Mide bulantısı

FOTOĞRAF | ADEM YAVUZ ARSLAN, TR724

PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

2015’te Kanada’ya geldiğimden beri kendimde gözlemlediğim en kayda değer değişim giderek Türkiye’yle ilintili her tür kolektiften aidiyetsel kopuş yaşıyor olmam. Diğer taraftan diğer bir gözlemimse bireysel düzeyde Türkiye kökenli değerli insanlarla yeni tanıdıklıklar, meslektaşlıklar ve arkadaşlıklar geliştirmem. Bu bir çelişki mi, bilmiyorum. Ama çelişki de olmuş olsa, bunun pratikte çok önemli olmadığı kanısındayım.

Bireysel düzeyde erdemleri, değerleri, ilkeleri, kişilikleri, insanlıkları ve diğer önemli özellikleri beni derinden etkileyen Türkiyeli insanların içinden çıktıkları toplumun beni bu derece irite etmesinin nedenlerini sorguladığımda, buna birkaç şekilde yanıt verebiliyorum.

1) Bu iyi özellikleri haiz insanlar Türkiye toplumunda çok marjinal oranlarda temsil ediliyor.

2) Bireysel davranışları iyi insanlar kolektif etki altında kolektif yanlışların parçası olabiliyor.

3) İnsanlar benimle kurdukları ilişki, iletişim ve etkileşimde gerçek yüzlerini göstermiyor.

4) İnsanlar Türkiye kolektifinde kolektifin beklentilerine göre hareket ediyor ve kendi bireysel erdemlerini davranışlarına yansıtamıyor.

5) İnsanlar bir tür kaygan zeminde hareket ediyor ve değerleri sürekli bir değişim-dönüşüm halinde, dolayısıyla stabil bir davranış bu nedenle meydana gelmiyor.

Kanımca birinci önerme kesinlikle doğru kabul edilmeli. İyi insanların oranı konusu bir vakıadır. İkinci önerme de kısmen doğrudur gibime geliyor. Çünkü Türkiye insanı ‘hayır’ demeyi bilmez, kendisini nehrin akış yönüne salıverir. Üçüncü önermenin doğru olduğunu zannetmiyorum. Bu kadar istikrarlı ve uzun erimli rol yapmak mümkün olmazdı. Ayrıca elli yılın üzerinde yaşam deneyimi olan benim gibi biri sahte davranışı sanırım görebilirdi.

Dördüncü önerme ikincisiyle neredeyse aynı. Bu sadece biraz daha genel içeriğe sahip. Kışla tipi eğitim ve sosyalizasyon, baskıcı ataerkil aile ve toplum, şablonsu davranış kodlarının gelenek adına endoktrine edilmesi gibi nedenlerle bireysel damarları törpülü, toplumun veya cemaatlerinin onayına susamış, kendi zafiyetlerini kolektif güçle telafi etme gayreti içinde olan bireyleşememiş fertler, kolektif programlarının dışına çıkmada zorlanıyor, birey olarak var olamıyor.

Beşincisi, toplumdaki güç-iktidar değişikliklerine oranlı bir biçimde bireylerin değerler ve davranışlarında kaymalar, yalpalamalar, radikal değişiklikler olabiliyor.

Oysa ben, kendimde gözlemlediğim kadarıyla başkalarını referans alarak hareket etmiyorum. Bu denklemin doğrudan sonucu yalnızlık olsa da, birey oluşumu buna feda etmiyorum. Bu nedenle insanlarla bireysel düzlemde ilişki kurabilirken, grupsal aidiyet ilişkilerine girme konusunda hem motive olamıyorum, hem de bunu istesem de beceremiyorum. Bir süre sonra herhangi bir kolektif beni absorbe etmeye çalışmaktan vazgeçiyor, dışlanma süreci başlıyor.

Emir-komuta zincirine girmeye tabiatı müsait olmayan ben, böylece tek üyeli kulübümde hayatıma devam ediyorum. Genellikle arkadaşlıklarımı da birden fazla mensubu olan gruplarda sürdüremiyorum. Bu nedenle birçok dostluk ilişkim de başarısız oluyor. Yalnızlığın tadını aldıktan sonra da bu lüksten sosyalleşme adına vazgeçmek çekici gelmiyor zaten.

Bu tutum, özellikle politik mücadelelerde çok değişik bir test sahası buluyor kendine.

Politik mücadeleler, yalnız yapılabilecek bir şey olsa da, yalnız sonuç alınabilecek bir şey değildir. Bu nedenle insanlar bir siyasal harekete girer ya da bir politik partiye üye olur. Bu, ister istemez bireysel düşüncelerinle diğerlerinin düşünce ve yaklaşımları arasında bir tür uzlaşı davranışını gerektirir. Bir tür al-ver ilişkisi gibi bir şey yani; her noktada aynı düşünmeseniz de büyük resmi göz önüne alarak ve ortak çıkarlarınızın kapsama alanını önceleyerek bir tür taktiksel davranış içerisine girersiniz. İşte bu benim kesinlikle başarısız olduğum bir şey.

Bana göre, kendimin haklı olduğundan emin olduğum hususlarda asla taviz vermem. Bunun bedeli bazen tüm sosyal ağın çöküşü olsa bile, bu riski göze alırım. Politik mücadelelerde bu özelliklerimden dolayı daha mikro hedeflere yönelirim, makro ideolojik hedeflerden kaçınırım. Yoldaşlık, siyasi ülkü birliği, partizanlık, mensubiyet, birilerinin adamı olmak, birisini lider kabul etmek gibi davranışlar tabiatıma uymaz. Bundan dolayı da bazen sıradışı bir yönelime girdiğimi fark eden dostlarım bunu yadırgar, bunu anlamlandıramaz ve konumlandıramaz.

İnsanların kesin doğrulara ve yanlışlara ihtiyacı var. İdeolojiler, dünya görüşleri, dinler ve gelenekler bunu insanlara altın tepsilerde sunar. Grup içi güvenin bedeli kolektif hareket etmektir. Oysa her iki kolektif hareketten biri mutlaka bir grubun bir diğerine tahakkümünü içeriyor. Buna karşılık bireysel otonomiyi önceleyenlerde grubun kolektif yanlışlarından etkilenmeyip bireysel tercihlerde bulunmak olanaklı.

Rahmetli Gülen’in vefatının ardından Türkiye kolektifinin nasıl bir moral çöküntü içerisinde olduğu ortaya çıktı. “Cesedi çukura gömme ayini” türü bir diskurla rejimden çok rejimci olan “muhalif medya” sınıfta kaldı. Moral üstünlüğün olmadığı bir yerde kolektif çürümenin bireyi nasıl yok ettiğini bizzat tanıklık ederek gördüm, onlar adına utandım.

ABD’de elektrikli sandalyede veya enjeksiyonla infaz edilen ölüm cezalarında, suçu hukuken sabit olan katillere bile insaniyetlerine saygı çerçevesinde büyük saygı gösterilir. Mahkûmun dini ihtiyacı karşılanır, ailesiyle vedalaşmasına izin verilir. Gardiyanların ve yargı mensuplarının idama mahkûm kişilerle iletişimleri evrensel insan haklarından gelen saygı çerçevesinde, hümanizmanın gereği yerine getirilerek, moral değerlere ve erdeme uygun olarak gerçekleşir.

Türkiye’de Gülen’in ölümünden birkaç gün önce Meclis kürsüsünden daha önce 30 bin insanın katili veya bebek katili sıfatlarının verildiği PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ağırlaştırılmış müebbet cezasının affı ve Meclis’e gelerek konuşması çağrısı bizzat Devlet Bahçeli tarafından yapıldı. İronik biçimde bundan birkaç gün sonra Sayın Gülen’in vefatıyla beraber, Öcalan’ın Meclis’te konuşmasından veya özgürlüğünü elde etmesinden gocunmayanlar, Gülen’in arkasından ağza en alınmayacak şeyleri söylediler, okuyanı veya dinleyeni bile utandıracak türden hakaretlerde bulundular. Bunları yapmaları için kimse onlara baskı yapmadı. Sessiz kalmayı da tercih edebilirlerdi. Yapmadılar. Kolektifin beklentilerine uygun pozisyon aldılar, bireysel filtrelerini devre dışı bırakarak kendilerini akarsuyun istikametinde koyuverdiler. Ahlakı, erdemi, izzeti, vakarı, şahsiyeti falan terk ettiler, çünkü hiçbirinin tek kişilik bir kulübü yoktu! Birey değildiler. Kendi tercihleri yoktu. Yani kolektifin bir parçası olmaya indirgenmekte beis görmüyorlardı. Diğer bir ifadeyle yoktular.

Ölümün ve ölünün ardından takınılan veya takınılmayan tavır, insanın bu dünyada kim oğluna ilişkin önemli fikirler verir! Ölüm fiziksel manada sonun sonudur. Yaşamın başlangıcına verilen tepkiyle, yaşamın sonuna verilen tepki, insanın insan olma macerasında önemli mihenk taşlarıydı. Mağara adamlarının uygarlık seviyesi ölçümünde onların ölülerine ve ölüme dair tutumları esas rolü oynuyor.

Ölene ve ölüme duyulan saygı, esasında yaşama dair pozisyonlar hakkında da ipuçları verir. Türkiye insanı büyük oranda yine sınıfta kaldı. Çünkü ‘hayır’ demeyi bilmiyor. Çünkü kendinden önce kolektifi önceliyor. Çünkü teslimiyet ve topluluk psikolojisi hali ona güven veriyor, olmadığı ve olamadığı şeyin neden olduğu boşluğu alelade de olsa bir şeylerle dolduruyor.

Birey olma merhalesine ulaşamayan bir kolektif, güruh oluyor belki, ama toplum olamıyor. Bir güruhun en büyük sorunlarının başında medeni olamamak gelir. Bundan 50 bin yıl önce yaşayan insan toplulukları uygarlaşırken, en önemli gelişim kilometre taşlarından biri ölülerinin ardından yapılan davranışlarıydı. Bu uygarlık ölçütü bugün daha mı az geçerlidir?

Bu gözlemler nesneldir. Gülen’in kim olduğundan, onun kime ne anlam ifade ettiğinden de bağımsızdır, öyle olmalıdır! Türkiye kolektifinden kopuşta yeni bir merhaleye girdim. Bu artık salt üzülme, aynı şekilde düşünmeme, kınama, eleştiri vs. boyutlarda değildir.

Hissettiğim dip bir mide bulantısıdır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

5 YORUMLAR

  1. Aynı zihni ve duygusal kopuş bende de mevcut. Eliti- varoşu, cahili-okumusuyla ekserisi çukurda olan bir millettir Türkiye milleti. Adam olmuş azınlik bir kısım ise zaten 15 temmuzdan sonra agzinin payını almıştır. Turkiye sosyolojisini en iyi Aziz Nesin tasvir etmişti rahmetli, biz polyanacılık oynadık sadece.

  2. Ayni mide bulantisindan bende de var.Türk dozunu fazla kacirmis olabiliriz.Bir an önce istifrağ edip bu bulantidan kurtulmaliyiz.Her akintiya kendini kaptiran bir milletin sonu zillettir.Kaptirdilar kendilerini YERDOĞAN zilletine yuvarlaniyorlar …………

  3. AHMet KAYA yaya nasıl yamyamca saldırıldıysa, sn Gülen e de aynı vahşilikde saldırıldı.
    Üniversite yıllarım da Solcu diye Ahmet Kaya nın şarkılarını kürt olmama rağmen dinlemiyordum..
    Ahmet Kaya linç edilirken nasıl tiksindiysem Sn Gülen e barbarca saldırıya da aynı düzeyde tiksindim.

  4. Sizi okumak,programlarınızı dinlemek , hayata farklı pencerelerden bakmak…Kendimi İyi hissettiriyor bana. Her defasında iyi ki varsınız diyorum.

  5. Kalp, kalbe karşıdır.
    Benzer duygular taşıyoruz.
    Kime karşı mı. gerçek kimliğini gizleyenlere karşı.
    Türk gibi görünüp, Türk’e düşmanlık edenlere karşı.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin