Mars’ı fetih!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Allah’a dil çıkarır gibi küstah bir yarış… / Farkında değilsin ki, Ay Dünya’ya bir karış” diyor şairler sultanı.

Dünyadan tam uzaklığı sürekli değişiyor Mars’ın. En son Cape Canaveral Hava Kuvvetleri İstasyonundan 30 Haziran 2020’de fırlatılan uzay aracı, yaklaşık 470 milyon kilometrelik bir yolculuktan sonra öngörülen tarihte Kızıl Gezegen’e ulaşmayı başarmıştı.

470 milyon kilometre uzaktaki bir meçhule harcanan milyarlar…

Kimi zaman (iki yılda bir) daha yakın mesafeye geliyormuş. Sair zamanlar daha uzak bir gezegen Mars. Dünyadan çıkan bir mekik yolda durmaz, dinlenmez, sağa sola sapmazsa en erken 250 günde (Yaklaşık 7 ay)  filan ulaşılabiliyor bu yüzeyinde paslı kumdan başka bir şey görünmeyen gezegene.

İnsanoğlu bu izbe planete ilk kez bir aracı 1964 yılında yollamış. Daha sonra başka ülkeler, başka başka zamanlarda pek çok uzay aracı yollamışlar.

Malum, son olarak NASA bir açıklama yaparak sıcak aylarda tuzlu su bulunduğuna dair güçlü kanıtlara ulaştıklarını açıkladı… Mars yaz aylarında 25 derece olurken kışın -125 dereceye kadar ulaşabiliyormuş soğukluk. Bu açıklamadan sonra malum olduğu üzere Perseverance Rover isimli bir aracı indirmeyi başardı NASA.

Ve yine malum; dünyanın dörtte üçü tuzlu sularla çevrili denizlerden müteşekkil.

Bizim trajedimiz ise bir yandan uzak milyonlarca para harcayıp uzak gezegenlerde hayat emaresi ararken, diğer yandan elimizdeki dünyayı hızla cehenneme çevirmek ve yok etmek…

Bizden 450 milyon kilometre uzaklıktaki gezegen üzerinde yaşam emaresi ararken, dünyadaki hayatlar hakkında bu kadar umursamaz, hatta daha kötücül olmak da insanoğluna has bir fenalık olsa gerekir. Bir yandan muazzam bir hızla dünyayı yaşanılmaz kılan insanoğlunun, diğer yandan başka yerlerde hiçbir şey olmamış gibi hayat peşine düşmesi tuhaf geliyor bana.

Buyurun size dünden bir haber:

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Edirne’nin İpsala ilçesinde Yunanistan tarafından geri itilen 22 mülteciden 12’sinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Edirne Valiliği 9 mültecinin cansız bedenlerine ulaşıldığını söyledi.

Geri itme' faciası; darp edilip gönderilen 12 mülteci donarak öldü -  Romanya Haber

Bir de işin başka yönü var.

Dünyayı mahvettik yetmiyor, bir de gidip başka gezegenleri batıralım, diye düşünüyorum hep.

Ne zaman NASA bu tür inceden kibirli, insanoğlunun hadsizliğine dair bir açıklama yapsa aklıma hep Yuri Gagarin ile German Titov gelir. Uzaya çıkan ilk insandır Yuri Gagarin. Farklı bir ifadeyle; dünyayı dışardan gören ilk insanoğlu. German ise dördüncü çıkan kişi ama Yuri’nin rakibi.

Moskovalı bir marangozun oğluydu Yuri. Liseden sonra metal işçisi olarak çalışırken uçaklara ilgi duydu. 1955’te Hava Kuvvetleri’ne geçiyor ve o dönem çok gizli yürütülen kozmonot programlarına katılıyor. Son derece ağır ve zorlu bir eğitim süreci; biyolojik, fizyolojik, psikolojik eğitimler vs. Altaylı bir çiftçinin oğlu olan German Titov da aynı süreci yaşıyor, ikisinden birini tercih ediyor Rus hükümeti ve piyango Yuri’ye vuruyor. Bahtsız Titov sıranın kendisine gelmesini bekliyor ama bu esnada Amerikalılar ellerini daha çabuk tutup iki kişi yollamış oluyor uzaya. Zaten ilk giden olmadıktan sonra pek anlamı olmuyor, tarih ilkleri yazıyor zira. 12 Nisan 1961’de Vostok 1 isimli aracıyla uzaya çıkıyor Moskovalı marangozun oğlu Yuri. Tam 89 dakika 34 saniye mehtaptan dünyayı seyrediyor. Kalkıştan sonra iki saat bile sürmeden geri dönüyor Yuri ve tüm dünya günlerce, haftalarca onu konuşuyor. Televizyonlara çıkıyor, gazetelere manşet oluyor, kahraman sayılıyor ülkesinde. Titov ise başka bir ilk olarak tarihe geçiyor, adına ‘uzay hastalığı’ denen illete yakalanan ilk insan! Adını aydaki bir kratere veriyorlar daha sonra.

My Brother Yuri: Pages from the Life of the First Cosmonaut by Valentin  Gagarin

Yuri Gagarin, insanlığın en büyük fethi sayılan uzay fethinin kahramanı atmosferi geçtikten tam 7 yıl sonra, 7 Mart 1968’de, bir MIG-15 uçağı denerken kaza geçiriyor ve ölüyor. MIG-15’ler daha sonra Kore Savaşı’nda ölüm kusmakla meşhur oluyor.

Uzayda hayat peşine düşen insanoğlu, dünyada hayat almak için ürettiği bir ölüm makinesini denerken öldürüyor astronotunu.

Bir başka hüzün dolu hikaye ise Vladimir Komarov’unki…

Ölüm haberinin başlığını unutamıyorum mesela: “Bir kozmonot öfkeyle ve ağlayarak dünyaya düştü!”

Pourquoi Vladimir Komarov avait-il un cercueil ouvert ?

Şöyle düşünün; uzayda bir kozmonot var, dünyanın etrafında dönüyor, asla Dünya’ya geri dönemeyeceğinden emin; O zamanlar Sovyetler Birliği’nin üst düzey bir yetkilisi olan Alexei Kosygin ile telefonda konuşuyor ve kendisi de kozmonotun öleceğini düşündüğü için ağlıyor.

Uzay aracı kalitesiz inşa edilmiş, yakıtı tehlikeli derecede azalıyor; paraşütleri -kimse bunu bilmese de- çalışmayacak ve kozmonot Vladimir Komarov, kelimenin tam anlamıyla, tüm hızıyla Dünya’ya çarpmak üzere, vücudu çarpma anında eriyecek. Kıyamete doğru ilerlerken,  onun dünyayı ve insanoğlunun fethetme hırsına okuduğu lanetleri kaydediyor telsizler. Bunlardan biri de Türk telsizleri. İnsanlığın hırsı uğruna kül ediliyor Komarov… Bedeninden geriye bir miktar kül olmuş külçe kalıyor.

Bütün bunlar Jamie Doran ve Piers Bizony’nin kitabı Starman’de yer alıyor.

Starman (ebook), Jamie Doran | 9780802779618 | Boeken | bol.com

Söz yine şairin: “Bilmediler; kalptedir, kalptedir asıl feza; / Kalptedir, olumsuzluk kefili kutsi imza… / Bizimkiler ışığa gem vuranda binerler; / Yerden göğe çıkmazlar, gökten yere inerler…”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

9 YORUMLAR

  1. Müsaadenizle M. Nedim Hazar´ı eleştireceğim. Bu yazıyı çok güçlü bulmadım. Tabii ki iki günde bir makale kaleme alan bir yazarın her yazısı çok orijinal olmak zorunda değil. Ama yine de itiraz ve eleştirilerimi iletmekten geri kalmak istemiyorum.
    1. Yazının başında bahsedilen “şairler sultanı” kimdir? Ben çıkaramadım.
    2. Yazıda insanoğlunun uzaya gidişi, uzay araştırmaları, bu yolda harcanan paralar sanki boşa harcanıyormuş gibi bir izlenim uyandırılıyor. Bu yaklaşım ilk bakışta mantıklı gelebilir. Ama lütfen biraz düşünün. Bu faaliyetlerin beklenmedik yan faydaları oluyor. Eğer bu araştırmalar olmasaydı uzayda uydular, cep telefonları, internet olur muydu?
    3. Dünyayı cehenneme çeviren ve uzay için büyük miktarlarda para harcayan „insanoğlu“ eleştiriliyor. Bence insanoğlunu elştirmek hiç kimseyi eleştirmemek demek. Eleştiri yapılacaksa daha somut olunmalı. Ayrıca dünyayı kirletenlerle uzay adam gönderenler aynı insanlar değil.
    4. Yazıda konu bütünlüğü yok veya çok zayıf. Rusların uzay macerası ayrı bir yazı konusu olabilirdi. Bu arada Türk telsizlerinin konu ile alakası nedir ben tam anlamadım.
    5. Ölen mülteciler ayrı ve tek başına bir yazı konusu olsa daha iyi olurdu. Ölü mülteci fotoğrafları iç yaralayıcı. Acaba kimlerdi onlar, neden kaçıyorlardı, yakınları nerede yaşıyordu, geride kimleri bıraktılar? Hayatta ümitleri neydi? Allah o insanları yerinden yurdundan edenlerin de bir gün öyle kaçtığını, kaçarken aynı akibetle karşılaştığını da görmeyi nasip edecek mi acaba?
    6. Yazının sonunda kim olduğunu hala bilmediğimiz şairin her şeyi kalbe bağlaması da bence çok ikna edici değil. Gerçekten her şey kalpte mi bitiyor? Dış faktörlerin, toplumsal baskının, hanım dırdırının, rahat yaşama ve gösteriş tutkusunun insanların kalbinin sesini dinleyememesinde etkisi nedir?
    7. Ha, işin bir de şu boyutu var: Eğer bu söz doğru ise ve her şey kalpte bitiyorsa “Benim kalbim temiz” deyip dini vecibeleri yerine getirmeyenleri hangi hakla eleştireceksiniz? Dini cevreler laik kesimi bu noktadan vurmuyor mu genelde, kalp temizligini yeterli bulmayarak?

    • Güzel eleştiriler fakat ikinci eleştirinize pek katılmıyorum. Ben de eskiden uzay teknolojileri veya benzer teknolojiler için harcanan paraların boşa olmadığını düşünüyor ve boşa olduğunu iddia edenlere kızıyordum ama bu konudaki fikrim değişti. Yine boşa olduğunu iddia edemem. Ama öncelikli değil.

      Ve dünyada ilginç bir şekilde teknolojik gelişmeleri pek sorgulamama durumu var. Bazı teknolojik icatların etikliği veya faydası/zararı sorgulanıyor ama teknolojik gelişimin kendisi sorgulanmıyor ve daima bir gelişme olması gerekiyormuş gibi düşünülüyor. Oysa insanoğlunun huzurlu bir şekilde yaşaması için gerçekten de günümüzdeki teknolojilerin bir çoğuna ihtiyaç yok. Buna cep telefonu da, internet de dahil (hastalıklara çare bulan sağlık bilimindeki gelişmelerin bir kısmını dışarıda tutuyorum).

      Diyebilirsiniz ki ‘Bu icatlar olmasa bu kadar kompleks ve global hale gelen dünyada nasıl birbirimizle iletişim halinde olacak ve bir şeylerden haberimiz olacaktı?’ Bence dünyayı bu kadar kompleks hale getiren zaten Sanayi Devrimi ile hız kazanan teknolojik gelişmelerdi. Birçoğu da yıkım için kullanıldı. Günümüzde dahi internetin yararından çok zararı var. Evet, burada bu icatların bir suçu yok, bunları kullanamayan insanoğlu suçlu, buna katılıyorum ve ben de zaten icatları suçlamıyorum.

      Şunu söylüyorum: İnsanoğlu vicdan, karakter, ahlak vs. olarak teknolojik gelişmeler ölçüsünde gelişemedi. Gelişmesi de zor aslında çünkü insanoğlunun doğası sabittir. Sınırları bellidir. Nefsi vardır. Şeytanı vardır. Teknolojinin ise bu tarz özellikleri yoktur, alabildiğine gelişir. Ama bu saatten sonra geri dönüş de yok, yani gericiliği ve teknolojiyi terk etmeyi savunmuyorum. Dünya bir çöplük oldu, daha da olmaya devam edecek, bu çöplükten ne kurtarabilirsek ve çöplüğün ne kadarını güzelleştirebilirsek kardır.

      Ana konuya dönersek, bence uzay araştırmaları güzel ve beklenmedik sonuçlar verebilir ama yine de öncelik sıralamasında aşağılarda çünkü bir yanda nasıl sonuçlar vereceğini bilmediğimiz bir macera var, diğer yanda ise insanlar açlıktan ölmekte. Para, imkanlar, fikirler, her şey ikincisini minimize etmeye harcanmalı.

      • Bilal bey,

        bence teknolojik gelişme iyi bir şey. Teknolojik derken buradan insanlığın her alanda gelişmesini, icatları, ilerlemeyi kastediyorum.
        1. Bir düşünün, dişiniz ağrıyor, ameliyat olmanız lazım. Narkozun henüz icat edilmediği bir çağda bunlarla karşılaşmak ister miydiniz?
        2. Teknolojik gelişmenin önüne geçilebileceği ihtimali yok. Siz bir şey yapmasanız başkaları yapıyor. Bu alanda çalışmalar yapanlar da sonuçta üstünlüğü ele geçiriyor.
        3. Teknoloji gelişirken insanoğlunun vicdanı, karakteri, ahlaki paralel gelismedi tezi… Bence bu tez doğru değil. İnsanoğlu öğrenen bir varlık. Çevre konusunda bilinçlenme, hayvan hakları konusunda bilinçlenme modern fenomenler değil mi? Eskiden her şey güzeldi, zamanla bozuldu tezinin kanıtı nedir?
        4. Dünyada kirliliğin artması, iklim değişimi vs. inkar mı ediyoruz? Hayır. Bunlar büyük ihtimalle dünya nüfusunun hızlı artması ile ilgili problemler. Eskiden de insanlar çevreyi katledebiliyordu, toprağı sömürüyordu. Ama nüfus az olduğu için bu göze batmıyordu. Peki, bizim nüfusun sınırlandırılması, doğum kontrolü vs. ile ilgili düşüncemiz nedir? Yoksa bunlar bize Batı´nın tuzakları mı?
        5. Son paragrafta paralar uzay yerine aç insanları doyurmaya harcanmalı diyorsunuz. Bu sempatik bir düşünce. Ama biraz da naif bir düşünce. Bunu gerçeleştirmek için ne yapmak lazım? Bu yönde engel nedir?

        • İlerleme, yani progress fikri modern zamanlarda ortaya çıkmış bir fikirdir ve benim pek katılmadığım bir fikidir çünkü ilerleme fikri Kıyamet anlayışı barındırmayan, evrimci, seküler bir düşünme tarzının ürünüdür. Şöyle ki, modernitenin kurucuları olan seküler Batı dünyası dini tarzda bir Dünya’nın Sonu fikrine inanmadığı için insanın daima ilerleyeceğini ve daha iyiye gideceğini savunur. Evrimsel açıdan da bu düşünce tutarlıdır çünkü canlılar daima değişen ortam şartlarına uyum sağlayacak şekilde evrilmelidir, yoksa soyları tükenir. İnsanın da bu şekilde evrilerek neslini daha milyonlarca sene sürdüreceğini düşünmekteler. Kendi dünyaları için bu, geçerli olabilir ama Batı, etnosentrik olduğu için kendilerinin ilerlemesini insanlık ilerliyormuş gibi görmekte. Oysa bu, gerçek değil. Yani teknolojik ilerleme de başka yönlerde ilerleme de onlar için geçerli ve bu ilerlemeyi de kısmen zamanındaki kolonyalist girişimlerinden dolayı gerçekleştirdiler. Sanayi Devrimi sürecinde gereken hammadeler, insan gücü vs. nereden geldi? Kolonileştirdikleri yerlerden. Yani dünyayı genel olarak düşündüğümüzde pek bir ilerleme olduğundan bahsedemeyiz. Belli alanlarda ilerleme olabilir ama o alanlardaki ilerleme bile dünyanın birçok yerine ulaşamıyor. Ve birçok alanda da Batı dünyasında dahi gerileme var. Bunun en ünlülerinden biri toplum, topluluk ve insan bağlarıdır (community bonds, sense of community vs.). Ben bu konular üzerine doktora yapıyorum ve okuduğum birçok makale ve eser bu konudaki kayba vurgu yapıyor. 200 – 300 senedir devam eden bir durum bu. Teknolojik ilerleme var ama insanı insan yapan değerlerde de bir gerileme var. Konuya geri dönersek Batı anlayışındaki bir ilerleyiş fikri İslam’da pek yoktur çünkü İslam’da burası geçici bir imtihan dünyasıdır. Kıyamet kopacaktır ve yapmamız gereken şey bu dünyayı, ahiretin tarlası olarak düşünüp o düşünceyle güzelleştirmektir. Progress gibi modern fikirlerin etkisiyle değil.

          Bahsettiğiniz noktalara da cevap vermem gerekirse:

          1- Zaten sağlık konusundaki gelişmeleri dışarıda tuttuğumu başta belirtmiştim.

          2- Evet size katılıyorum. Geri gitmeyi savunmadığımı yorumumda belirttim. Yani olan olmuş, verilen zarar verilmiş, müslümanlar zararın neresinden dönülürse kardır mantığıyla çalışmalı, teknolojiyi kullanmanın müslümancasını göstermeli ve güçlenmeli.

          3- Çevre ve hayvan hakları konusunda bir bilinç 500 yıl önce de vardı. İnsanlık tarihi Sanayi Devrimi’nden sonrasında başlamıyor ki. Bu konulardaki bilinçsizlik Sanayi Devrimi’nden sonra daha çok ortaya çıkmaya başlamıştır çünkü hızlı bir şekilde sanayileşmek, kolonileşmek ve diğer ülkeleri hüküm altına almak için çevreyi kirletmek gerekiyordu, hayvan gücünden zalimce faydalanmak gerekiyordu. Şu an Batı’da çevre bilinci gelişmiş çünkü Batı, sanayileşme sürecini tamamlamış durumda, doygunluğa ulaşmış. Sanayileşme sürecine yeni girmiş veya o süreçte olan ülkelere baktığımızda böyle bir bilinç pek görmemekteyiz çünkü dediğim gibi bu kavramlar daha çok ne kadar sanayileştiğinle alakalı. Sanayi Devrimi’nden önce çevre veya hayvan hakları bilinci yokmuş da sonradan oluşmuş gibi konuşmak yanlış. Kaldı ki bu tarz bir bilinç teknoloji sayesinde de olmadı. Tam tersine teknolojinin çevreye ve canlılara zararı o kadar arttı ki insanlar bir noktadan sonra bu mezalimi görüp bilinçlendi belki de. Eskiden her şey güzeldi, bozuldu demedim. İnsanoğlunun karakteri teknolojinin gelişmesi ölçüsünde gelişmedi dedim. Bu da şu demek: Teknolojik icatlar bilinçli kullanmayı gerektiriyor. Bilinçli kullanmadığında faydadan çok zararı oluyor. Bir konuda yeterli bilinç sahibi olmak için de insanda karakter ve ahlak gelişimi olmalı. Bunlar ahlak psikolojisinde çalışılan konular. Ben de şunu savunuyorum, teknoloji çok hızlı gelişti ama insanlar bu ölçüde olgunlaşamayınca (ve belki de eskisinden bile daha kötü hale gelince) teknolojik icatlar kötü veya saçma amaçlarla kullanılmaya başlandı (bkz. sosyal medyanın bir fitne merkezi olması) ve bu da insanın içindeki karanlık yönleri daha da ortaya çıkardı (bakınız narsisizm). Yoksa eskiden her şeyin güzel olduğunu savunmuyorum ama en azından insanın en karanlık yönlerini gıdıklayıp aktive edecek bu denli teknolojik icat da yoktu.

          4- Batı’nın tuzakları gibi bir şey savunmuyorum. ‘Batı’nın tuzakları’ ile ‘Batı düşünce tarzının getirdikleri’ aynı şey değildir. Ben ikincisini savunuyorum. Birincisi biraz komplo teorisi gibi kalıyor. Ortada tüm Batı halklarının bilinçli bir şekilde kurduğu bir tuzak yok. Ama şu var: Batı, bir Rönesans ve Reform sürecinden geçti. Modern dünya meydana geldi. Bu dünyanın oluşumunda Batı bazı felsefi varsayımlar kullandı ve bu dünyayı amprisizm, sekülerizm, nasyonalizm vs. gibi çeşitli ideolojiler üzerine bina ettiler. Bu, kendi dünyalarını düzeltmek için yaptıkları bir şeydi ve onlarda işe yaradı. Daha sonraki kolonileşme sürecinde de tüm bu Batılı fikirler dünyaya yayıldı ve modern dünyada bunlar artık pek sorgulanmaz oldu. Bu onların kurduğu bir tuzaktan çok, doğal bir şekilde gelişen bir süreçti. Ama bu fikirler özellikle de İslam toplumlarına uygun değildi. Buna epistemolojik kırılma diyoruz. Yani moderniteden önce vahiy güvenilir bir bilgi edinme kaynağı iken, moderniteyle birlikte amprisizm (yani sadece duyumsayabildiğim şeylere inanırım fikri) güvenilir bir bilgi edinme kaynağı haline geldi. Bu çok uzun bir konu olduğu için (ayrıca benim tez konum) burada ayrıntıya girmeyeceğim ama ‘epistemological break’ şeklinde Google Scholar’a yazarsanız güzel akademik makaleler bulabilirsiniz. Sözün özü, bunlar Batı’nın kurduğu tuzaklar değil ama sorgulanması gereken fikirler çünkü ilerleme, sekülerizm, ampirisizm, evrim, ve daha birçok modern fikir ve ideolojiyi sorgulamadığımız sürece teknolojik gelişmelerde lider olsak dahi onları taklit etmekten öteye geçemeyeceğiz.

          5- Burada aslında vurgu yaptığım nokta para değil. Öncelik insanlara yardım etmek olmalı. Yani niyet, arzu ve motivasyon noktasında önceliğimiz bu olmalı. Ben habire uzay teknolojilerine yatırım yapan insanlar ve ülkelerde bu tarz bir motivasyon göremiyorum. Bu niyete ve motivasyona sahip olunmadığında parayı Afrika’ya akıtsan bile bir işe yaramaz çünkü ihlas, sadece dinde değil her şeyde, sonuç almak açısından önemlidir. Benim sorguladığım nokta insanların daha fazla teknoloji için yarışması ve bunun nedenidir. Yani yanımdaki komşum sefalet içindeyken benim teknolojik gelişmelere yatırım yapan bir trilyoner olmamın ne önemi var? Bu bereketli olur mu? Güzel sonuçlar verir mi? Güzel sonuçlar verse dahi ne pahasına? Sorun insanlar, toplumlar ve devletler olarak önceliğimizi nasıl belirlediğimiz sorunu. Yoksa kimin nereye ne kadar para akıttığı sorunu değil.

    • Dünyayi kirletenlerle uzaya adam gönderenler aynı insanlar. Onlari alip baskalarini yerine koysak yine aynisi olacak. Bu yasadigimiz kuslarin, kaplanlarin, ineklerin eseri degil, insanoglunun eseri ve bu is öyle cöplükten ne kurtarirsak kar zihniyetiyle asla cözülmez. Düsünceleriniz cok karisik, faili, mefulü birbirine karistiriyorsunuz, kendi yorumunuzda kendi kendinizle celisiyorsunuz. Insanoglu kendi icatlarinin esiri olmazsa mülteci diye bir sey de olmaz. Tam tersi mülteci diye bir seyin olmamasi icin cabalarsa o karakterin geregi olarak kendi icatlarinin esiri de olmayacaktir. Düsüncelerinizi bu sekilde derli toplu hale getirebilirsiniz.

      • Yorumunuzu birkaç kez okudum ama pek anlamadım. Nerede çeliştiğimi ve fail ile mefulü nasıl karıştırdığımı yorumumdaki spesifik cümleler üzerinden anlatabilirseniz benim için daha açıklayıcı olur.

  2. Bence güzel bir yazı, konu değiştirmek okuyucunun ilgisini canlı tutmak için yapılan bir metot . Usta yazar en güzel örneğini vermiş, soluksuz okuduk…

  3. Çok güzel bir noktaya parmak basmışsınız, hiç böyle düşünmemiştim. Evet uzay araştırmaları kesinlikle yapılmalı, o ayrı konu. Ama nice insan hayatları böcek ölümü gibi izlenirken ve dünya otoritelerinin kılı kıpırdamazken, milyarlarca masraf edip bir canlılık emaresi bulmak için çırpınıyoruz. Sanki elimizdeki gezegenin kıymetini bildik, herkes dört başı mamur da sıra başka gezegenlere geldi. İnsanların açgözlülüğü ve hırsı olmasa bu dünya herkese yeter. Kimse ülkesinden kaçmak zorunda kalmaz, açlıktan kırılan çocuklar olmaz.marsta bir böcek bulsak bayram ederiz,ama nehirde boğulup ölen insanlar kimsenin umrumda değil. Bence bu masumların hesabını Allah bütün insanlığa soracak.

  4. Müslümanın “KALBİ”yle imtihanı…

    “Bilmediler; kalptedir, kalptedir asıl feza; / Kalptedir, olumsuzluk kefili kutsi imza…

    Salih Adem ismini duyanınız olmuştur. Duyan olmuşsa da, bir daha da duymamıştır tabi ki. Dünya fizik olimpiyatlarında daha küçük yaşına rağmen birinci olmuştu. Üst üste hemde. Gurur duyuyordukdu doğu toplumu onla, batıya nazire yapıyordu. Sonra ne oldu bilmiyorum, duyumlarım var sadece, bu Salih kişi, Adem, kalbine yenik düştü.

    Evet kalbine yenik düştü. Fiziği değil, felsefeye yöneldi diye duydum, içsel çatışmalarının ardından. Oysa, onunla gurur duyanlar, onu o alanda görmek istiyordu. Bir Einstein, Heisenberg, Tesla olmak üzere aldığı eğitimini, felsefeyi seçerek bizim dünyanın kriterleriyle sıfıra döndürdü. Kalbine yenik düştü, onu aslında o yöne yönlendirenler de bunu istememişti, ama farkında değillerdi bu oyuncak değildi, kalp medeniyetinin çoçuğuna dikkatli olmak gerekirdi.

    Kalbin kutsandığı yerde, akıla neden yönelsinkiydi o da. Yenik düştü kalbine. Fiziğin, genel anlamda bilimin boşluğu nedeniyle, aslında felsefe vardı. Çok büyük soruları olsa da hala, yeri başka da olsa bir felsefe, bugün onun yerini bilim almıştı.

    Bugün, tefekkürle, kalp ile gerçeğe ulaşmak isteyenlerde, muhtaç kalıyorlar aklın ürünlerine. Alıp başını giden bir dünya, ve bizim elimizde kalp. Kalp ile murad edilen şeye, aklın ulaştıklarıyla ulaşmak zorunda kalıyorlar.

    Akıl sultanlığı kuranlar, kalp kalp diyen toplumları avuçlarına alıyorlar, tüm gün çalıştırıp, koca yıllık emeklerini yazdıkları sanal kodlarla, yazılımlarla, biolarla, ilaçlarla, bilmem nelerle nelerle çekip ellerinden alıyorlar.

    Bu bir kader mi, yoksa avuntu mu Nedim Bey, kalbi kutsamanın. Zaten elinde hiçbirşeyi olmayanın, varmış gibi durması. Sende o var ama bende bu var demesi.

    Ne gelirse başımıza şu kalbimizden geliyor Nedim Bey. İyilikte güzellikte, kötülükte çirkinlikte. Rikkatle atan bir kalp çok büyük değer, değer olmasına değer elbette de.. aması var işte..

    Kalp kalp diye dizilerine, edebiyatına, sanatına bunu hakim kılanlar, nesillerine ne enjekte ettiğinin farkında olmuyorlar. Naif tertemiz bir kız, kalbim istiyor deyip o fırıl fırıl gözlü zorbayla evleniyor. Taş kalpli ceylan bakışlı güzele de vurulan o doğunun saf çocuğu da.

    Aklı kötüledikçe, kalbi de görüyoruz. Kalbin getirdiği şey bizi burada. Satırların içine boğuluyoruz. Bir çeşit dalma, sinme.. Duygular akıyor okudukça, yazdıkça, konuştukça kalpten, damarına afyon enjekte etmiş adam gibi.

    Bir Salih Adem vardı zamanında demiştim. Dünya Fizik şampiyonu. Adını duydunuz mu. Duyamazsınız. Kalb kalb diyenler, içlerinden birinin akılla zirveye çıktığını gördüğü için anıyorlardı çünkü, zatında değildi, vicdansızdı da kalp kısaca, anacak birşeyi olamazdı da. Tıpkı sizin Yuriye atfettiğiniz, ikincilerin zaten şansı olmaz ki durumu gibi..

    İdealize olanı değil, olan üzerinden yazıyorum Üstadım. Kalp toplumları pek de öyle yüceltilecek durumda değiller.
    Adalet, sanat, hakikat akıl toplumlarında daha güzel şu an ve bin bir melanet işleniyor kalp medeniyeti olduğunu iddia eden toplumlarda şu an.

    Ulaşamayacağı ete, pis der kedi….derlerdi eskiden. Ulaşamayacağımız ortada, o nedenle bu satırlarınıza destek veriyorum bende sevgili üstadım, Sayın Hazar.

    Memleketin girmesi en zor olan, eniyi Fen Liseleriden birinde daha 17-18 yaşındayken, Jearl Walker’ın Fiziğin Temelleri kitabındaki sorularını çatır çatır çözen biriyken, kalbine yenik düşüp, aklı değilde kalbi önceleyen biri olarak bende size destek vermek zorundayım Sayın Hazar.

    Borun pazarı geçti çünkü.. İstesekte Marsa gidemeyiz, hücrelerin sırrına, madde ile anti maddenin geçişini, varlığın, tekvin kanunların esrarına dair keşfe dalamayız.

    Ama müsaade edin olur mu, şunları da dememi, yediğimiz golün büyüklüğünü bilseydik, bu kalpte kalptürküsü tutturanları elimizle kovalardık.

    Kalp medeniyetinin insanlarına kalbini artık çöpe at diyemem.

    Bu konu da, Bediüzzaman imdada yetişiyor. Dikkat ederseniz, asla o kanadımızı atamayız biz. O nedenle sürekli iki kanatlı da iki kanatlı deyişimiz. Kalb bir parçamız…

    Tamam kabul kanadımızın biri kesinde, bu kalbi kutsadığımız anlatım tarzımızı değiştirelim Üstadım. Bu dil, zirvelere çıkacak adama yolunu değiştiriyor. Seçim yapacak gence seçimini.

    Merhum Akif demişti.. Osmanlının yıkılmasınının neden hak olduğunu..

    Paris Büyükelçisi Kuran tefsiri yazarken, Kuranla iştigal eden Müderrislerin politikaya sarması karşısında demişti bunu.

    Kime ne diyeceğimizi bilmemiz gerektiğini öğretti mi aceba, bu 300 yıllık tecrübe, özelinde son 100 yıllık?

    Eh işte ucundan kıyısından biraz sanki be üstadım.

    Yazınızı eleştirmiyorum üstadım, yazınız kaybedenler kulubünün üyeleri için kesinlikle samimiyet dolu, çözüm dolu anlatımıyla dolu.

    Fezalar onların olsun, kalbimizde ya zaten hepsi, içimizde benliğimizde, namütenahi enginliklerde..

    Lakin sevgili üstadım, bu yazınızı, bir genç fidana okutmamalı. Eli kalem tutan, seçim yapan.

    Bak okuttuk ne oldu, kayboldu Salih Adem gibiler, fezaya gitmekten vazgeçtiler de, kalbi mi kaldı sanki elinde.

    Bu bizim kaybedenler kulübümüz.. Yeraltı edebiyatının bizimcesi..

    İyiki varsınız sevgili Hazar.. bütün potansiyellerinin farkında olup, bir çeşit onları kenara itip, kalpte kalp diyen biri olarak, zaten istesekte dalamayız aklın zirvelerine..

    Acı veriyor başkasının dilinden dinlemek, kendi gözlerinle keşfetmek varken, varsın onlar orada kalsın.. Marsa giden insan yoldayken bize ne.. Biz burada kalbimizin o sinmiş, dinmiş halinde olalım..

    Olan olmuş.. Geçti bu milletin de son umudu bu baharı…

    Yok saymakta bir seçimdir… Yaşayım gidelim böyle.. Kalp üzerine satırlar türküler, nazımlar nesirler..

    Hey gidi günler…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin