YORUM | BEKİR SALİM
Rahmetli Rasim Ağabeyle yüzlerce program yaptık. Belediyeler, kültür merkezleri, şirketler, sendikalar, okullar, özellikle üniversiteler bizi sık sık davet ederlerdi. Gittiğimiz yerlerle alâkalı önceden hiç bir ön bilgi almamaya gayret eder, sahnede seyircilerle doğaçlama bir sohbete girişmeyi daha samimi bulur ve o şekilde tanış olmayı tercih ederdik.
Bazen, “protokolde önemli, ağır misafirlerimiz olacak” diye bizi önceden dörtlükler hazırlamaya zorlasalar da, biz sahnede bu ön hazırlıkları ya unutur ya da yüzümüze gözümüze bulaştırırdık.
Âşık Edebiyatında aslolan tamamen irticâlen söylemektir. Yunus Emre’nin dediği gibi, “Şiir yazılmaz, söylenir.” Şükür ki; gerek Rasim Ağabey, gerek fakir, doğaçlama mevzuunda Allah’ın lütuflarına çok küçük yaşlarda mazhar olmuşuz.
Gene, üniversite hocalarına ve öğrencilerine yönelik bir programda atışma için konuklardan “ayak” istedik. Bu bizim geleneğimizdi. “Ayak” âşık edebiyatında dörtlüğün son mısrasında rediften önce gelen kafiyeye denir ve her dörtlükte o ayağa uygun kafiye kullanılır. Aynı kafiye ikinci kere kullanılmaz… Çok kuralları var… Bunu konuklardan isterken, “bakın önceden hazırlık yapmadık, şimdi sizin verdiğiniz konu ve ayağı kullanarak irticâlen atışacağız” demek istiyoruz.
O gece, bu işten azbuçuk anlayan veya anladığı zannedilen bir profesöre ayak vermesi için seyirciler baskı yaptılar. Zira, şiir yazıyormuş. O mübarek de, söze öyle abuk sabuk bir yerden başladı ki, bir an, “ayak verme” meselesini gerçekten ayağını bize uzatarak çözecek sandım. Konuya tamamen yabancı… Nihayet ayak veremedi ama konu verdi.
O günlerde, Enerji Bakanı, mesai saatlerinin saat 6:00’da başlayacağını ve cumartesi günlerinde de yarım gün mesai yapılacağını duyurmuştu. Bizim profesör de erken kalkmayı dini bir ritüel olarak algılayıp siyaseten buna karşı duruş sergiliyor, “Oldu olacak, hiç uyumayalım, gece boyu namaz kılalım.” diyerek bir de kendince ironi yapıyordu. Konumuz “Erken mesai” idi… Bu arada, o dönemler eser miktarda olsa da, demokrasi vardı ve hükümet, bakanlar, o günlerin Başbakanı, bugünkü Cumhurbaşkanı rahatlıkla eleştirilebiliyordu.
Bu irticâlen atışmayı daha sonra STV’ye hazırladığımız bir program için filme almıştık. Ama, oyunculuk konusundaki üstün yeteneğimizi(!) farkedince yayınlanmasını istememiştik. Baston yutmuş gibi hâllerimi seyredince çok güldüm…
Rasim KÖROĞLU :
Mesai başlarmış saat altıda,
Uykumu iyice almadan gelmem.
Keyfimi bozamam bu yaştan sonra,
Sinekkaydı traş olmadan gelmem.
Bekir SALİM :
Ecdadın üstüne doğmamış güneş,
Sen kış uykusunu bölme effendi!
Belli ki şeytanla olmuşsun kardeş,
Keyfinden hiç geri kalma efendi!
Rasim KÖROĞLU :
Ben nasıl yapayım nazı, niyazı?
Yatsının yollarda geçer birazı,
Tam mesai vakti sabah namazı,
Vallahi, billahi kılmadan gelmem.
Bekir SALİM :
Dinden, diyanetten söz etmezdin sen,
Niyazı hiç bilmez, naz etmezdin sen,
Yatsıyı, sabahı haz etmezdin sen,
Bu kadar çok dindar olma efendi!
Rasim KÖROĞLU :
Hanımın gönlünü kırıp, yıkamam.
Kocayınca o işlere bakamam.
Başbakanın emri karşı çıkamam;
Üç tane çocuğu bulmadan gelmem.
Bekir SALİM :
Hiç lâfı mı olur, ikinin, üçün?
Lâkin, dedelerde bu telâş niçin?
Başbakanın emri, biz gençler için;
Sen bunu üstüne alma efendi!
Rasim KÖROĞLU :
Cumartesilerin gitse yarısı,
Daha neye yarar onun gerisi?
Pazar günü davet eder birisi,
Felekten bir gece çalmadan gelmem.
Bekir SALİM:
Zevk sefa edersin demek her Pazar,
Bu örnek tavrına değmesin nazar,
Haram-helâl senin tadını bozar,
Sen bu detayları bilme efendi!
Rasim KÖROĞLU :
Kızdırırım diye bizim patronu,
Yollarda giymişsin ceketi, donu,
Bu destanın nasıl bitecek sonu?
İyice okuyup gülmeden gelmem.
Bekir SALİM:
Anlaşıldı adam olmam diyorsun.
İşimi ciddiye almam diyorsun.
Tam iki saattir gelmem diyorsun;
Madem istifa et gelme efendi!