YORUM | VEYSEL AYHAN
Çok sık hatırlamamız gereken bir hadis-i şerif var. Çok kapsamlı. Yaratıcının “insan”dan ne beklediğini net olarak biz ifade ediyor:
“Kıyamet günü Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuracak:
-Ey âdemoğlu! Ben hasta oldum beni ziyaret etmedin! Kul:
-Ey Rabb’im, Sen Rabbü’l-âlemîn iken ben Seni nasıl ziyaret ederim?
Cenab-ı Hakk:
-Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin, bilmiyor musun?
Eğer onu etseydin, yanında beni bulacaktın!
Cenab-ı Hakk:
-Ey âdemoğlu, ben senden yiyecek istedim ama sen Beni doyurmadın! Kul:
-Ey Rabb’im, ben Seni nasıl doyururum! Sen ki âlemlerin Rabb’isin.
Cenab-ı Hakk:
-Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin, onu yanımda bulacaktın.
Cenab-ı Hak:
-Ey âdemoğlu! Ben senden su istedim Bana su vermedin!
Kul:
-Ey Rabb’im, ben Sana nasıl su içirebilirim, Sen ki âlemlerin Rabb’isin!
Cenab-ı Hakk:
– Falan kulum senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın, bunu benim yanımda bulacaktın!” (Müslim, Birr 43)
EN KRİTİK SORU
Yeryüzündeki tüm eksiklikler, ihtiyaçlar; yardıma muhtaç insanlar, hastalar, yetimler… İnsanın önüne sunulmuş birer imtihan sorusudur. Allah bana onlara yardım edebilecek ekonomik güç verdiyse ve ben zaruri ihtiyaçlarım dışında bu maddî imkânları saklıyor, biriktiriyor, neler olacağını bilemediğim bir istikbal için sigorta olarak istifliyorsam ilk soruda takılırım.
Ahirete gittiğimde yukarıdaki hadisteki soruların benzerleri önüme çıkar ve acı bir mahcubiyet yaşayabilirim.
Mesela;
-Kulum ben binbir müşkilatla hicret ettim. İlk durakta takıldım kaldım. Şu yabancı diyarda yalnız ve kimsesizdim. Bana yardım etmedin!
-Kulum ben hapse düştüm. Ne aradın ne sordun. El uzatmadın, yakınlarıma sahip çıkmadın.
-Kulum ben muhacir olarak senin ülkene geldim, bana samimi bir ensar olmadın.
-Kulum ben en zor şartlarda ayakta durmaya çalıştım, çevremde bir teselli aradım. Ziyarete gelmedin.
-Kulum ben terkedilmiş halde kendimi kenarda buldum. Beni hatırlamadın…
Allah göstermesin, bu ve benzeri sorularla utanç içinde hesap vermek var. İhtiyaç sahipleri bir yanda dururken, benim istikbal endişeleriyle biriktirdiğim para bereketini yitirir hatta tümöre dönüşür. Zamanla beni de çürütür. Çünkü onlar Allah’a aittir ve her bir kuruşu ihtiyaç sahiplerine verip vermeyeceğimin sınav sorularıdır.
Bildiğim, duyduğum ve elimin yetişebileceği her fakirlik, çözebileceğim her problem benim önümde bir ahiret suali olarak bekler. Aslında o ihtiyaç sahipleri ve ihtiyaçlar benim için birer nimettir. Her bir soruyla cevapla ebediyeti yakalayabilirim.
Allah, âdil-i mutlaktır. İnsan vücuduna kurduğu sistemle vücuttaki milyarlarca hücre adil olarak beslenir. ‘Ayaklar’ aşağıda diye gıdasız kalmaz. ‘Göze’ ayrıcalık tanınmaz. ‘Beyin’ önemli diye iltimas görmez. En iyi vitaminleri kendine saklamaz. ‘Kalp’ niye ben çalışıyorum siz oturuyorsunuz, demez. İşini bir an aksatmaz.
Dünya, iç içe geçmiş daireler halinde insanın ‘adalet’inin sınandığı bir imtihan dünyasıdır.
Hz Ebu Bekir’in (ra) akıl ve zekasını havsalamız almaz. Hz.Ömer(ra) kuşkusuz bir dâhiydi. Onlar ve emsalleri Allah nazarındaki ‘kadir’lerini cömertlikleriyle artırdılar. Ne, verdiklerinden dolayı pişman oldular ne de fakirliğe düştüler. Çünkü verilen sadaka Allah’ın teminatı altında.
En doğru sözlü insan Efendimiz’dir (sas). Bir de söylediğinin doğruluğuna yemin ediyorsa… Efendimiz (sas): “…yemin ederim ki sadaka vermek malı eksiltmez. Uğradığı haksızlığa sabredenin Allah şerefini artırır.” (Müslim, Birr, 69)
VEFA TESTİ
On soruluk bir test yazdım. Önce kendime uyguladım ve sınıfta kaldım. İnşaAllah kendimi düzeltirim. Her biri Allah’ın Vâfî (vefalı) ismine birer davetiye. Umarım sizin puanınız düşük çıkmaz.
1- Hapis yatmakta olan arkadaşınız veya bir tanıdığınız var mı?
Varsa;
Onlara -sakıncalı ise müstear isimle- mektup yazmaya çalışıyor musunuz?
2- Onlara bayram tebriği, kandil tebriği, doğum günü tebriği atıyor musunuz?
3- Onlara selam göndermeye çalıştınız mı? (Bazen bir selam oradaki mağdurları günlerce sevindiriyor.)
4- Tutuklu yakınları veya eşlerine telefon açıyor musunuz? Bazen azar işitmeyi de göze alarak?
5- Yurt içinde iseniz; yakınları hapiste olanlara -imkânınız nispetinde- periyodik olarak hediyelerle ve oyuncaklar ziyarete gidiyor musunuz?
6- ‘Süreç’in ağırlığından dolayı bir kenara çekilmiş veya küsmüş arkadaşlarınızı her şeye rağmen ziyaret ediyor musunuz? (İçeride veya dışarıda.)
7- Hayatının -velev ki kısa da olsa- bir bölümünde Hizmet’i sırtlamış ama şimdi emekli olmuş, hicret etmiş veya kenara çekilmiş insanlara, bilhassa yaşlı olanlarına -sırtınızda taşırcasına- sahip çıkıyor musunuz?
Onları ziyaret edip ihtiyaçlarını tedarik etmeye uğraşıyor musunuz?
Yoksa insanlarla ilgilenmeniz onların zenginlikleriyle mi orantılı?
8- Serbest dolaşım hakkına sahipseniz mağdurları bulundukları ülkelerde ziyarete gittiniz mi? Mülteci kamplarına hediyelerle, oyuncaklarla veya ihtiyaçları olan şeylerle uğruyor musunuz?
Sadece tanıdıklarınız değil, diğer mağdurlara da yardım götürüyor musunuz?
9- Muhacirler, mülteci kamplarında yaşayanlar veya bir yerde sıkışmış kalmış olanların fakru zaruret içinde en fazla bir hafta yetecek iaşeleri hatta birikimleri varken, siz elinizde ne varsa onunla onlara “muavenet” eli uzatıyor musunuz?
Yoksa “ne olur ne olmaz, gelecekte lazım olur” diye kenara ihtiyat akçesi mi ayırıyorsunuz? ‘Onlar o haldeyken ben bu kenara ayırdığım para ile ölürsem nasıl hesap veririm’ diye korktuğunuz oluyor mu?
10- Güzel bir sofranın başına oturduğunuzda aklınıza tutuklu arkadaşlarınız ve mağdur aileler geliyor mu? Sıcacık yatağınıza girdiğinizde üç kişinin nöbetleşe paylaştıkları soğuk ve nemli yatakları hayal ediyor musunuz?
11- Her gece -veya gündüz- bir kuytuya çekilip onlar için dua ediyor musunuz? Fetih okuyor musunuz? “Allah’ım gerekirse canımız al ama arkadaşlarımızı kurtar” diyebiliyor musunuz?
Bu on bir soruluk testten yüksek bir puan alıyorsanız, cenazenizi meleklerin teşyi edeceğinden, meleklerin size ev sahipliği yapacağından emin olabilirsiniz.
Çünkü Allah, Vâfî’dir. İnsanlara olan vefamız, Allah’ın vefasına reddedilmez bir davetiyedir.
Başyazı ile bitireyim:
“Ah vefa, nerede kaldın! Bıktık şu her gün birkaç defa yeminini bozup ahdinden dönenlerden; her sözü mübalâğa, her davranışı sun’î nâmertlerden ve vefa duygusundan mahrum uğursuz gönüllerden!..
Ve neredesiniz, ey bir vefa düşüncesiyle sözleştiği yerde günlerce kıpırdamadan bekleyen vefalı dostlar!.. Neredesiniz, ruhuyla bütünleşmiş vefa timsali yiğitler!..
Neredesiniz, bir vefa uğruna harâb olup türâb olup gidenler ve çok bereketli bir devrin pâk alınlı insanları!..
Kalkın, girin ruhlarımıza. Kamçılayın hayallerimizi ve boşaltın vefa adına ne taşıyorsanız hepsini sinelerimize; mertliği, yiğitliği, vefayı bütün bütün unutmuş sinelerimize!..
Bizleri bu yeniden diriliş yolunda Hızır çeşmesine ulaştırın!
Gelin, gelin de şurada burada dolaşıp duran şu üç-beş vefalı insanı, ümitsizlik ve inkisardan kurtarın!..
Vefaya susamış neslimizin vefa düşüncesinin korunması dileğiyle…”
(Sızıntı Eylül-1982)