Yorum | Cemil Tokpınar
Cenaze namazını sık sık mı kılarsınız ara sıra mı?
Bir camide cenaze namazına kalkıldığını görünce, “Nasıl olsa farz-ı kifayedir. Ben kılmasam da olur” diye düşünenlerden misiniz, yoksa kılmak için koşanlardan mı?
Hiç kendi cenaze namazınızın nerede, nasıl ve kimler tarafından kılınacağını hayal ettiniz mi?
Cenaze namazınızı acaba kaç kişi kılar, nerelerden ne zahmetlere katlanarak gelirler, hiç düşündünüz mü?
Hani mümkün olsa da yerini ve zamanını bilemediğimiz o kaçınılmaz sonumuzu gözleyebilseydik, kimi dostlarımızın son yolculuğumuzda bizi dualarla uğurlamayışına üzülmez miydik?
Cenazemize katılanların azlığını görünce ağlamaz mıydık?
Tabii hep olumsuz düşünmeyelim. Belki de tam aksine muhteşem bir kalabalığın cenaze namazımızı kılmak ve bize dua etmek için geldiğini görür, sevinip Rabbimize hamd ederdik.
Şüphesiz her canlı ölümü tadacak ve her insan mutlaka çok sevdiği bu dünyadan ayrılacaktır. Her Müslüman öldükten sonra kefenlenip “taht misali o musalla taşında bir namazlık saltanat” yaşayacak; küçük, soğuk ve karanlık kabrine yapayalnız girecektir.
Vefat eden Müslüman kardeşimizin yıkanması, kefenlenmesi, cenaze namazının kılınması ve defnedilmesi farz-ı kifayedir. Yani bir kısım müminler bu görevleri yerine getirdikten sonra diğerlerinden bu mesuliyet kalkar.
Bugün Müslümanlar olarak cenaze namazına karşı tavrımızı birkaç şekilde ele alabiliriz.
Vefat eden kişi, yakın akraba veya arkadaş çevresinden birisiyse, mutlaka cenaze namazı kılınmakta, çok yakınsa kabrine de gidilip defin işlerine yardımcı olunmaktadır.
Belki bazen gitmeyi çok istemediğiniz bir kimsenin cenazesine, “Katılmamız lâzım” düşüncesiyle gidebilirsiniz. Hatta kimilerinde, “Gitmezsek ayıp olur” anlayışı vardır.
Bazen de namaz kıldığınız bir camide hiç beklemediğiniz bir sürprizle karşılaşırsınız. Camiye cenaze getirilmiştir ve cenaze namazı kılınacaktır. Ya ister istemez kılarsınız ya da tanımadığınızı düşünerek kılmazsınız. Hatta o anda cami içinde veya bahçede sohbet eden din görevlilerinden ve cemaatten kimseler görürsünüz. Onlar da aynı şeyi düşünürler: “Nasıl olsa farz-ı kifayedir. Kılan kimseler var ve ben kılmak zorunda değilim.”
Kimileri yoğun iş arasında bir an evvel cenaze namazını kılıp dönmeyi düşünür. Bazıları da cenaze ortamının hüzünlü ve kasvetli havasından bir an önce kurtulmayı arzu eder.
Oysa vefat eden bir kardeşimize karşı son görevimiz olan yıkama, kefenleme, cenaze namazı, defin ile yakınlarına taziyede bulunmak; baştan sona ibret, tefekkür, dua ve kardeşlik duygularıyla dolu muhteşem ve muazzam ibadetlerdir.
Bilhassa cenaze namazını istemeyerek, acele ve baştan savma değil; cân u gönülden isteyerek, kardeşimize yardım hisleriyle dolup taşarak, onun için dua dua yalvararak kılmamız gerekir.
CENAZE NAMAZI KILMAK FARZ-I KİFAYE SEVABI KAZANDIRIR
Bir Müsmümanın diğer Müsmülanlara karşı bazı görevleri vardır. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selâm ver, seni dâvet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse yerhamukellah de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.” (Müslim, Selâm 5)
Birçok kimsede, “Cenaze namazı mademki farz-ı kifayedir, başkaları kılınca benim üzerimden sorumluluk düştüğü için ben kılmasam da olur.” düşüncesi vardır. Aslında bu düşünce doğrudur, fakat eksiktir. Elbette ki farz-ı kifayenin anlamı budur. Fakat sadece böyle düşünerek cenaze namazına katılmamak, bizi farz bir ibadetin sevabından mahrum eder. Oysa kifaye de olsa bir farzın sevabı, belki yüzlerce sünnete bedeldir. Dolayısıyla cenaze namazını kılan kimse, bir farz sevabı alır.
Mümin, salih amel işlemeye sürekli istek duymalıdır. Bizi hangi amelimizin kurtaracağını bilemeyiz. Belki çevresi geniş olmayan bir garibanın cenaze namazına katılıp dua, taziye ve tesellide bulunmak, Rabbimizin rızasını kazandıracak ve hayal bile edemeyeceğimiz bir hayra vesile olacaktır.
Bu sevaba erişmek için bilhassa cenaze namazına katılma imkânımız varsa, merhumu tanısak da, tanımasak da ilgisiz kalmamak, cenaze namazına koşmak gerekir.
“Tanımadığımız kimsenin cenaze namazını kılmamız doğru olur mu? Hem imamın sorusu üzerine iyi bildiğimizi söylemek caiz midir?” diyebilirsiniz.
Öncelikle biz zahire göre hükmederiz. Bir kimse İslâm ülkesinde yaşamış, vefatından önce namazının kılınmamasını istememiş ve ailesi tarafından camiye getirilmişse, mümindir ve hiç tereddütsüz namazını kılabiliriz.
İmam “Nasıl bilirsiniz?” dediğinde iyi şahitlikte bulunmak da bir hüsnüzandır. Mümine hüsn-ü zanda bulunmak yakışır ve sevaptır. Bu kişinin iyi bir kişi olmamasının da hüsn-ü zanda bulunanlara zararı olmaz. Böyle bir durumda tanımadığımız bir cenaze için müspet ifadelerde bulunmanın ve ona hakkını helal etmenin dinen sakıncası yoktur.
Vefat eden insanlar hakkında hüsn-ü şehadette bulunmak onlar için bir duadır. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de, “Sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Resûl’ün de sizin üzerinizde bir şahit olması için sizi orta (dengeli) bir millet kıldı” (Bakara: 143) buyurmaktadır.
Hz. Ömer’in (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre Efendimizin (s.a.v.) yanından bir cenaze geçerken, oradaki insanlar cenaze hakkında senada bulunurlar. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.), “Vacip oldu, vacip oldu, vacip oldu” buyurur. Sonra arkadan bir cenaze daha geçer, onu da kötü sözlerle yâd ederler. Efendimiz (s.a.v.) yine aynı ifadeleri kullanır. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) “Ey Allah’ın Resûlü! Vacip olan nedir?” diye sorar. Allah Resûlü de (s.a.v.) “Öncekini hayırla yâd ettiniz ona cennet vacip oldu. İkincisini kötülükle yâd ettiniz ona da cehennem vacip oldu. Sizler Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz.” cevabını verir (Buhârî, Cenâiz: 86). Buna göre, güzel şahitlik müminler için adeta dua olmakta ve Cenab-ı Hak böyle bir hüsnüzandan dolayı o kulu affetmektedir.
CENAZEYE KOŞMAK MÜMİN KARDEŞİMİZE YARDIMDIR
Cenaze namazı kılmak zor durumdaki bir kardeşimizin yardımına koşmaktır. Peygamberimiz (s.a.v.) cenazeyi takip etmeyi, Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarından biri olarak saymıştır. Nasıl ki zor durumdaki bir kardeşimize yardım etmek, elinden tutmak, canı tehlikedeyse kurtarmak üzerimize bir borçtur.
Musallada yatan bir mümin ise, en fazla yardıma muhtaç bir hâlde beklemektedir. Dünyadan yeni çıkmış, kendi kendisine yardım ve dua etmekten mahrum, çaresiz bir şekilde durmaktadır. Mümkün mertebe onun imdadına koşmak için çırpınmalı, hatta çevremize haber vererek, cenaze namazını kılanların sayısını arttırmak için gayret göstermeliyiz.
Bu hususta şu hadis-i şerif bizi teşvik etmelidir: “Kabirdeki ölü, boğulmak üzere olup imdat isteyen kişi gibidir. Babası, anası, kardeşi veya dostundan kendisine ulaşacak bir duayı bekler. O dua kendisine ulaşınca, dünya ve içindekilerden kendisine daha sevgili olur. Allah, yer ehlinin duasından kabir ehline, dağlar gibi (rahmetler) indirir. Dirilerin ölülere hediyesi, onlar için istiğfarda bulunmaktır.” (Beyhaki, Şuabu’l İman: 7905)
Hz. Adem (a.s.)’dan kıyamete kadar gelecek bütün müminler için dua etmeliyiz. Belki de bizim onlara yaptığımız istiğfar ve hayır duası kabul olacak, onları çok acıklı bir azaptan kurtaracaktır. Bir kardeşimizi bile kurtarmaktan daha hayırlı bir iş olabilir mi?
Resûlullah (s.a.v.) “Ölü üzerine namaz kıldığınızda ona ihlâsla dua edin.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz: 60) buyurarak, bu yardımı nasıl yapacağımızı belirtmiştir.
Cenaze için yapılan duanın halisane olması gerekir. Yani ölünün istifade edeceğine inanarak samimi hislerle dua edilmelidir. Hadis mutlak geldiğine göre, cenaze salih bir kişi de olsa, gayr-ı salih bir kişi de olsa hüküm aynıdır, ayrım yapılmaksızın hayırlı dualarda bulunulmalıdır. Hadisi açıklayan âlimler, “Çünkü günahlara bulaşan kimse, mümin kardeşlerinin dua ve şefaatlerine daha çok muhtaçtır. Bu sebeple onlara getirilmiş, önlerine çıkarılmıştır.” demişlerdir.
Bir başka hadiste Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Üzerine Müslümanlardan, kendisine şefaat talep eden yüz kişinin namaz kıldığı her ölüye mutlaka şefaat edilir.” (Müslim, Cenâiz: 58)
Hadis, cenaze namazına katılan müminlerin, yaptıkları dua sebebiyle ölü lehinde, Allah nezdinde şefaatçi vaziyetini aldıklarını, bu şefaatin ölü hakkında kabul göreceğini ifade ediyor. Hadiste cemaate katılanlar yüz kişiyi bulursa denmiştir. Ancak ulema, bu bapta gelen başka hadisleri de nazar-ı dikkate alarak şefaatin makbuliyeti için yüz rakamını şart görmemiş, rakam üzerinde ısrar etmemiştir. Nitekim müteakip iki hadisten biri, cemaatin sayısını “kırk” olarak ifade ederken, ikincisi “üç saf” demekte ve saflarda kaçar kişi bulunacağını belirtmemektedir. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, c.9, s.370)
Görüldüğü gibi, ne kadar fazla insan cenazeye katılır, dua ederse o kardeşimiz için o kadar faydalı olacaktır.
KENDİ CENAZEMİZ İÇİN MANEVÎ BİR DUADIR
Müslüman kardeşlerimizin cenazelerine katılmak, kendi cenaze namazımıza katılanların çok olmasını sağladığı gibi aynı zamanda bu anlamda manevî bir duadır. Biz çevremizdeki insanların, dost, arkadaş ve akrabalarımızın cenazesine koşarsak, elbette acılarını paylaştığımız insanlar vefakârlık gösterecek, onlar da bizim cenazemize koşacaklardır. “İyilik eden iyilik bulur” sırrınca, bizim cenaze namazımızı kılıp dua edenler de çok olacak, Rabbimiz inşallah onların hüsn-ü şehadetini kabul edecek, bizi affedip nimete mazhar edecektir.
Bu durum akrabalarının cenazesine katıldığımız kimseler için geçerlidir. Ayrıca bizim gayretimiz manevî bir dua olacak ve hiç yardımına koşmadığımız insanlar bile bizim duaya en muhtaç olduğumuz ölüm günümüzde yanımızda olacaklardır. Çünkü başkalarının cenazesine katılan kişi hem davranışıyla, hem de diliyle şöyle dua etmektedir:
“Allah’ım! Ben Müslüman kardeşlerimi çok seviyor ve onlara şefkat ediyorum. Onların en acı günlerinde imdadına koşup cenaze namazlarını kılıyor ve dua ediyorum. Vefat ettiğim gün, tıpkı benim koştuğum gibi, Müslüman kardeşlerimi de benim cenaze namazıma koştur, bana onların hayır dualarını almayı nasip et.”
Böylece başkalarının cenaze namazına gitmek demek, bir bakıma kendi cenaze namazımıza yatırım yapmak demektir. Öyleyse cenaze namazı kılmak hem kardeşimize, hem kendimize iyilik yapmaktır.
CENAZE NAMAZI ÖLÜMÜ HATIRLATIR
Dünya hayatı çok çekici ve güzel olmasına rağmen hem geçici, hem aldatıcıdır. Dünyada ebedî yaşayacakmış gibi zevk ve sefaya dalmak, ahiretimize hazırlık yapmamak büyük bir hatadır. Bunun için dünyanın faniliğini sürekli hatırlamak, ebedî olan cennet yurduna girebilmek için salih ameller işlemek gerekir. Bunu başarabilmek için en güzel nasihatçi ve en ibretli olay ölümü çok hatırlamaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Fani lezzetleri yok edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” (Tirmizî, Zühd: 4) buyurmuştur. Gerçekten de kim ölümü çok hatırlarsa, dünyanın geçici lezzetlerine dalmaz ve ahiretine de o derece ciddi çalışır.
İşte cenazelerin yıkanması ve kefenlenmesine yardımcı olmak, cenaze namazlarına çok katılmak, tabutu taşımak, kabre kadar gidip defin işlerine yardım etmek, cenaze evine gidip taziyede bulunmak, imkân ölçüsünde cüz paylaşıp hatim okumak ölümü hatırlamak için çok önemli vesilelerdir.
Ölümden korkup kaçmak değil, çok sık hatırlayıp sahabeler gibi adeta sağ ayağı ahirette, sol ayağı dünyadaymış gibi yaşamak gerekir. Çünkü ölümün görünüşü kötü ve acı ise de, iç yüzü iyidir ve huzur verir. Ölüm, cennetle sonuçlanacak bir yolculuğun dünyadan sonraki ilk durağıdır.
Ölümü hatırlamak için cenazeler çok tesirli ve ibretli fırsatlardır.
TANIŞMAYA, HABERLEŞMEYE, YARDIMLAŞMAYA VESİLE OLUR
Cenaze namazlarının çok olumlu bir yanı da müminlerin tanışıp kaynaşmalarına, birbiriyle haberleşip yardımlaşmalarına, hatta yepyeni dostluklar kurmalarına vesile olmasıdır.
Gerçekten de bazen uzun zamandır görmediğimiz bir dostumuzu görmüş, belki bazı sıkıntılarını ve dertlerini öğrenip yardım etme fırsatını yakalamış oluruz.
Cenazeler bu tür sosyal yönüyle de dayanışmaya vesile olur. Bilhassa gençler cenaze namazına teşvik edilerek hem ibret almaları, hem çevrelerini tanımaları sağlanmalıdır.
TAZİYEDE NELER YAPMALI?
Cenazesine katılma fırsatı bulamadığımız kimselerin imkân varsa evine gidip taziyede bulunmak, çok uzaktaysa hiç değilse telefonla aramak, hatta çok yakın bir dost veya akraba ise cenazesine katılsak bile evine de gidip acısını paylaşmak, onları teselli etmek gerekir. Evdekiler acılı oldukları için onlara yemek götürmek de sünnettir. (Tirmizî, Cenâiz: 21).
Ancak taziyelerde susup önüne bakmak doğru olmadığı gibi gereksiz dünyevî sohbetler yapmak da hoş değildir. En güzeli Yasin, Tebareke ve Fâtiha gibi Kur’an’dan sûreler okumak, eğer yeterli sayı varsa cüz paylaşıp hatim yapmaktır. Okunan Kur’an ve yapılan dualar, hem vefat eden kişinin ahiretini nurlandıracak, hem akrabalarına teselli olacaktır. Zira cenaze sahiplerini en çok düşündüren, ölen kişinin ahiretteki hâlidir.
Ayrıca ölümün hakikatini, dünyanın faniliğini ve ahirete çalışmanın lüzumunu anlatan teselli edici sohbetler yapmak, sürekli vefat edenin olumlu yanlarını nazara vermek, onu güzel hatıralarla yâd etmek çok büyük sevap olduğu gibi, cenaze sahiplerini de hoşnut edecektir.
Gerçekten de cenaze namazı, kıymetini ve mahiyetini tam anlamadığımız mühim bir ibadettir. Kim onu hakkıyla takdir edip yerine getirirse, sürekli kabrine ve ahiretine azık ve nur gönderiyor demektir.