Ana Sayfa Yazarlar Hakan Zafer Milyarlarca benzeri varken, insan neden yegâne sayar kendini?

Milyarlarca benzeri varken, insan neden yegâne sayar kendini?

YORUM | HAKAN ZAFER

Falanca inançtan olması ise sebep, inananı çok olan dinlerde daha fazla karşılaşılan bir durum bu. Ait olduğu ırksa eğer, diğerlerini değersizleştiren, tek kişilik ırk yok. İşten, aldığı eğitimden, şekilden şemaildense eğer bunlar, ne kul yanında ne Hakk katında eşsiz saydırmaz insanı.

Sahiplenip dava güder insan. Haliyle tüm kapıların anahtarları kendindeymiş gibi kimini dışarda bırakıp, kimini içeri almakla şereflendirir. Dışardakilerden davasının devamı için mücadele edilecek düşmanlar arar bulur. İçerdekilerin sınırsız kabulü, dışardakilerin üzerine döktüğümüz nefretle günden güne ne kadar seçkin ve seçilmiş olduğuna inanır.

İnsan, kendine ait olanı kutsayınca cevazlar da ardından gelir. Kendine döndüğünde mutlaka bir yolu bulunan aynı mesele diğerlerinde olunca, cevaz aradığı kaynağın etrafında beraber bulunsa bile diğerlerine tüm kapıları kapatır. Yeganelik zannı, çiğnediği hakları, başkalarının diye tepe tepe kullanılacak ganimet saydırırken kendi elinin altındakilere hep birilerinin gözü olan kutsal sandık muamelesi yaptırır.

Eğer seçilmiş biri olarak kimsenin yapamayacağı ulvi görevlerinizin varlığına inanıyorsanız, kontrolsüz kullandığınız güçle eşkıyalık yapar zulmedersiniz adı fedakarlık olur.

Sizi yeganeleştiren görevinizi yaparken elbette her türlü imkan uğrunuza feda olmalıdır diye düşünür, bu bahane ile çalar çırpar, gasp edersiniz adı itibar olur.

Başka bilmez, etrafı tanımaz, uyaranı umursamaz, kırdıkça kırarsınız da kabalığınızın adı yöntem olur.

Ne kadar hoyrat ve sorumsuz davransa, arkasını toplanmaz bıraksa da adı “bir bildiği vardır” olur.

İçinde bulunmaktan yana yüksündüğünüz civarınızı her fırsatta ezer durursunuz, adı izzet olur, şeref olur.

Öyle sağlam bağırır, sıkı örgüler ve tekrarla kuvvetlendirirsiniz ki döktüğünüz cehaletin adı “boş değil” olur.

***

Karşımızda biri bizim bilmediğimiz bir formda seçilmişliğini bize dayatırken gösterdiğimiz direncin aynısını bizim de bir ferdi olduğumuz, sayısı hiç önemli olmayan bir topluluğun seçilmiş olduğuna inanırken de göstermek durumundayız.
Bir “ilk gelen alır pazarı” değil ki diğerleri kendini seçtirememiş olsun. Aynı anda, aynı yönde bir çok seçilmişlik iddiasında bulunan kimseden haberdar olduğu halde “ilk ben geldim” demek en hafifiyle bencilcedir.

***

Ne ulaşılmaz görene dek büyütmeli insan başkasını gözünde ne de kendine ulaşamasın diye küçültmeli. Esas olan aynı görmektir. Bu, üçüncü bir noktadan ancak ölçülebilir. Yaratılmışlığın kontrol noktası olarak alınması bizi “insanlar içinden bir insan” yapabilir. Bu kimsenin değerini düşürmeyeceği gibi, liyakat sorunlarını da çözebilir.

“Hiç” olma merdiveninin ilk basamağını adımlayan kişi, “bir şey” olduğuna inanan kişidir. Kendi gözüne kendini büyük gösteren şey(ler)i elinden atabilmesi, sahip olduğunu bilmesiyle başlar. Kendine ait bildiğine karşı hesapsız tasarruf hakkının doğduğunu zanneden insan için elindekini atmak, elindekini kendinden bilmemektir, ziyan etmek değil.

HENÜZ YORUM YOK