YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN
Merhamet (acıma) duygusu bizi insan yapan duyguların başında gelir. İyilik diye özetlenebilecek her duygunun merhametle kurduğu bir köprü vardır. Koruma, bağışlama, armağan vermek, nezaket, alicenaplık, altruistlik (kendini tehlikeye atarak başkalarına yardım etmek), minnet, tolerans, empati gibi birçok asil ve ulvi insani duygu merhametle kesişen alanlara sahiptir. Merhametsizleşmek ve kötülük arasında da dolayısıyla bir doğru orantı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Merhamet üzerine inşa olmuş değerler, uygarlık üretir. Hunharlık ve acımasızlığa dayanan değerler barbarlaştırır.
Merhamet arttıkça toplumlar daha mutlu olur. Çünkü sevgi ve mutluluk da artar. Diğerlerine verilmesine karşın kendinde azalmayan, bilakis artan ender şeylerdendir merhamet.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Merhametin azalması ve yok olması, bir toplumda nefreti, gaddarlığı, hasisliği, şefkatsizliği büyüyen bir kartopuna dönüştürür ve bu kartopu dev bir çığ olup o toplumu derin, boğucu, yakıcı bir soğukla yok eder. Bu yakıcı soğuk, iyiliği ve güzelliği tüketir, kötülüğü ve çirkinliği önce hâkim, sonra da daim kılar. Merhametsizlerin toplumunda iyiler durmaz. Merhametsizlerin toplumunda iyilik olmaz. Merhametsizlerin toplumunda ruhlardaki ışığa dair ne varsa, kötülüğün karanlığınca yutulur. İnsanın içine karanlık dolmaya görsün! Başkasına ve kendine zehirden başka bir şey veremeyen karanlık ruhların hayata dair neleri varsa artık ölüme hizmet etmeye başlar. Ağaçları ve ormanları, hayvanları, gölleri ve denizleri öldürürler, yine de öldürmeye doymazlar. Merhametsizliğin en iyi dostu ölümdür. İnsanın insana zulmünün mihenk taşı merhametsizliktir.
Türkiye’de merhametsizlik bir zincirleme reaksiyon gibi, inanılmaz bir ivmeyle, belki de geometrik artışla yayılıyor. Kötülük merhametsizliği, merhametsizlik kötülüğü besliyor.
Garibe Gezer Kandıra F-tipi cezaevinde tek kişilik hücreye alınmış ve orada çok uzun zaman tutulmuş Kürt bir siyasi tutukluydu. Defalarca işkenceye, tecavüze, tacize, dayağa ve diğer sistematik kötü muamelelere uğradığına dair dilekçe verdi, ama hiç kimse onu ciddiye almadı. Dün tek kişilik tecrit hücresinde ölü bulundu. Ölümüne hapishane yönetimi intihar dese de, bu inandırıcı bulunmadı. Ailesi ve sevdikleri, Garibe’nin intihar edecek kişilikte biri olmadığını söylüyor. Dahası, önceden vermiş olduğu dilekçeler ve bu dilekçelerdeki tecavüz ve işkence suçlamaları, cezaevi yönetimini töhmet altında bırakıyor. Düşünebiliyor musunuz? Devletin siyasi tutuklu olarak hapse attığı bir genç kadın, sonrasında tek kişilik tecrit hücresine alınıyor. Onlarca tecavüz, taciz, işkence şikâyetinde bulunan dilekçe yazıyor. Ne hücre cezası bitiyor, be tecavüz, taciz ve işkence. Sonunda bir gün o berbat cezaevinin berbat deliğinde gencecik bedeni cansız, öyle yerde yara şekilde bulunuyor. Hapishane yönetimi hiç vakit kaybetmeden intihar ettiğini duyuruyor.
Garibe’nin cesedini bir poşete koydular. Derme çatma bir tabuta sokup, öylece beklettiler. Derken ailesi, arkadaşları, sevdikleri geldi. Garibe’yi omuzlarına aldılar. Üzüntülerini ve öfkelerini dile getirip bir ağızdan slogan attılar. Orada bulunan polis ve gardiyanlar “Alın cenazenizi gidin lan!” diye bağırdı. Apar topar Kandıra F tipi cezaevini terk ettiler. Garibe’yi cenaze aracına layık görmediler. Onu bir pikap kamyonetin damperine yüklediler. Cansız narin bedenini açık havada taşıdılar. Yanına, dampere ailesi oturdu. Öyle, yola çıktılar. Canları ölmüş, onurları ve izzetleri kırılmış, insan muamelesi görmemişliğin verdiği buruklukla ve değersizleştirilmiş olma duygusuyla, o can kadın Garibeyi defnedileceği yere götürdüler. Gözyaşları sel oldu, kaldırılamayacak kadar büyük üzüntü nefrete dönüştü. Garibe, gariban bir insanoğlu gibi, garipçe gaibe gitti. Arkasında büyük bir sır, büyük bir neden-niçin-nasıl sorusu bırakarak son yolculuğuna çıktı. Bir pikap kamyonetin damperinde, açık havada bir yolculuktu bu son yolculuk.
Aynı ülkede bir başka dram: Otizmli bir kız çocuğu, Rüveyda. Babacığı KHK ile hayatı karartılan derttaşlardan. Bu nedenle vatandaşı olduğu devlet, hakkı olan engelli aylığını kendisine ödemiyor. Kara Efe’ye babasını göremeden ölmeyi reva gören devlet, geçen hafta genç yargıç İbrahim Gündüz ve eşi Nurdan Gündüz’ü Ege’de karanlık sularda boğan devlet, kodeste meslektaşım Profesör Sedat Laçiner’i tutan devlet, Profesör Haluk Savaş hocayı bağıra-bağıra ölmeye iten devlet, polis memuru Mustafa Kabakçıoğlu’nu plastik sandalyede öldüren devlet, Midilli açıklarında Maden ailesini boğan devlet, doçent Mustafa Çamaş’ı vincin altında ezen devlet ve toplum. Hep aynı, hep aynı devlet! Hep aynı toplum, hep aynı toplum!
O kadar çok kurban var ki! O kadar insanın kanına girdiler ki! O kadar çok hak yediler, o kadar fazla hukuk çiğnediler ki! Modern Türkiye tarihinde gerçekleşen en kitlesel – yani geniş ölçekli – zulümle karşı karşıyayız. Ve toplum işte orada, tam karşımızda duruyor ve susuyor!
Bugün bir oldukça güvenilir kamuoyu şirketinin yaptığı anket sonuçlarına göre, iktidardaki parti olan AKP halen her üç kişiden birinin oyunu alıyor!
İnsanlar televizyondaki röportajlarda yoksulluktan yakınıyor, geçinemediklerini, hatta çocuklarına artık kuru ekmek bile yediremediklerini feryat ediyor. Asgari ücret Türkiye tarihinin en düşük alım gücü düzeyine çakılmış. Bir röportajda çekçek arabasıyla kâğıt toplayan küçücük, daha oğlum yaşında bir zavallı çocuk, kendisine ne istediğini soran muhabire, eve para götürmek olduğunu söylüyor. Bir başka röportajda yaşlıca bir adam, kamera karşısında ağlayarak, duvar üzerinde duran kuru ekmek parçalarını alırken kendisine ne yaptığını soranlara, kuşlara vereceğini söylediğini söylüyor ve sonra gözyaşlarına boğulup, eşiyle ekmeği ıslatıp kendilerinin yediğini anlatıyor! Bunlar Türkiye denen ülkede oluyor. Ve bu toplumda halen her üç vatandaştan biri AKP’yi tercih edeceğini söylemekte!
Merhametsizliğin iyiliği boğduğu bu toplum, ekmekle sınanma noktasına geldi. Masumların ahını aldılar, gariban Garibe’yi pikap kamyonet damperine attılar, öğretmen Gökhan Açıkkollu’yu hainler mezarlığına gömdüler, Kara Efe’nin babasına hoşça kal demesine izin vermediler, ölüm döşeğindeki Ayşe Özdoğan’a aylarca can çekişirken zulmettiler, Ege Denizi’ni ve Meriç nehrini ülkeden ailece kaçan insanların mezarlığına dönüştürdüler! Yüz binlerce masumu kanun maddesine dayandırılamayan suçlamalarla, kanıtsızca hapse attılar. Bu insanların ailelerine Sippenhaft (aile boyu) zulmettiler. Yüz binlerce kamu çalışanını – bu satırların yazarı dâhil olmak üzere – KHK’larla hain ilan ettiler, onları mesleklerinden ihraç ettiler, onlara kendilerini savunma hakkı bile vermediler.
Merhamet (acıma) duygusu bizi insan yapan duyguların başında gelir; merhametsizsiniz! İyilik diye özetlenebilecek her duygunun merhametle kurduğu bir köprü vardır, siz o köprüyü yıktınız! Koruma, bağışlama, armağan vermek, nezaket, alicenaplık, altruistlik (kendini tehlikeye atarak başkalarına yardım etmek), minnet, tolerans, empati gibi birçok asil ve ulvi insani duygu merhametle kesişen alanlara sahiptir. Hiçbiri sizde yok! Merhametsizleştikçe kötüleştiniz, kötülüğünüz arttıkça merhametsizliğiniz daha büyük zulümlere dönüştü! Merhamet üzerine inşa olmuş değerler, uygarlık üretir. Siz Türkiye’de olan son medeniyet kalelerini yerle bir ettiniz. Sırtınızı dayadığınız yegâne değerleriniz hunharlık ve acımasızlık.
Merhametsizler! Bilin ki barbarsınız.