YORUM | CEMİL TOKPINAR
Şükürler olsun Rabbimize ki, kâinatı bir bayram yeri gibi yaratmış. Çiçeklerle süslenen yeryüzünden yıldızlarla yaldızlanan gökyüzüne kadar büyük küçük her varlığa bayram neşesi ve saadeti vermeleri için bir görev yüklemiş. İnsanı mutluluktan uçuracak güzellikler, ikramlar, lütuflar ve ihsanlar çevremizi kuşatmış.
Rabbimiz, tüm zamanları ve mekânları kutlu ve değerli yaratmakla kalmamış, daha değerli ve daha kutlu mekânlar ve zamanlar ihsan ederek, manevî saadetimizi ve sevincimizi zirveye taşıyacak imkânlar sunmuştur.
İşte Allah Teâlâ tarafından “günlerin efendisi” kılınan Cuma, böylesi muhteşem bir zaman dilimidir. Rabbimizin rahmet, af ve mağfiretinin coştuğu, ikram ve ihsanının şelâleler gibi çağladığı Cuma günü, Perşembe akşamı güneşin batışıyla başlar, Cuma akşamına kadar devam eder.
Rabbimiz Kur’an’da bugünden bizzat ismiyle bahsederek şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilseniz elbette bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lûtfundan rızkınızı isteyin. Allah’ı çok zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.” (Cuma:9-10)
Bu ayete göre, en geç dış ezan okununca her şeyi bırakıp namaz için camiye koşmak farzdır. Dikkat edilirse, ikinci ayette namazdan sonra yeryüzüne dağılıp rızık için çalışmayı emreden Rabbimiz, sonunda yine “Allah’ı çokça zikretmeyi” emretmektedir.
Cuma namazını mazeretsiz terk etmenin büyük günah olduğu bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından belirtilmiştir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Birtakım kimseler ya cumayı terk etmekten kesin olarak vazgeçerler yahut da Allah onların kalplerini mühürleyecek, sonra kendileri muhakkak surette gafillerden olacaklardır.” (Müslim, Cuma: 40) “Üç cuma namazını, aldırmayarak mazeretsiz bırakıp kılmayan kimsenin Allah, kalbini mühürler.” (Tâc, 1. Cilt: 273)
Bu hadislerdeki gerçeklerin şuurunda olarak kılmayan kardeşlerimize anlatmak, durumun vahametini açıklamak ve onları güzelce teşvik etmek gerekir. Cuma her bakımdan bir bayram olduğuna göre, aklı başında olan bir insan nasıl olur da bu bayramdan istifade etmek istemez?
Bununla birlikte dinen kabul edilebilir bir mazereti olan kimseler, Cuma kılamadığı zaman öğle namazını kılmalıdırlar.
Cumanın Fazileti ve Özellikleri
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür” (Müslim, Cuma:17) buyurarak, Cumanın faziletini belirtmiştir.
Yine bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:
“Biz (ehl-i kitaba nazaran) en son gelenleriz. (Dünyaya gelişte böyle olmamıza rağmen) Kıyamet gününde (faziletçe) herkesi geçen de biz olacağız. Şu kadar var ki, her ümmete bizden önce kitap verildi. Bize onlardan sonra verilmiştir. Sonra Allah’ın bize farz kıldığı şu gün (Cuma günü) yok mu? Allah bize onu hidâyet buyurmuştur. Diğer insanlar bu hususta bize tâbidirler. Yahudilerin bayramı yarın, Hıristiyanlarınki ise öbür gündür.” (Buharî, Cuma:1)
Son ve evrensel dine tabi olmak, en büyük ve en sevgili peygambere inanmak gibi birçok bakımdan diğer ümmetlere üstün kılınan Muhammed ümmeti, haftalık bayramın Cuma olması sebebiyle de faziletli kılınmıştır. Çünkü Rabbimiz, Cuma gününe özel bir önem vermiş, o gün yapılan ibadetlere kat kat ecir ihsan etmiştir.
Şu hadiste ise, Cumanın başka özellikleri sayılmaktadır:
“Şüphesiz Cuma günü Allah katında günlerin efendisi ve büyüğüdür. Allah katında Kurban Bayramı ve Ramazan Bayramı günlerinden daha büyüktür (faziletlidir).
“Cuma gününün beş özelliği vardır:
- Allah, Âdem’i o gün yarattı.
- Allah, Âdem’i (Cennetten vazifeli olarak) yeryüzüne o gün indirdi.
- Allah, Âdem’in ruhunu o gün aldı.
- O günde öyle bir saat vardır ki, kul haram bir şey istemedikçe Allah’tan ne isterse mutlaka Allah verecektir.
- Kıyamet o gün kopacaktır.” (İbni Mace, İkame:79)
Bu hadis, Cuma gününün faziletiyle ilgili çok önemli bilgiler vermektedir. Öncelikle şunu anlıyoruz ki, Cuma yılda iki kez gelen Ramazan ve Kurban bayramı günlerinden daha faziletli olduğuna göre, her hafta maddî ve manevî bir bayram olarak kutlanmalıdır. Perşembe akşamından heyecanı hissedilip hazırlıklar yapılmalı, maddî ve manevî bakımdan temizlikle birlikte dua ve ibadetler arttırılmalı, ikram ve ihsana vesile kılınmalıdır.
Hz. Âdem (a.s.) insanlığın babası olması sebebiyle onun yaşadıkları bizim için hem bir ibret, hem de örnektir. Çünkü Cuma günü yaratılan, yeryüzüne indirilen ve vefat eden, Hz. Âdem’in şahsında bir bakıma tüm insanlardır. Demek ki Cuma günü şu mesajı vermektedir:
“Ey insan! Senin yaratılışının asıl başlangıcı Cumadır. Öyleyse yaratılış hikmetine uygun hareket et. Dünyanın halifesi olarak yaratılan Âdem, bugün iman ve ibadet vazifesiyle Cennetten dünyaya indirildi. Sen de asıl vazifeni yerine getirip getirmediğin hususunda her Cuma bir nefis muhasebesi yap. Senin atan olan Âdem’in canı bugün alındığı gibi, bir gün sen de bu çok sevdiğin fani dünyayı terk edecek, asıl vatanın olan Cennete gitmek için yola çıkacaksın. Âdeta büyük bir insan olan kâinatın ölümü kıyamet de bugün kopacağı için küçük bir âlem olan sen de kendi kıyametini düşün, ona göre hazırlıklı ol, amellerini gözden geçir.”
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Cuma günleri sabah namazında Secde ve İnsan surelerini okurdu. Bunun hikmeti, bu surelerin Cuma günü, olmuş ve olacak olayları ihtiva etmesi olabilir. Dolayısıyla bu sureler okunup manaları düşünüldüğü takdirde Hz. Âdem’in yaratılışı, âhiret hayatının tasviri, insanların öbür âlemde yeniden dirilişi gibi Cuma günü cereyan etmiş ve edecek olan hâdiseler hatırlanmış, bunlara olan iman tazelenmiş olacaktır.
Duaların Mutlaka Kabul Edildiği Saat
Burada verilen en büyük müjdelerden birisi de, Cumadaki “saat-i icabe” denilen çok değerli bir zaman dilimidir ki, o saatte meşru olarak kim ne isterse Allah onu verir. İşte burada kâinat kadar önemli ve değerli bir fırsat vardır. Hepimizin birçok hedefi ve problemi vardır. Cuma günü, dünya ve ahiret için meşru olmak şartıyla hangi arzumuz varsa nail olacağımız muhteşem bir imkândır.
Rabbimiz, nasıl ki Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde gizleyerek o günlerin her birini Kadir gibi değerlendirmemizi hedeflemiştir; Cuma günü duaların kabul olduğu saati de bütün bir günün ibadet ve dua ile ihya edilmesi hikmetiyle gizlemiştir. Bu yüzden Cumanın kadr ü kıymetini bilen insanlar, Perşembe akşamından başlayıp Cuma akşamına kadar tövbe istiğfar ederek, Kur’an, salâvat ve Cevşen okuyarak, namaz kılıp dua ederek bu kutlu günü ihya ederler. Bunların tamamını yapmaya zaman ve imkan yoksa bile elimizden geldiği kadar dua ve ibadetle meşgul olmak büyük kârdır.
İcabe saatinin önemine binaen konuyla ilgili birkaç hadisi daha zikredelim:
“Resulullah (s.a.v.) Cuma gününü anarak ‘Onda öyle bir saat vardır ki, şâyet bir Müslüman kul namaz kılarken o saate rastlar da Allah’tan bir şey isterse, Allah ona dilediğini mutlaka verir’ buyurdu. Daha sonra o vaktin az olduğunu eliyle işaret buyurarak ifade etti.” (Müslim, Cuma: 13)
“Cuma gününün gündüzünde bir saat vardır. Mü’min kul da Allah’tan ne isterse mutlaka ona dileği verilecektir.”
“Hangi saattir?” diye sorulduğunda Peygamber (s.a.v.) şu cevabı vermiştir:
“Cuma namazına başlandığı zamandan, namazdan çıkıncaya kadar.” (Tirmizi, Taharet: 354)
Bu hadise göre, Cuma namazı vaktini iyi değerlendirmek gerekir. Bu da, dış ezanın okunmasıyla başlayıp Cumanın sünneti, hutbesi, farzıyla devam eden ve son sünnetin bitiminde tesbih ve dua ile son bulan zaman dilimidir.
“Bu esnada ya namaz kılıyoruz veya sessizce hutbe dinliyoruz. Duayı ne zaman yapacağız?” diye sorabilirsiniz.
Öncelikle kıldığımız namazlarda okuduklarımızın büyük bir kısmı zaten duadır. Başta Fatiha Suresi, Tahiyyat, salâvatlar, Rabbenâ Âtina, Rabbic’alnî, Rabbena’ğfirlî kabulüne en fazla muhtaç olduğumuz dualar olduğu gibi, selâmdan önce Kur’an’da geçen istediğimiz duayı okuyabiliriz. Özellikle kendi başımıza kıldığımız sünnetlerin sure ve dualarını uzun tutup Rabbimizden doya doya istekte bulunabiliriz.
Namaz bittikten sonra tesbihimizi mutlaka çekip uzun uzun dualar ederek eşsiz icabe saatini yakalamaya çalışmalıyız.
Ne yazık ki, birçok insan namazdan sonra tesbih ve dua yerine dost ve ahbapla hal hatır sorup sohbet etmeyi tercih ederek bu eşsiz fırsatı kaçırıyor.
Cuma Namazı ve Hutbesi
Cuma gününün en muhteşem ibadeti, hiç şüphesiz Cuma hutbesi ve namazıdır. Bu fazileti ve feyzi yüksek namazı birkaç dakikaya sıkıştırmayıp hakkıyla kılmanın önemini anlamak için şu hadis-i şerif rehberimizdir:
“Cuma günü olduğu zaman her mescidin bütün kapılarında melekler bulunur. İlk önce gelenleri yazarlar. İmam minbere oturduğu zaman sayfalarını dürerler de hutbeyi dinlemeye gelirler. Melekler sayfalarına sevap olarak önce gelene bir deve kurban etmiş gibi, ondan sonra gelene bir koç kurban etmiş gibi, ondan sonra gelene bir tavuk kurban etmiş gibi, daha sonra gelene de yumurta sadaka vermiş gibi sevap yazarlar.” (Müslim, Cuma:10)
Bu gerçekler ortada iken bazı kimseler, imkânları olduğu halde Cumaya geç gelmekte veya abdest aldığı halde namaz vaktine kadar cami avlusunda beklemektedirler. Oysa bir an önce camiye girip sünnet olan tahiyyetü’-l mescid (mescidi selâmlama) namazını kılmak, eğer vaaz varsa bilgimizi arttırmak veya pekiştirmek için dikkatle dinlemek, vaaz yoksa istiğfar, salâvat, dua veya Kur’an okumakla meşgul olmak çok büyük sevaptır.
Acaba o anda hiçbir derdimiz, hiçbir isteğimiz, hiçbir hedefimiz, hiçbir duamız yok mu ki, Rabbimiz rahmet ve mağfiret kapılarını sonuna kadar açmışken zamanımızı boş veya değersiz şeylerle öldürüyoruz? Kim bilir, belki de duaların kabul olduğu o eşsiz saat, biz avluda, yolda, boş sohbet anında iken gelip geçebilir.
Cumanın bilhassa biz günahkâr ahir zaman Müslümanlarına can simidi olacak benzersiz bir yönü daha vardır. Güzeller Güzeli Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, bu yönünü şöyle müjdeler:
“Büyük günahlar işlemedikçe iki Cuma arasında işlenen (küçük) günahlara Cuma (namazı) keffaret olur” (İbni Mace, İkame:79)
Bu müjdeye nail olabilmek için Cuma gününü iple çekmek, yeni elbiseler alınan bir bayram çocuğunun bir an önce sabah olmasını beklediği gibi Cumayı bekleyip plân ve programlar yapmak gerekir. Çünkü affedileceğiz, çünkü günahlardan arınıp temizleneceğiz. Bu muhteşem güzellik için heyecanlanmak gerekmez mi? Bilhassa günahların sel gibi akıp her tarafımızı kirlettiği şu asırda Rabbimizin Tevvâb, Afüv, Gafûr isimlerinin tecellisine mazhar olmak gibi bir saadet olabilir mi?
Böylesi muhteşem güzellikleri olan Cuma bayramını hakkıyla değerlendirmek için hem kendimizde, hem hayatımızda, hem iş yerimizde programlar yapmamız gerekir. Bugün bir bayram havasında değerlendirilmelidir. Hadislerde, Cuma günü boy abdesti almak, güzel kokular sürünmek, temiz elbiseler giyinmek tavsiye edilmiştir.
Cuma Günü Nafile Oruç Tutulabilir mi?
Cuma günü nafile oruç tutmak konusu, yıllardır yanlış anlatılan ve yanlış anlaşılan bir husustur. Halk arasında, “Cuma günü oruç tutulmaz” diye bir kanaat vardır. Oysaki “tutulmaz” demek, haram anlamına gelir ki, Cuma günü oruç tutmak konusunda asla böyle bir hüküm yoktur.
Farz ve vacip oruçların dışında hafta içerisinde sadece Cuma ve Cumartesi günü oruç tutmak tenzihen (helâle yakın) mekruhtur. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Cuma günü bir bayram günüdür. Bayram gününüzü oruç günü yapmayın.” (Müsned, 2:303.)
“Üzerinize farz olan oruç müstesna, Cumartesi günü oruç tutmayınız.” (İbni Mâce, Sıyam: 38)
Bu hadis-i şerifler sadece Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutmamayı tavsiye etmektedir. Ancak bugünlerde oruç tutmanın, yani sadece Cuma ve Cumartesi oruçlu bulunmanın mekruhluk derecesi tenzihîdir. Yani harama yakın olan mekruh değildir. Nafile oruç tutmak isteyen bir kimse, Pazartesi ve Perşembe günlerini tercih ederse, hem tenzihen mekruh işlememiş, hem de sünnete uymuş olur.
Ancak misafirlik, hastalık, yolculuk gibi herhangi bir sebeple başka bir gün oruç tutamayıp Cuma günü tutan bir kimsenin orucu makbuldür, sevaplıdır. Tenzihen mekruh demek, “az da olsa sevabından azalır” demektir. Asla haramdır, günahtır anlamı taşımaz.
Fakat Cuma veya Cumartesi günü oruç tutmak için bir gün öncesini veya bir gün sonrasını oruçlu geçirmekle tenzihen mekruhluk ciheti de ortadan kalkmış olur. Yani tenzihen mekruhluğu kaldırmak isteyen kimse, ya Perşembe gününden itibaren oruç tutar veya Cuma ile birlikte Cumartesini de oruçlu geçirir. Yine Cumartesi’yi oruçlu geçirmek isteyen kişi Cumayı veya Pazarı o güne ekleyebilir.
Öte yandan kandil günleri Cumaya denk geliyorsa oruç tutmasında hiçbir sakınca yoktur. İsterse öncesinde veya sonrasında da oruç tutar, isterse sadece Cuma günü oruç tutar; hiçbir şey olmaz.