YORUM | Prof. Dr. ŞERİF ALİ TEKALAN
İnsan, özellikle kendi aleyhine gördüğü herhangi bir hadise veya başına gelen bir durum karşısında bunların muhatabı olarak genelde başkasını görür. Asla kendi üzerine alınmaz. Oysa ki kendisinin bir ayrıcalığı yoktur, kendisi de bir insandır ve bunlar kendisinin de başına gelebilir, muhatap kendisi de olabilir, olmalıdır. Ancak böyle düşünürsa bir daha benzer yanlışları yapmaz. Kendisini muhatap almazsa, daima kaçak rolünü oynar, kazanıyor gibi görünse de kaybetme kuşağındadır o. Dostları olmaz, iç huzurunu asla yakalayamaz, mutlu değildir.
Bilindiği gibi Hazreti Yunus aleyhisselam, gönderildiği topluma irşadda bulunur, gayret eder hakikatleri anlatır. Her zaman olduğu gibi insanlar söylediklerini bir türlü kabul etmezler. 33 yıl boyunca ancak iki kişi ona inanır. Artık bu işin olmayacağı, insanları kabul etmeyeceği düşüncesi ile o topluluktan ayrılır ve bir gemiye biner. Yolculuk esnasında gemi su almaya başlayınca, gemidekiler aralarında kura çekerek en günahkar kimseyi bulup suya atmayı kararlaştırırlar. Çekilen kuraların her seferinde Hazreti Yunus aleyhisselam çıkınca onu denize atarlar. Hazreti Yunus aleyhisselamı bir balık yutar. O, balığın karnında “Ya Rabbi ben kendime zulmedenlerden oldum, her şeyi sen biliyorsun, sadece sana yalvarıyorum ve günahlarımı affetmeni diliyorum” diye dua eder. Sonra Allah’ın izniyle balık Yunus aleyhisselamı sahile bırakır.
Tabii ki bu peygamberlere has bir mucizedir. Yunus aleyhisselam hiçbir zaman başına gelen bu hadiseden vazifeli olarak gönderildiği toplumu sorumlu tutmaz, kendini sorumlu bilir. Böyle olunca da Allah ona farklı vesileler verir ve kurtulur. Tekrar kavmine döndüğünde onların inanmış olduklarını görür.
Muhammed İkbal’in babası oğluna, “Oğlum Kur’an-ı Kerim Allah tarafından peygamberimize değil de kendine inmiş gibi dinle, anla ve onun pratiğini yap” demiştir. Aynen Hz. Yunus aleyhisselamın bu işin bütün muhatabı olarak kendisini aldığı gibi.
‘Başkasının ölümü’ adlı bir eserde okumuştum. Sosyal hayatta önemli makam sahibi olan birisi, akşam saat 9 civarında gaipten bir ses duyar. “Bu gece yarısında senin ruhunu kabz edeceğiz” der bu ses. Bu kişi “ben daha gencim, yapacak çok işim var sonra hastalığım filan da yok” der. O gaipten gelen ses “2,5 saatin kaldı” der. O konuşmaya devam eder, “hastanelerde dünya kadar hasta var, yollarda o kadar insan var, trafik kazası olabilir, öteki insanlar ölebilir, benim herhangi bir şeyim yok” der. Zaman geçmektedir… Gaipten gelen ses “iki saatin kaldı” der. Sızlanmaya devam eder, “bu sene benim terfi yılımdı, bu sene kızımı da evlendirecektim…” Derken saat gece yarısı olur ve ruhu kabzedilir.
Burada verilmek istenen mesaj, insan duyduğu, gördüğü, düşündüğü hemen her menfi durumu daima başkalarına verir, kendi üzerine almaz. Yani birinin evi yanacaksa, o başkasının evidir, biri kaza yapacaksa o başkasıdır, birinin çocuğu ölecekse o başkasının çocuğudur. Hiç kendi üzerine alınmaz. İşte bundan dolayı kitabın adına yazar “başkasının ölümü” demiştir.
Yıllar önce başka insanlara eğitim yoluyla yardım için farklı bir ülkeye Türkiye‘den giden genç bir öğretmen, orada arkadaşlarıyla birlikte bir okul açarlar ve eğitime başlarlar. Bu öğretmen bir gün şehir dışındayken telefonu çalar ve bir çocuğun okulun penceresinden düştüğünü söylerler. Kendi çocuğu da o okula gitmektedir. Bu genç fedakar öğretmen, hemen “inşallah bu çocuk benim çocuğumdur. Böylece başka insanlar çocuklarımıza niye sahip çıkmadınız diye bize kızmazlar…” diye dua eder. Hakikaten pencereden düşen kendi çocuğudur ve hastaneye kaldırılmıştır. Derhal hastaneye gider, Allah’a şükür ki ciddi bir durum olmamıştır. Yani burada bu fedakar öğretmen muhataplığı kendi üzerine almış, Allah da dileğini kabul etmiştir.
O zaman dünyanın neresinde bir problem varsa, insan “acaba bu problemde benim ne gibi bir sorumluluğum var, bunun çözümü için ben ne yapmalıyım” diye düşünmelidir. Eğer böyle düşünülürse, ve bu düşünce şekli genele yayılabilirse o zaman Allah’ın izniyle problemler minimuma iner.
Kur’an-ı Kerim de, hadis-i şerifler de okunurken dinlenirken daima bu bakış açısı içinde okunmalıdır, dinlenilmelidir. Yani “bunlar bana benim ne yapmam gerektiğini, nasıl olmam gerektiğini söylüyor” şeklinde alınırsa o zaman istifadeli olur, insan bundan karlı çıkar. Aynı şekilde konuşmalarda, vaazlarda veya konferanslarda bu gibi konular işlenirken, insan muhatap olarak kendisini görmeli ve ona göre dinlemeli, ona göre kendisine çeki düzen vermelidir.
Rahmetli Turgut Özal’ın bakanlarından Tınaz Titiz, bir konuşmasında şunları anlatmıştı: “Bir gün bir minibüse bindim. O günlerde de bir banka genel müdürü ciddi yolsuzluk yapmıştı. Şoföre o banka genel müdürünün adını vererek sen o kişi gibi olabilir misin dedim. Bana ‘efendim o banka genel müdürü, ben ise bir şoförüm, nasıl onun gibi olabilirim ki’ dedi. Ben de ona ‘evet sen onun konumunda ve pozisyonunda değilsin ama, bir müşteri sana bir para verdiğinde, sen onun üstünü geciktirir ve o insanın bunu unutmasını istersen veya o ineceği durağa gelip alma fırsatı bulamaz ve üstü sende kalırsa sen de kendine göre işte o genel müdür gibi, bir kendi çapında yolsuzluk yapmış olursun’ dedim.”
Özellikle günümüzde, başta internet ve sosyal medya aracılığıyla dünyada olup bitenlerden her an haberdar olunabilmektedir. Önemine göre, kendi yapması gereken işler yanında, bunlarla da ilgilenmek, yazmak, düşünmek ve kendini muhatap kabul etmek de yine bir insanlık gereğidir. Dünyada cereyan eden her şey beni ilgilendirir, ilgilendirmelidir de. Son koronavirüs hadisesi ile bunu hakkalyakin öğrenmiş olduk. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın değil, bana dokunmayıp başkasına dokunduysa onu da benim çözmem gerekir düşüncesi içinde olmak önemlidir.
“Her koyun kendi bacağından asılır” diye bir atasözü yoktur varsa da yanlıştır. Bu herkesin sadece kendisiyle dertlenmesi anlamına gelir, İnsan herkesin derdiyle dertlenmelidir. “Ateş nereye düşerse orayı yakar değil, ateş nereye düşerse beni de yakar” düşüncesi içinde olmamız çok önemlidir. İçinde yaşadığımız bugünlerde koronavirüs dünyanın her yerini etkisi altına almıştır ve bize bu muhataplık konusunda çok ciddi bir ders vermektedir. Dünyanın neresinde ilk defa başladıysa, muhatap olarak herkes kendisini görmeliydi, ona göre de bu yangını hep birlikte hemen orada söndürmeliydi. Böyle yapılamadığı için işte şu anda her yeri sarmış durumdadır.
Netice olarak, futbol maçlarında yedek kulübesinde oturan oyuncular gibi değil, sahada oynayan oyuncular gibi olmak, problemleri seyretmek değil, çözümün içinde bulunmak, dünyada cereyan eden her şeyle makul ölçü ve metotlar içinde ilgilenmek, başkalarına faydalı olmak, sadece yaşamak değil, yaşatma ideali içinde başkalarını düşünmek, bencil değil diğergam olmak, gerçek insan olmanın gereğidir.
Böyle yaparak hem bu dünyada huzur ve mutluluk yakalanabilir, hem de ötelerde Allah’ın haber verdiği nimetlere kavuşmak gibi en büyük kazanç elde edilmiş olur.
Henüz fırsat varken, kırmızı kart hala gösterilmemişken, içinde bulunduğumuz şu Ramazan günlerinde durumumuzu bu açıdan bir daha gözden geçirelim derim.
Bu arada muhatap benim, kimse değil. Tabii ki bu, sen muhatap değilsin anlamına gelmiyor.
dunyevi rutbeler ve unvanlar kabir kapısına kadardır. Bediuzzaman.
Su yazarların dunyevi unvanlarını yazmasanız. bu unvanlar kul peygamberlerın adlarının yanında cok yavan duruyor ve yazının tesiririni kırıyor.