YORUM | Prof. Dr. SALİH HOŞOĞLU
Son zamanların moda akımlarından biri de dindar-muhafazakar değerlere ve bunların kaynağı olan Anadolu insanına yapılan hakaretler ve aşağılamalar oldu. Belli bir toplum kesiminin her türlü dini değere ve dindarlığa alerjisi eskiden beri müsellem idi. Ancak bu sefer durum farklı, uzun yıllarını muhafazakar değerleri savunmaya adamış niceleri bu konuda epey kafa karıştıran şeyler söylüyorlar. Malum laik çevrelerin mevcut iktidarın seyyiatı üzerinden yaptıkları muhafazakarlık aşağılamaları ve hatta dini değerlere yaptıkları saldırılar anlaşılabilir şeylerdir. Bunları çok dikkate almayabiliriz. Ancak, özellikle bu dönemde mağdur olan dindarların eleştirileri önemlidir ve irdelenmeyi hak ediyorlar. Bugünkü iktidarın muhafazakar değerlere dayanarak (doğrusu onları kanırta kanırta istismar ederek) yaptığı zulümler birçok insanda muhafazakar değerlerin “devletçi, faşizme kapı aralayan, insan hakları ve hukuk konularında yaya olduğu” kanaatini oluşturdu. Aynı şekilde muhafazakar değerlerin şampiyonluğunu yapan aydın taifesinin de hakikatsiz ve güce eğilen cinsten olduğu kanaati yerleşti. Devamlı olarak muhafazakar Anadolu insanının şimdiki iktidarı desteklediği ve ülkede yaşanan zulümlere seyirci kaldığı söylemleri de öne çıkarılır oldu.
Bu konularda yapılan eleştirileri irdelemeden önce bazı tespitleri yapmazsak çıkarımlarımız yanlış olur. Bu konuda laik çevrelerden yapılan eleştirilerin ancak binde biri dikkate alınmaya değerdir. Çünkü onlar bu günkü tablonun her halükarda en önemli katkı sunanlarıdırlar. Görüyoruz ki bu zulme uğrayanların en başında Hizmet gönüllüleri geliyor ama bu eleştirileri yapanlar ne hikmetse Hizmet gönüllülerine yapılan baskı ve zulümleri kınayamıyorlar ve hatta bazıları daha çok baskı ve zulüm yapılmasını istiyorlar. Az bir kısmı ise zoraki dillerinin ucuyla bunlara değinip kendi tezlerini seslendiriyorlar. Bu kesimlerin eleştirileri (ki çoğu doğrudur) bu nedenlerle maalesef kıymet-i harbiyelerini kaybediyorlar. En basit bir örnek olarak, Dersim Katliamı konuşulurken, orada öldürülen masum insanların Alevi olduğu için öldürüldüğü, ülkenin hepsinin Sünni yapılmaya çalışıldığı gibi saçma sapan çıkarımlarla bu katliamı muhafazakarlara fatura etmeye çalışanlar az değiller. O gün iktidarda olanlara toz kondurmama gayreti, korkusu, önyargısı (adını siz koyun) bütün gerçekliği örtüyor. Sabahattin Ali’yi öldüren ya da Kemal Tahir’i hapsedenler sanki muhafazakar ve dindar insanlarmış gibi her fırsatta dine saldıran bu kişileri ciddiye almaya gerek yok.
Sahi Muhafazakarlık Nedir? Bugün Türkiye’yi yönetenler muhafazakar mı?
Muhafazakarlığın ne olduğu konusunda derin felsefi tanımlara girmeyeceğim. Sadece şunu söyleyip geçelim. Bugün Türkiye’de iktidarın ana omurgasını oluşturan kişiler bizim bildiğimiz ve anladığımız anlamda muhafazakarlar değildiler ve hala da değiller, hiçbir zaman olmadılar, sadece bir ara olmuş gibi göründüler. Bizim anladığımız muhafazakarlığı siyaseten temsil eden Özal ve Demirel’di. Bugünkü iktidar elitlerinin kahir ekseriyeti geçmişlerinde “siyasal İslamcı” ve bizim gençlik dönemlerimizdeki deyimle “İrancı” olan kişilerdir ve bir kısmı da devr-i iktidarlarında onlara eklemlenmiş menfaatçilerdir. Bu siyasal İslamcı anlayış, dini değerleri esas aldığını iddia etse bile, bizim muhafazakar Anadolu insanı dediğimiz kişileri asla gerçek dindar olarak görmez(di). Bunlar asla demokrasiye de, halk iradesine de saygı duymazlar(dı). Bunlar hiçbir surette tarikatları ve Anadolu’da yaygın dini cemaatleri (Nur Cemaatlerini, Süleyman Efendi bağlılarını vs.) asla tasvip etmezler(di), faaliyetlerinden hazzetmezler(di) ve onlara laiklerden daha şiddetle karşı idiler. Şimdi değiştiler mi? İnsanlar elbette değişirler ve buna da saygı duyarız. Ancak “o gömleği çıkardık” dediklerinde inanmıştık! Sonuç malum.
Şu an zaten tek adam iradesi ve idaresi var ve burada da hiçbir “değer” değer ifade etmiyor. Tek değerin lidere bağlılık olduğu bu sistemde şu an mergup meta “Türk-İslam sentezi” diye ifade edilebilecek ortaya karışık bir söylem, ama sadece bir “söylem”. Burada bu söylemin “İslamcı” kısmını temsil eden anlayışı azıcık irdelemeye çalışıyoruz. Bizim toplumda hesap sorma, hesap verme kültürü olmadığı için bu kişilere “o gömleği çıkardık” dediklerinde geçmiş eylem ve söylemlerinin hesabı sorulmadan akla zarar büyüklükte bir kredi açıldı. Onlara “geçmişteki radikal söylemleri”, “birçok dindarı tekfirleri”, “İran’la olan yakın ilişkileri”, “tarikat ve cemaatlere olan bakış açılarını nasıl ve niçin değiştirdikleri”, “devlet hakkındaki söylemlerini neden ve nasıl değiştirdikleri” ve en önemlisi “gücü ellerinde toplayınca tekrar değişmeyeceklerinin garantisi” sorulmadan destek verildi ve kitlelerin bu konular bilgi sahibi olması sağlanmadı. Siyaseten yükseldikçe güç devşirmeleri dikkate alınmadı. Bundan da daha kötüsü bu kişilerin “değiştik” dedikten sonraki birçok defosu “muhafazakar” oldukları ve artık “yeni bir başlangıç yaptıkları” zehabıyla kapatıldı ve hoş görüldü. Toplum nezdinde daha önce kimseye nasip olmayan bir itibar kazanmalarına yol verildi.
Hizmet Hareketinin temel dayanağı makul muhafazakar düşünce ve Anadolu hikmeti ile yorumlanmış bir Müslümanlıktır. Makul Anadolu insanının ve makul muhafazakar düşünce tarzının birileri tarafından istismar edilmesi, tabir yerindeyse içine başka katkı maddeleri ve boş hamaset gibi zehirler katılarak adeta bütün bir toplumun ifsad edilmesi hafife alınacak bir durum değildir. “Demokrasi, halk iradesi, insanlığın ortak değerleri” gibi söylemlerle başlayıp daha sonra içine katılan en keskin radikal dinci ve ırkçı söylemlerle yabancı düşmanlığına, marjinal ulusalcılığa ve radikalizme evrilen bu gidişin daha fazla tahribat yapmaması için bu konuların açıklıkla konuşulması ve tartışılması gerekiyor. Yoksa sesi çok çıkan “kökten laik” “sözde demokrat” ve “sözde insancıl” bir kısım çevrelerin bütün kusurları muhafazakar değerlere yükleyen yaklaşımlarını alıp bunun üzerinden iktidar eleştirisi yapmak, yapılan tahribatı büyütmekten başka bir işe yaramaz. Nitekim yeni kuşaklar dini değerlere ve dine ait her şeye ciddi şekilde mesafeli durma eğilimindeler.
Bu ülkede son yüzyıl boyunca “hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, halk iradesini, kalkınmanın toplumun her kesimine ulaşmasını” savunanlar elitist laikler, jakoben Kemalistler ya da radikal İslamcılar mıdır yoksa Anadolu muhafazakarlığı dediğimiz değerleri savunan Ali Fuat Başgiller, Bediüzzamanlar, Nurettin Topçular mıdır? Eğer kendi doğrularımızı tarihi arkaplanıyla anlatamazsak, değerlerini kaybeden ve savrulan bir nesille yüz yüze kalacağız. Bu, Türkiye içinde ya da dışında yaşayan herkes için geçerlidir. Sadece Türkiye kökenliler için değil bütün Müslümanlar için de geçerlidir. Zira Hizmet Hareketinin temsil ettiği “herkesi kendi konumunda kabul etme, hoşgörü, birlikte yaşama kültürü, makul muhafazakarlık” gibi değerlerin silinerek bunların yerine ne konulmaya çalışıldığına bakmak lazım. Bir tarafta hala Müslüman kalmak isteyenlere “şekilci bir Müslümanlık ve radikal bir yabancı karşıtlığı” dayatılıyor. Diğer tarafta ise “din karşıtlığı, en azından dini değerlere sırt çevirme ve bunun üzerinden bir kısım İslam iddialı uygulamalara tavır alma” şeklinde bir modernlik pazarlanıyor. İlginç şekilde kamuoyu önünde bu “keskin İslamcılar” ve “laikler” çatışırken uygulamada el altından tatlı bir işbirliği yürütebiliyorlar. Siyasetin ve siyasetçilerin gerçekliklerini ve muhafazakarlığı “efradını cami, ağyarını mani” şekilde tanımlayarak işe başlanırsa daha kolay çözümler bulabiliriz diye düşünüyorum.