Millî Mücadelede bir Arap şeyhi: Ahmed Şerif es-Senusî

DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM

Cahit Tanyol “Atatürk ve Halkçılık” adlı kitabında şöyle bir hadise anlatır: “Gaziantep’te o zaman ilkokulun ihtiyat sınıfındayım. Bir sabah okula geldiğim zaman çocukların bahçede toplanmış olduğunu gördüm. Din dersleri muallimi Hâfız Halil Efendi’nin konuşacağını söylediler. Halk da okulun bahçesinde toplanmıştı. Az sonra Hâfız Halil Efendi kürsüye çıktı. Titrek ve fakat heyecanlı bir sesle: “Din kardeşlerim, sizi Şeyh Senusî Hazretlerinin bir müjdesi için buraya topladım” dedi ve şu olayı anlattı. “Şeyh Senusî Hazretleri bir gece Peygamberimizi rüyasında görmüş ve koşup elini öpmek istemiş. Peygamber kendisine sol elini uzatmış. Buna şaşıran ve mahzun olan Şeyh Senusî, Hazret-i Peygamber’e: ‘Ya Resulullah niçin sağ elinizi vermediniz?” diye sual edince şu cevabı almış: “Sağ elimi Ankara’da Mustafa Kemal’e uzattım.”

Bu rüyayı anlatan Hâfız Halil Efendi’nin elleri, çenesi ve dili titriyordu. Gözleri dolu doluydu, konuşması kalabalığı elektriklemişti. Birden gür ve imanlı bir sesle: “Ey ahali, Mustafa Kemal muzaffer olacak, Peygamber Efendimizin sağ eli onun elindedir. Buna iman edin” diye haykırdı ve kürsüden indi. Sonradan öğrendiğime göre bu rüyayı câmide de vaaz etmiş ve imanlı tefsirlerle tamamlamış. Bu basit rüya belki bugün için önemli bir olay değildir. Fakat o günün toplum psikolojisi bakımından paha biçilmez bir kıymetti.”

LİBYA’DAN İSTANBUL’A 

Bu rüyayı gören Şeyh Ahmed Şerif Senusî, Senusî tarikatının kurucusu Seyyid Muhammed b. Ali es-Senusî’nin torunu ve Muhammed Şerif es-Senusî’nin oğludur. Senusîlik, İslam dünyasında Sünni mezhep ve tarikatlar arasında orta bir yolu tercih etmiş hatta XIX. Yüzyılda “mezhep, tarikat, siyaset ve toplumu” bir araya getiren bir organizasyon olarak görülmüştür. Osmanlı belgelerinde ise “cemiyet-i ruhaniye” olarak geçmektedir.

Tarikat Libya’dan sonra Büyük Sahra’ya da yayılmış, Senusîler buradaki ticarette de etkili olmaya başlamışlardı. Ancak bir süre sonra Fransız işgalcilerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Tarikat bir süre sonra sömürgeci devletlere karşı mücadele eden bir yapıya büründüğü gibi Osmanlı yönetimiyle iş birliği yaparak Osmanlı egemenliğinin Nijer ve Çad’ın iç kesimlerinde tanınmasını sağladı. Senusilik sadece Afrika’dan ibaret kalmayacak Cava’ya kadar yayılacaktır.

1873’te Cağbub’da doğan Ahmed Senusî, 1902’de üçüncü şeyh olarak tarikatın başına geçti. Fransızlara karşı mücadeleye devam ettiyse de Senusîler güçlerini kaybettiler. 1911’de İtalyanların Trablusgarp’a saldırmalarıyla da bu sefer de İtalyanlara karşı mücadeleye başladılar. Hatta buraya gelen Enver Bey (Paşa) ve M. Kemal, Senusilere askerî eğitim verdiler.

Osmanlı Devleti’nin Ouchy Antlaşması’nı yaparak bölgeyi İtalyanlara bırakması, Ahmed Senusî için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bundan sonra Osmanlı yönetiminin desteği olmadan mücadelesini sürdüren Senusî, başarılar da kazandı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinden sonra İtalya da İtilaf devletleri tarafında savaşa girince bu devletlere karşı da mücadeleye girişti. İttihat ve Terakki iktidarı bu dönemde kendisinden İngilizlere karşı propaganda için faydalandı ve adına basılan broşürler Müslüman topluluklara ulaştırılmaya çalışıldı.

İttihat ve Terakki iktidarı ona “Trablusgarp ve Bingazi valiliği” payesini verirken Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey (Paşa-Killigil) ve bazı Osmanlı subayları da bölgeye gönderildi. Senusî, Osmanlı ve Alman subaylarının isteğiyle kuvvetleriyle Mısır’daki İngiliz kuvvetleriyle de mücadeleye giriştiyse de sonradan geri çekildi ve siyasi gücünü kaybetti. Bunun sonucunda bütün yetkilerini amca oğlu İdris’e devretti ve sadece tarikatın manevi lideri olarak kaldı.

Bu gelişmeler sonrasında Senusî, 1918 yılı ağustos ayında Libya’dan ayrılarak bir Alman denizaltısı ile İstanbul’a doğru yola çıktı. Önce Pola limanına gelen şeyh, oradan Balkan treni ile İstanbul’a getirildi. Şeyhin yanında Senusî şeyhlerinden Muhammed ez-Zâvi, Mısırlı Binbaşı Muhammed Salih, özel doktoru Abdüsselam Bey ve bir müridi yer alıyordu.

30 Ağustos’ta İstanbul’a ulaşan Senusî büyük bir ilgi gördü ve “muazzez misafirin” gelişine dair haberler birçok gazetede yer aldı. 31 Ağustos 1918’de Eyüp Sultan’da “Fetih suresini okuyarak” Vahdeddin’e kılıç kuşattı ve kendisine “vezirlik ve paşa” rütbesi verildi. Ardından Sadrazam Talat Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi’yi makamlarında ziyaret etti. Bu sırada şeyh, Topkapı Sarayı’nda misafir edilmekteydi.

Enver Paşa’nın amacı, şeyhi İngilizlere karşı propaganda için Hicaz’a göndermek olsa da Vahdeddin’in onaylamaması nedeniyle bu plan uygulamaya konulamadı. Bir başka iddia ise 1914 yılında Enver Paşa’nın Senusî’nin Afrika Müslümanlarını İngilizlere karşı ayaklandırması karşılığında “halife” yapmak istediği şeklindedir.

İngiliz yanlısı bir politika izleyen Vahdeddin, Mondros Ateşkesinden birkaç gün sonra Senusî’yi “sulh antlaşması yapılıncaya kadar Bursa’da mecburi ikamete” memur etti. Arşiv kayıtlarından kendisine Bursa’da bir köşk tahsis edildiği anlaşılmaktadır (Osmanlı Arşivleri, DH. İ. UM. 19/1, 29.10.1337). Yine arşivlerdeki kayıtlardan İstanbul’un şeyhin Bursa’da rahat ettirilmesi için gayret ettiği görülmektedir.

Şeyh, Bursa’nın Yunan işgaline uğraması tehlikesi üzerine İstanbul’da Adalar ya da Erenköy’de ikamet etmek istediğini bildirse de İstanbul Hükümeti’nden olumlu bir cevap alamadı. 10 Temmuz 1920’de Bursa’nın işgali üzerine de Konya’ya gönderildi. Buradaki ikameti sırasında isyancılarla Kuva-i Milliye arasında arabuluculuk yaptığı anlaşılan şeyhe Ankara Hükümeti “tahsisat-ı mesture” kapsamında para da göndermiştir.

MİLLİ MÜCADELE VE SONRASI 

Müslümanların kurtuluşunu Millî Mücadele’de gören Senusî, 1920 Kasım’ında Ankara’ya geldi ve merasimle karşılandı. Ankara Hükümeti tarafından misafir edilen şeyhin onuruna M. Kemal Paşa tarafından bir yemek verildi. Bu programda hem şeyh hem de Paşa birer konuşma yaptılar. Paşa konuşmasında; Senusilerin ve Ahmed Senusî’nin Trablusgarp’taki mücadelesinden övgüyle bahsediyor ve şeyhin bir taraftan İslam Dünyası’na diğer taraftan da İslam Dünyası’nın merkezi olan Türkiye’nin kurtuluşuna hizmet edeceğini ifade ediyordu.

Senusî de Arapça yaptığı cevabî konuşmasında, “Müslümanların bütün ümitlerinin yok olduğu bir anda.” M. Kemal Paşa’nın “cihadı başlattığını” belirtiyor, “cihadı ihya edenlere yüz şehit sevabı verileceğini” ve kendisinin de “bu mukaddes hizmetin zaferi için” dua edeceğini söylüyordu.

Senusî bundan sonra “genel vaiz” olarak görevlendirilmiş ve “yerel giysiler içinde beyazlara bürünmüş olarak” kürsü ve minberlerde halka hitap etmeye başlamıştır. El-Cezire Kumandanlığı’na bağlı olarak bölgeye giden şeyh, Diyarbakır’da ikamet etmiş ve Kürt aşiretleriyle temaslarda bulunmuştur.

Senusî konuşmalarında cepheye asker kazandırmaya çalışmakta diğer taraftan da Vahdeddin’in izlediği politikanın İslam dünyasında “nefretle karşılanarak lanetlendiğini” vurgulamaktaydı. İstanbul ve Ankara Hükümetleri arasında “fetva savaşlarının” yaşandığı bir dönemde Senusî’nin M. Kemal Paşa’ya desteğinin çok önemli olduğu açıktır.

Buna rağmen Sakarya Zaferi sonrasında gönderdiği mektuplarda Sultan Vahdeddin’e saygılı davrandığı hatta “sağlığı için duacı olduğunu” yazdığı görülmektedir. Şeyhin bu davranışında Sultan’ın “İngilizlerin baskısı altında olduğu” gerçeğinden hareket ettiği tahmin edilebilir. Ama ayrıca ülkenin içinde bulunduğu durumdan dolayı M. Kemal’in yanında olmayı “şer’an mecbur” gördüğünü yazacak ve Konstantin’in (Yunan kralı) askerleri Osmanlı milletini mahvederken onlara karşı koyan M. Kemal’in ödüllendirilmesi gerektiğini ifade edecektir.

Ankara Hükümeti’nin Senusî’den sadece asker sevki ve ihtilafları çözme değil Vahdeddin’e karşı da “bir koz” olarak yararlanmaya çalıştığı görülmektedir. Nitekim TBMM Hükümeti İstanbul’u “eğer düşmanca tutum devam ederse Senusî’nin fetvasıyla” Vahdeddin’i tahttan indirmekle tehdit etmiştir.

Senusî’nin Millî Mücadele’ye samimi olarak inandığı ve destek verdiği görülmektedir. O, Anadolu Hareketi’ni “bir cihad” olarak algılamış ve muhtemelen bunun sonucu olarak da yazımızın başında yer verdiğimiz rüyayı görmüştür.

Basına verdiği demeçlerde de Ankara’yı “bütün İslam dünyasının yararlanacağı meyve veren bir ağaca” benzetmiştir. Ona göre; Anadolu hareketine yardım her Müslüman için “farz-ı ayn” olup bu hareket “peygamberimizin ruhunu da şad etmekteydi”. Mart 1921’de Sivas’ta Arapça verdiği ve sonra Türkçeye çevrilerek Sebilürreşad’da yayınlanan hutbesinde de “Allah’ın nusretinin Türk milleti üzerinde olduğunu ve yüzlerce milyon Müslüman’ın Anadolu’ya gözlerini diktiğini” söylemiştir.

Kazanılan zaferler sonrasında Ankara Hükümeti’nin yayın organı Hakimiyet-i Milliye’de yer alan tebrik mesajlarında da Türk ordusunu “İslam’ın kalan tek ordusu” olarak nitelemiş, hükümet ve ordunun başarısı için M. Kemal Paşa’ya dua ettiğini ifade etmiştir. Nitekim Paşa da onun hediye ettiği bir kılıcı yazı masasının arkasına asmıştı.

Mustafa Kemal’in bu dönemde “Panislamist” olarak değerlendirilebilecek dış politikasında Senusî önemli bir rol oynamaktaydı. Özellikle Irak, Suriye ve Hicaz’a dönük faaliyetlerde İngilizlere karşı şeyhin nüfuzundan yararlanılmaktaydı. Bu durum İngilizlerce,  Ankara Hükümeti’nin “Senusi’yi halife ilan edebileceği” şeklinde bile algılanmıştır.

Onun şöhretinin Anadolu’da ne dereceye vardığı “Senusî’nin geçtiği toprağı düşman işgal etmezmiş” inancından çok net bir şekilde anlaşılacaktır. Lozan Konferansı’nda da bu sefer İtalyanlara karşı “Senusî” öne çıkarılacak ve antlaşma sonrasında da İtalyanlar şeyhin peşini bırakmayacaklardır.

MERSİN’DEN MEDİNE’YE 

Zaferin kazanılması sonrasında bastırılan propaganda kartlarında Senusî’nin fotoğrafının “Kudüs’ü Haçlı istilasından kurtaran Selahaddin Eyyubi” ve M. Kemal’le birlikte basıldığı görülmektedir. İlginç olan şeyhin, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasına ve sonrasındaki “saltanatsız hilafete” destek vermesi ve bunu o dönemde açıkça dile getirmesidir. Ancak asıl kırılma noktasının 3 Mart 1924 tarihinde halifeliğin kaldırılması olduğu anlaşılmaktadır. Zaten Türkiye artık “seküler” bir rejim olma yolundadır ve dolayısıyla “nüfuzlu din adamlarına” ihtiyaç kalmamıştır.

1922 sonlarından itibaren Tarsus’ta ikamet eden Şeyh, daha sonra da Mersin’de ikamet etti. Ancak Senusi’nin Adana’ya gelişinde iyi karşılanmadığı, burada ev ayarlanmadığından Tarsus’ta ev tuttuğu ve M. Kemal Paşa’ya bir mektup yazarak şikâyette bulunduğu anlaşılmaktadır.

Şeyh M. Kemal’i 15 Mart 1923’te Adana ziyaretinde istasyonda karşılamış ve sonra da Paşa onu Tarsus’ta ziyaret etmiştir. Ancak II. İnönü Zaferi sonrasında M. Kemal’e gönderdiği tebrik telgrafında “düşmanın bozguna uğrayarak geri çekildiğini mana aleminde görmüş ve zat-ı devletlerine arz etmiştim” diyen şeyhin artık gözden düştüğü ve yeni rejimde eski itibarının olmadığı kesindir.

Bu sırada Senusî’nin memleketine dönmek istediği ve bunun için temaslarda bulunduğu anlaşılmaktadır. 1923 Eylül’ünde Ankara’ya veda tarzı bir ziyaret yapan şeyh, burada bir ay kalmıştır.

Şeyhin Mersin’de kaldığı evle ilgili olarak da problemler yaşaması, M. Kemal Paşa tarafından kendisine sahip çıkılmadığını düşünmesine neden olmuştur. Senusî bütün bunlardan sonra 30 Ekim 1924’te Türkiye’den ayrılarak önce Suriye ve Filistin’e sonra da Mekke’ye ve en son olarak da Medine’ye gitmiştir.

Şeyhin bir zamanlar “büyük bir ruhani zat” olarak geldiği topraklardan ayrılmasının arka planında çeşitli yorumlar vardır. Bunlardan birincisi; İngiliz, Fransız ve İtalyanların Türkiye’ye baskı yapmalarıdır. İkinci neden şeyhin halifeliğin kaldırılması ile uğradığı hayal kırıklığıdır. Üçüncü neden ise Senusî’nin yurt dışına sürülen Osmanlı hanedan mensupları ile haberleştiğine dair iddialardır.

Belki burada yapılabilecek farklı bir yorum da artık onun misyonunu tamamlaması olabilir. O, Trablusgarp’ta ve Anadolu’da sömürgeci güçlere karşı mücadele etmiş, Millî Mücadele’nin manevi cephesine öncülük etmiş ve girişte bahsettiğimiz rüyasının gerçekleştiğini görmüştür. Ancak zaferin kazanılması ve rejimin niteliğinin değişmesi sonrasında bu coğrafyada yapabileceği bir şey kalmamıştır.

Artık memleketinde ya da başka bir yerde de mücadeleyi devam ettirme imkânı bulamayan Şeyh, Türkiye’den ayrıldıktan sonra aktif bir mücadele içine girmeyerek sakin bir hayat sürecek ve 10 Mart 1933’te Medine’de hayata veda edecektir.

Kaynaklar: Mutlu, C. (2019), “Yeni Bilgiler Işığında Türk Milli Mücadelesinde Şeyh Senusî”, Bilig, S. 88, s. 55-82; Azamat, N. (2009), “Ahmed Şerif es-Senusî”, DİA, C. 36, s. 527-529: Kavas, A. (2009), “Senusiyye”, DİA, C. 36, s. 536-538; Elemana, N.(2018), “Türk Basınında Şeyh Ahmed Senûsî (1918-1924), Turkish Studies. History, 13/24, s. 97-118; (2018), Milli Mücadele’nin Dini Önderlerinden Şeyh Ahmed Senûsî’nin Tarsus ve Mersin’de İkametleri ve Türkiye’den Ayrılışı”, Journal of Universal History Studies, Vol. I, Issue 1, s.22-43; Erarslan, C. (2009), “Milli Mücadele Döneminde Anadolu’da Büyük İslam Kongresi Üzerine Değerlendirmeler”, Tarih Dergisi, S. 46, s. 293-317.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin