Michael Rubin: Türkiye bir sonraki 11 Eylül saldırılarının kaynağı olma potansiyeli taşıyor

Eski Pentagon görevlisi ve Ortadoğu analisti Michael Rubin, yeni yazısında Türkiye’nin yeni bir 11 Eylül saldırılarının kaynağı olabileceğine dikkat çekerek, ABD’nin Türkiye ile olan ilişkilerinde yanılgı içerisinde olduğunu ifade etti.

“Suudi Arabistan 20’nci yüzyılda neyse, Türkiye de 21’inci yüzyılda o hale geldi” diyen Rubin, Türkiye’nin Erdoğan rejimi altında küresel radikal militanlık için bir destek motoruna dönüştüğüne dikkat çekti.

İşte Rubin’in dikkat çeken yazısı:

BİR SONRAKİ 11 EYLÜL SALDIRILARININ KAYNAĞI TÜRKİYE OLABİLİR Mİ?

New York ve Washington DC’deki 11 Eylül 2001 terör saldırılarından önce Suudi Arabistan adeta bir teflon gibiydi. Suudi liderler Amerikalı mevkidaşlarını büyüledi. Hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi yönetimler, Washington’un Riyad’la olan güvenlik ortaklığına atıfta bulunarak Suudi Arabistan’ın radikal İslamcılığa verdiği desteğin sonuçları bir yana, bu konudaki endişeleri bile görmezden geldiler. Ancak bu körlüğün büyük bir kısmı kasıtlıydı. Nesiller boyu ABD’li diplomatlar ve diğer üst düzey yetkililer Suudi Arabistan’ı altın paraşütleri olarak gördüler. Zor soruları gündeme getirmek, güvenli bir emeklilikten uzaklaşmak demekti.

Her ne kadar 11 Eylül Komisyonu Amerikan istihbarat camiasının görmesi gereken uyarı işaretlerini ortaya çıkarmış olsa da, bir nesil sonra bile Amerikalı politika yapıcıların hala ders almadığı görülüyor.

Suudi Arabistan 20’nci yüzyılda neyse Türkiye de 21’inci yüzyılda o hale geldi: Aşırılık için bir petri kabı ve küresel militanlık için bir destek motoru.

Türk lider Recep Tayyip Erdoğan iktidardaki ilk yıllarında ılımlılığı benimsemiş olsa da bu bir yanılsamaydı. Genç Erdoğan’ın Amerikan karşıtı safraları dinlediği (video) ya da Afgan terörist Gülbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde tavsiye aradığı bu videoyu düşünün. Erdoğan’ın başbakanlığa yükselmeden önce yaptığı açıklamalar gerçek gündeminin açık bir yansımasıydı. Erdoğan’ın Batı yanlısı, ılımlı söylemi kural değil istisnaydı.

George W. Bush’tan Donald Trump’a kadar başkanlar Erdoğan’da bir ortak görürken, Erdoğan’ın eylemleri farklı bir gündemi işaret ediyor.

Gizli telefon dinlemeleri Erdoğan’ın ofisinin Nijerya’daki İslamcı militanların silahlandırılmasına yardım ettiğini ortaya koydu. Pek çok kişi Erdoğan yönetimi ile İslam Devleti (IŞİD) arasındaki bağların, Dünya Ticaret Merkezi saldırıları öncesinde Suudi yetkililer ile El Kaide arasındaki bağlar kadar büyük olduğunu iddia edebilir. Türk vekiller Afrin gibi kuzey Suriye bölgelerini yerel Kürt yetkililerden devraldıklarında, buraları ülkenin en radikal militan toplama alanlarına dönüştürdüler. Bu sürpriz olmamalı: Erdoğan ve yandaşları Türkiye’nin Kuzey Suriye’yi işgalini dini bir çerçeveye oturttu.

Son dönemde basına sızan gizli belgeler Ukrayna’ya odaklansa da Wagner Grubu’nun Türkiye’den silah istediğinin ortaya çıkması da bir o kadar önemli. Türkiye’nin bunu yapıp yapmadığı gizli kalsa da, Türkiye’nin Kremlin’i ihbar etmediği kesin.

Suudi hayır kurumları 20’nci yüzyılın son on yıllarında küresel bir cami ve medrese ağını destekledi. Bugün Türkiye de aynı şeyi yapıyor. Erdoğan, terörist olmakla suçladığı eski müttefik-yeni düşman Fethullah Gülen’in eğitim ve kurumsal ağını dağıtma çabalarını teşvik ederken, aynı kurumlarda, özellikle de Afrika’da, Gülen’in Anadolu renkli Sufizminin reklamını kendi Müslüman Kardeşler esintili radikalliğiyle değiştirdiğini atlıyor.

Türkiye, (ABD’de) hükümetin en üst düzeyinde serbest geçiş hakkı elde etmeye devam ediyor. Türkiye’deki eski ABD büyükelçileri ve savunma ataşeleri genellikle Türkiye içinde ya da Türkiye üzerinden boru hatlarıyla petrol taşımak isteyen enerji firmaları için iş yapıyorlar. Bir zamanlar Erdoğan’ın militanlıkla bağını reddederlerken, kanıtların çokluğu bunu imkansız kılıyor; bunun yerine Türkiye’nin NATO üyeliğine ve sözde askeri önemine işaret ediyorlar. Pek çok kişi Türkiye’den hesap sormanın onu Rusya ya da Çin kampına itmek anlamına geleceğini savunuyor. Ancak bunun bir endişe kaynağı olması bile ilişkilerin temelindeki çürümeyi ortaya koyuyor.

Davranışları görmezden gelmek de bu çürümeyi ortadan kaldırmaz. Türkiye’nin geçen hafta ABD personelini ve İslam Devleti’ne karşı Küresel Koalisyon’da yer alan Suriyeli ve Iraklı Kürt müttefiklerini taşıyan bir konvoya kasten ve bilerek füze fırlatması, Suudilerin bir uçağı nasıl uçuracakları ama nasıl indirmeyecekleri konusunda ders almak istemeleri kadar büyük bir uyarı işaretidir.

Açık olmak gerekirse, Erdoğan’ın kendisi doğrudan ABD’ye karşı komplo kurmayabilir. Suudi Arabistan Kralı Fahd gibi aşırılık yanlısı güçleri kontrol edebileceğine ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebileceğine inanıyor olabilir. Yanılıyor. Bu tür radikalizm ve aşırıcılık bir kez serbest bırakıldığında kolay kolay kontrol altına alınamaz. Amerikalı politika yapıcıların şimdi düşünmesi gereken soru, bugün Türkiye ile birlikte 20. yüzyılın sonlarında ABD-Suudi ilişkilerinde yapılan hataları tekrarlayıp tekrarlamadıkları ve Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı, Pentagon ve düşünce kuruluşu camiasında Türkiye’nin suiistimallerine kılıf sağlayanların ABD ulusal güvenliği için hayati önem taşıyan bir ilişkiyi koruyup korumadıkları ya da istemeden de olsa Suudi Arabistan’ın 11 Eylül öncesinde sahip olduğu cezasızlığa olanak tanıyıp tanımadıklarıdır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin