının esas olması, bu hükme getirilen istisnalardan biridir ve sağladığı kamu yararı açısından özünde Şer’i hükümlere de uygundur.

Yargı kadının beyanını esas alarak hüküm tesis etmiyor, sadece bu beyanı esas alarak soruşturma ve kovuşturmasını yürütüyor. Kolluk gücü tedbirini alıyor. Böylece kadına yönelik şiddet azaltılıyor.

Dini tutkal olarak kullanan örgütler ise bu düzenlemeleri devlet iktidarını bile ikinci plana düşürecek şekilde, hayatın en gerçek alanında, yani aile içinde kadın üzerindeki iktidarlarının kaybı olarak görüyorlar.

Şeriatin cevaz verdiği bir hükmü telaffuz etmeyi bile “gavurluk” yani “küfür” olarak nitelemenin hükmü çok açık: Müslümana gavur diyen kafir olur ve bu günahtan ötürü yeri cehennemdir.

Tövbe istiğfar ederek, helallik isteyerek bu günahtan kurtulması gerekir. Neticede “kul hakkı” ihlal edildiği için cezası çok ağır.

Tıpkı, “öbür partilere” oy verenlere “gavur” demenin hükmü gibi.

Cehennem hayatı Kur’an’da “ölümün olmadığı bir azap hali” olarak tasvir edilir. Kehf Suresi’nde tasvir edildiği üzere Cehennem ateşinde yananlar, susuzluktan imdat dileyecek olsalar onlara “erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile” karşılık verilir.

Ne diyelim: Cenab-ı Allah, İktidar sözcülerini cehennem azabından uzak tutsun.

Bunun için akıllarını başlarına alıp, Allah’ın hükümlerini bu dünya hayatı ve iktidar hesabı için eğip bükmekten uzak dursunlar.

Önümüzde duran tablo çok açık: Din ve dindarlık, AK Parti’nin uzun iktidar yıllarında, doğrudan bu iktidarın yaygın ve sistematik din sömürüsü yüzünden itibar kaybetti.

Yeniden eski itibarına kavuşabilir mi?

Bu sorunun cevabı, iktidar sözcülerinin kan-ter içinde cehenneme taşıdıkları seçim sandığına bağlı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin