YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
İlk TBMM’de muhalefetin gür sesi olarak ortaya çıkan Ali Şükrü Bey özellikle yeni devletin bir tek adam-tek parti rejimine dönüşmemesi için mücadele ediyordu.
Lozan Konferansı’na ara verildiğinde eleştirilerinin dozunu iyice artırmıştı. İşte bu sırada ortadan kayboldu ve birkaç gün sonra da bir suikasta kurban gittiği anlaşıldı.
ALİ ŞÜKRÜ BEY
1884 yılında Trabzon Beşikdüzü’nde dünyaya gelen Ali Şükrü Bey, Bahriye Mektebi’ni bitirdikten sonra kurmay sınıfına ayrıldı ve subaylık hayatı, başarılarla devam etti. Bu dönemde İttihatçı olduğu anlaşılan Ali Şükrü Bey, 31 Mart Olayı’nda Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelişi sırasında donanmanın desteğini organize edenler arasındaydı.
Daha sonra yeni gemiler alınması için kurulan Donanma Cemiyeti’nde yer aldı ve cemiyetin yayın organı olan Donanma mecmuasında “Osmanlı bahriyesi” hakkında yazılar kaleme aldı.
1914 yılında subaylıktan istifa ederek Babıali’de önce bir kırtasiye dükkânı açtı sonra da kendi adını taşıyan bir matbaa kurdu. İşgallerin başlaması üzerine kurulan Milli Kongre Cemiyeti’nin çalışmalarına katılan Ali Şükrü Bey, matbaası vasıtasıyla da işgallere karşı çıkan yayınlara destek verdi. Ayrıca İttihatçıların kurduğu Karakol Cemiyeti’nde de üye olarak yer aldı.
İşgallerin başlamasıyla artık kurtuluşun Anadolu’da olduğuna inanan Ali Şükrü Bey, memleketi Trabzon’a giderek Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin çalışmalarına iştirak etti.
MEBUSAN MECLİSİ’NDEN TBMM’YE
Son Osmanlı Mebuslar Meclisi’ne Trabzon mebusu seçilen Ali Şükrü Bey, Misak-ı Milli’nin kabulünde de etkili bir rol oynadı. Meclis-i Mebusan’ın kapatılması üzerine de Mehmet Akif’le birlikte Ankara’ya gitti ve ilk TBMM’de milletvekili olarak yer aldı.
Çeşitli komisyonlarda görev yapan Ali Şükrü Bey, ilk TBMM’de yaptığı konuşmalar, kanun teklifleri ve verdiği önergelerle en aktif kişilerden birisi olarak öne çıktı.
Bu dönemde M. Kemal Paşa’nın başında bulunduğu Birinci Grup’a karşı en büyük muhalefet olan İkinci Grubun başkanlığını Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey yaparken o da grubun sözcülüğünü üstlenmekteydi.
“Muhafazakâr” hatta “mutaassıp” olarak tanımlanan Ali Şükrü Bey’in çıkarılmasını sağladığı kanunların başında “Men-i Müskirat (İçki Yasağı) Kanunu” gelmektedir. Verdiği kanun teklifinde birçok kötülüklerin kaynağı olarak gördüğü içkinin üretim ve tüketiminin yasaklanmasını istiyor ve ABD’yi örnek gösteriyordu.
Müzakereler sırasında yoğun tartışmalar yaşandı ve bütçe gelirlerinin azalacağı gerekçesiyle kanuna karşı çıkıldı. Ali Şükrü Bey ile Maliye Vekili Ferit Bey arasında çok sert tartışmalar olsa da sonunda kanun mecliste kabul edildi (30 Eylül 1920).
O dönemde Ankara’da kurduğu matbaayla yayıncılık da yapan Ali Şükrü Bey, M. Akif ve Eşref Edip’in yayınladıkları Sebilürreşad dergisini matbaasında basmaktaydı. Ayrıca 1923 yılı başından itibaren çıkardığı Tan gazetesi de İkinci Grup’un sözcüsü oldu. Gazetede hem kendisi hem de İkinci Grubun Hüseyin Avni Bey, Selahattin Bey gibi önde gelenleri yazı yazmaktaydı.
Yazılarında millet egemenliğinin yerini şahıs egemenliğinin almasına karşı çıkmakta, Abdülhamit döneminde basılan bütün salnamelerde Kanun-i Esasi olsa da bunun şeklen olduğunu örnek vererek gerçek anlamda halk egemenliğine vurgu yapmakta, “hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir” sözünün kâğıt üzerine kalmayıp uygulamaya konulmasını istemekteydi.
Gazete M. Kemal Paşa’nın tepkisine yol açtı ve Kazım Karabekir’den nakledilen bir rivayete göre Paşa gazete için “yakın, yıkın” bile dedi. Gazete yayınlandığı sürede en çok Lozan Konferansı’na yer verdi ve Misak-ı Millî’den taviz verilmemesini savundu.
Ali Şükrü Bey Lozan’la ilgili olarak kaleme aldığı başyazıda; “savaşta kazanılanların masada kaybedilmek üzere olduğunu” ileri sürmekteydi. Bu yazı onun son yazısı olacak ve birkaç gün içinde bir suikasta kurban gidecektir.
CESUR MUHALEFET
Asker kimliğinin yanında siyasetçi, yazar ve yayıncı olan Ali Şükrü Bey daha meclisin ilk günlerinde muhalif karakteriyle öne çıktı. O “kuvvetler birliği” uygulamasını eleştiriyor ve kuvvetler ayrılığını savunuyordu. Meclis üzerinde güç olmasını kabullenemiyor ve “Meclis milleti temsil etmektedir, reşittir, hiç kimsenin vesayeti altına girmez ve yetkisinden vazgeçemez” diyordu.
Onun eleştirdiği uygulamalardan birisi de İstiklal Mahkemeleridir. Mahkemelerin geniş yetkilere sahip olmasından rahatsız olan Ali Şükrü Bey, bu mahkemelerin firariler için kurulduğunu belirtiyor ve diğer suçlarda yetkili olmasına karşı çıkıyordu. En büyük eleştirilerden birisi de tek şahitle idam kararı verilebilmesiydi ve bu konuda dönemin Adliye Vekili Refik Bey’le tartışmıştı.
Ali Şükrü Bey, Başkumandanlık Kanunu’na da karşı çıktı. Bu kanun Kütahya-Eskişehir Savaşları’nda Türk ordusunun mağlup olarak geri çekilmesi üzerine 5 Ağustos 1921’de çıkarılmış ve M. Kemal Paşa’ya meclise ait yetkileri kullanma hakkı verilmişti.
Başlangıçta kanunun çıkarılmasına onay verse de Rauf Bey’in anlatımlarına göre Paşa’nın “bir diktatör olacağı” endişesiyle çok sert eleştiriler getirdi. Hatta yürürlük süresinin uzatılmasına karşı çıktıysa da başarılı olamadı.
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla ilgili oylamada olumlu oy kullansa da savaş tam bitmeden böyle bir karar alınmasını zamanlama yönüyle eleştirmiş ve halifeye bağlılığını sürekli vurgulamıştır.
Matbaasında Bediüzzaman Said Nursi’nin M. Kemal Paşa’ya karşı kaleme aldığı “Hubab” adlı risaleyi (Ankara, Ali Şükrü Matbaası, 1341) ve halifeliği savunan Afyon Mebusu Şükrü Bey’in bildirisini de basmıştır.
VE CİNAYET
1922 yılının Kasım ayında Yunus Nadi bir yazısında büyük bir mücadele devrinin başlayacağını yazmış, saltanat ve hilafeti savunanları tehdit etmişti.
Hüseyin Avni ve Ali Şükrü Beyler, bu yazıya büyük bir tepki göstererek Nadi’yi milletvekilliğinden istifaya davet ettiler. Ali Şükrü Bey meclisteki konuşmasında Lozan Görüşmelerinin devam ettiği bir dönemde bu tür yaklaşımların yanlışlığını belirterek Nadi’yi vatan hainliğiyle suçladı.
Ali Şükrü Bey’in bütün bu faaliyetleri yeni rejime geçiş aşamasında önemli tepkilere yol açtı. Ama otuz dokuz gibi genç bir yaşta ortadan kaldırılmasına neden olan hadise, Lozan Konferansı sürecine dair Hükümet’e ve Lozan heyetine yönelik eleştirilerdir.
Lozan Konferansı’na gidecek heyetin Hükümet yerine Meclis tarafından seçilmesini isteyen Ali Şükrü Bey, bu önerisini kabul ettiremedi. Bundan sonraki en büyük tartışmalar ise Lozan’a ara verilmesi sonrasında TBMM Heyeti Başkanı İsmet Paşa’nın mecliste yaptığı açıklamalardan sonra başladı.
Ona göre İsmet Paşa ve heyeti Lozan’da başarılı olamamış, inisiyatif İngiliz heyetine geçmiş, tutanaklar meclisten gizlenmiş hatta “meclisten habersiz, gizli işler çevrilmiştir”. Musul kesin olarak kaybedilerek de “Misak-ı Milli’ye ihanet edilmiştir”.
Bu eleştirilerden M. Kemal Paşa da nasibini alıyor, hükümet istifaya davet ediliyordu. Tartışmaların şiddetlendiği bir ortamda 6 Mart 1923’te meclis karışmış ve M. Kemal Paşa, eli cebindeki silahında olarak Ali Şükrü Bey’in üzerine yürümüştü.
Lozan’la ilgili şiddetli tartışmalardan bir süre sonra 27 Mart 1923’te Ali Şükrü Bey ortadan kayboldu. Durum hemen meclise taşındı ve siyasi bir cinayete kurban gitmiş olabileceği gündeme geldi.
İkinci Grubun önde gelenlerinden Hüseyin Avni Bey yaşananları meclis kürsüsünde dile getirerek çok ağır bir konuşma yaptı. Mecliste ortam iyice gerildi ve olay, İttihatçıların bir zamanlar organize ettikleri tarzda gazeteci cinayetlerine benzetildi.
Ali Şükrü Bey’in ortadan kaybolması, görgü şahitlerinin ifadesiyle Giresunlu Topal Osman’ın adamı olan Mustafa Kaptan’la ilişkilendirildi. Bu sırada Topal Osman sorguya çekilmek istendiyse de bulunamadı. Ceset ise aramalar sırasında Topal Osman’ın evinin beş yüz metre yakınında bulundu.
Şüphelilerin anlatımına göre Ali Şükrü Bey, Mustafa Kaptan tarafından Topal Osman’ın evine davet edilmiş ve burada birlikte kahve içerlerken arkadan yaklaşan iki kişi tarafından iple boğulmuştu. Topal Osman bu sırada Mustafa Kemal Paşa’ya bağlı olan Meclis Muhafız Bölüğü komutanı idi.
Paşa olayı duyunca Meclis Muhafız Alayı komutanı İsmail Hakkı Bey’i (Tekçe) görevlendirdi. İsmail Hakkı Bey’in kuvvetleri, Topal Osman ve adamlarını Ayrancı Bağlarında sıkıştırdı ve teslim olmamaları üzerine silahlı çatışma başladı. Çatışmada yaralanan Topal Osman, hastaneye kaldırılırken hayatını kaybetti. Böylece cinayetin tam olarak aydınlatılma imkânı kalmadı.
Birinci Grup ve Hükümet, cinayeti sıradan bir olay olarak yansıttı ve siyasete alet edilmemesini istedi. İkinci Grup ve muhalif gazetelere göre Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi bir siyasi cinayetti ve arkasında M. Kemal Paşa vardı. İddialara göre Paşa, hemen her ortamda kendisine ve Birinci Grup’a karşı çok şiddetli eleştiriler yapan Ali Şükrü Bey’in öldürülmesinde kendisine bağlı Topal Osman vasıtasıyla “azmettirici” bir rol oynamıştı.
İngiliz basını da olayı baştan itibaren “siyasi bir cinayet” olarak gördü ve Türk siyasetinin önde gelen isimlerinden Ali Şükrü Bey’in siyasi nedenlerle “Pontus Rumlarının imhasından sorumlu olan” Topal Osman tarafından öldürüldüğüne dair haberler yaptı.
Cinayet sonrasında 1 Nisan 1923’te ilk meclisin yenilenmesi kararı alındı. 11 Ağustos 1923’te açılan İkinci Meclis ise birkaç bağımsız hariç M. Kemal Paşa’nın onay verdiği isimlerinden oluşuyor ve böylece İkinci Grup başta olmak üzere bütün muhalefet tasfiye ediliyordu. Zaten cinayetle de muhalefete gereken mesaj açıkça verilmişti.
Sonuç olarak Ali Şükrü Bey cinayeti, kuruluş aşamasındaki bir devletin “iktidar-muhalefet ilişkilerini” daha baştan rayına oturtamadığının bir göstergesidir. Çünkü Ali Şükrü Bey sıradan bir siyasetçi olmayıp hem İkinci Grup’a önderlik ediyor hem de matbaası ve gazetesiyle destek veriyordu.
İlk TBMM’de muhalefete tahammülsüzlük cinayetle sonuçlanmış ve cumhuriyet tarihi boyunca, muhalefetin, demokrasinin bir gereği olduğu yaklaşımı bir türlü kabullenilememiştir.
***
Kaynaklar: M. Başkaya, “Ali Şükrü Bey’in Yazarlığı, Yayıncılığı ve Yayınları”, Ali Şükrü Bey: Hürriyet Uğruna Otuz Dokuz Yıl, İstanbul, Trabzon Belediyesi, 2015; İ. Akbal, T. Aslan, “TBMM’de Ali Şükrü Bey Muhalefeti”, Erdem, 2010, S. 58; U. Üçüncü, “İngiliz Gazetelerine Göre Ali Şükrü Bey Cinayeti“, JASS; 2019, S. 75; V. Usta, “A. Şükrü Bey”, DİA, 2020, C. Ek-1.
İnsanlar kendilerini rahatsız eden diğer insanları ortadan kaldırmak ister. Burada amaç rahatsızlığından kurtulmak istemesidir. Rahata kavuşmak istemesidir. Eğer birisi rahatınızı bozuyorsa bu bazıları için tahammül edilemez birşeydir. Bir insanı öldürmekle rahatı yerine gelecekse bu yapılır. Çünkü büyük çıkarlar söz konusudur. Sıradan bir trabzonlunun bunu önlemeye çalışması tahammül edilemez noktaya varmaktadır. Bir insanın sanki kabına sığmaması gibi bir durum. Sanki bir başkakalım geçiriyor. Nefreti ile bedeninden sıyrılıyormuş gibi oluyor. Şeytan gibi insan kalıbından sıyrılıp daha büyük oluveriyor. Bu büyüklük güçle birlikte gelmektedir. Güç insanı insan olmaktan çıkartmaktadır. O gücü insan kalıpları içinde kalmaya tercih eder. Öfkesi o kadar büyür ki o artık insanlığı terk etmiştir. O öfkenin insan bedeninde yaşaması imkansızdır. Çünkü o öfke ile insan ancak delirmiş gibi görünür. Bu yüzden öfkesine neden olan ‘büyük, koca’ çıkarları terk etmek yerine insanlığını terk ediyor. Çünkü çıkarına o kadar çok odaklanmış ki insanlığını feda etmektedir. Artık onun sınırları kalıbını aşmıştır. Ama dışarıdan hala insan suretinde görülmektedir.
Muhalefetin neden 23 nisanı kutladığını söyleyeyim. İlk meclisten sonra darbe ile ikinci meclis kurulmuş, cinayetler üzerine kurulmuştur. O meclise hayran olan chp ve diğerleri de şimdiki meclisin benzer yöntemle güçler ayrılığı yerine kurulan bu güçler birliği üyesi olan ikinci meclisi alkışlamaktadır. Çünkü bu meclis aynı atatürkün kurduğu meclis gibidir. Zaten siyasal müslümanlar derslerine çok iyi çalışmış, rehber olarak atatürkün tek adamlığını örnek almışlardır. O yüzden bugün meclisin açılış kutlamasına chp de katılmaktadır. Çünkü bu meclis te aynı ikinci meclis gibi musulu umursamayan meclistir. Kuvayı milliyeye sınırlarını sattı müdafa yoktur hattı müdafa vardır diyerek musulu uçurmuşlardır. Kim bilir lozanda ne ayrıcalıklar koparmışlardır. Aynı özellikteki pasif meclisimiz chp açısından ikinci meclise çok benzemektedir. Muhsinlerin öldürülmesi ile kontrol sağlanmaktadır. Zaten pasifleştirilmiş meclisin tayyipten sonraki lideri chp li olacaktır. Onlarda bu tip meclisleri severler. Belki şeklen biraz güçlendirilmişini ortaya koyup göz boyayacaklar. Kemalist rejimde asker vesayeti kurmuşlardı, ışid dönemindeki zamanda istihbarat vesayeti kurulmuştur. Bu vesayet tıpkı inönünün lozanı gibi musuldan bahsetmeyerek büyük çıkarlar elde edecektir.
Teşekkürler TR 724, Teşekkürler Nizamoğlu.
Türkiye rejiminin nasıl yanlış bir yöntemle kurulduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor bu yazı. Sinra da nuhalif “vatan haini” oluyor, sürgün ya da idam onu bekliyor. M. Akif de bu yüzden ülkeyi terk etmedi mi? İstiklal Marşı şairine bunu reva gören diğerlerine ne yapmaz. Herhalde ilk iş “kutsal devlet” algısından kurtulmak olmalı. Devlet sadece bir araçtır.
Tarih bizlere nasıl öğretildi aslında nasıl ? Ders niteliğinde bir yazı , teşekkürler.