NECİP F. BAHADIR | YORUM
1999’daki Marmara ile ‘deprem gerçeği’ ülkenin gündemine bir daha çıkmamak üzere girdi. Fay hatlarının üstünde oturan Anadolu yüzyıllar boyunca depremlerle sarsıldı. Erzincan’dan Van’a, hatta İstanbul’a kadar kaç şehir yıkıldı. Ve tekrar kuruldu. Bu acı gerçeğe rağmen deprem gerçeğine göre ne binaları ne de hayatlarımızı inşa edebildik.
Türkiye her depreme hazırlıksız yakalandı. Devlet, sivil toplum ve bireyler yaşamlarını, meskenlerini depreme göre yapılandırmadı. “Bize bir şey olmaz veya bizim bina sağlamdır!” mantığının bedeli her defasında çok pahalı ödendi. Bize çok şeyler oldu. Şehirler enkaza döndü, canlar gitti, hayatlar söndü, geride kalanlar karanlığa gömüldü.
Bu ülkenin gözlerindeki nem hiç kurumadı.
Peki sorumlusu kim? Çürük binaları dikenler mi yoksa ruhsat verenler mi? Birey olarak vatandaşın hiç mi suçu yok? Olup bitene göz yuman veya seyreden yerel ve genel yönetimlere, kamuya kim hesap soracak? Yüzleşme ve hesaplaşmanın tek aracı yargı mıdır? Siyasetin sorumluluğu yok mudur?
Gelin, 11 şehri yerle bir eden 6 Şubat felaketinin seneyi devriyesinde bu can sıkıcı sorulara cevap arayalım. Sorumluluk kavramının içeriği ve kapsamı çok geniş. Denebilir ki hiç kimse masum değil, herkes bir parça suçlu. Vebalden herkese düşen bir payın olduğu aşikar. Kimine az kimine çok. Aslan payı ise yerel ve genel yöneticilerde…
Tek suçlu Veli Göçer miydi?
Marmara depreminde yargı yoluyla yöneticilere hesap sorulamadı. Bütün suç birkaç müteahhidin üzerine yıkıldı. Müteahhit Veli Göçer yıkıldı, göçtü gitti. Kamudan ne istifa eden ne de görevden uzaklaştırılan yöneticiye rastlandı. Oysa bir sonraki depreme hazırlığın başlayacağı nokta burasıydı. Eğer Marmara’da sorumlulardan hesap sorulabilseydi, 6 Şubat felaketi bu kadar yıkıcı ve ağır yaşanmazdı.
Marmara depreminde halk siyaseten hesap sordu. Dönemin iktidarını sandıkta cezalandırdı. Sorumluluğu olan bütün partileri Meclis’in dışına itti. DSP, ANAP gibi partilerin sonu oldu. MHP ise düştüğü yerden kalktı ve tekrar iktidarın bir parçası oldu. AK Parti son seçimde DSP’yi de Meclis’e taşıdı. İki büyük depreme yakalanan tek parti MHP. Bu parti ile deprem arasında ilişki kurulsa yeridir. Deprem konutlarının yapımından sorumlu bakanlık MHP’deydi. Bakanın çok başı ağrıdı.
6 Şubat felaketinde durum biraz farklı. İlk andan itibaren deprem bütün yönleriyle siyasetin konusuydu. İktidar ve muhalefet partilerinin liderleri deprem bölgesine akın etti. Muhalefet müteahhit ve yerel yöneticilerden hesap sorulmasını isteyerek ‘geçmişe’ odaklandı, ‘şimdi’yi eleştirdi, kurtarma ekiplerinin yetersizliğinden dem vurdu, iktidar ise ‘Bir yıl içinde şehirleri yeniden inşa edeceğiz’ diyerek vaatlerini sıraladı ve haliyle ‘geleceğe’ yatırım yaptı. Kızılay, AFAD ve devletin bütün unsurları döküldü. Asker üç gün sonra olay yerinde intikal etti. Birkaç gün bölgeye ‘kaos’ hakimdi.
Deprem cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin hemen öncesinde yaşandı. Seçimlerin ertelenmesi bile gündeme geldi. Ancak iktidar bloku ertelemeye sıcak bakmadı. Ülke seçimlere depremin gölgesinde gitti. Geçici seçim merkezleri kuruldu. Enkaz üzerinde mitingler yapıldı. Depremzedeler oylarını çadırlarda kullandı. Türkiye en ilginç seçime sahne oldu.
6 Şubat’ta siyasi sorumlular hesap verdi mi?
Marmara’da olduğu gibi yerel ve genel hiçbir yönetici istifa etmedi. Sorumluluk bütünüyle müteahhitlerin omuzlarına yüklendi. Bir kısmı açılan soruşturma sonucu tutuklandı… Çok geçmeden hepsi tahliye oldu. Bugün içeride müteahhidin kaldığını sanmıyorum. Belki birkaç sembolik isim. Yargı soruşturmaları derinleştiremedi. Soruşturmalar yukarılara uzanamadı. Hiçbir yöneticiden hesap sorulmadı. Hatta iki şehrin belediye başkanı tekrar aday oldu. Hatay’dan Lütfü Savaş ve Gaziantep’ten Fatma Şahin.
Peki siyasi sorumlular hesap verdi mi? Ülkede, iktidardaki siyasetçiye hesap soracak yargı sisteminin olmadığı ortada. Halk sandıkta çürük binaların yapımına göz yuman ve on binlerce hayatın göçüp gitmesinden sorumlu yerel ve genel yönetimlerden kısaca kamudan hesap sorabildi mi? Yani yargının yapamadığını halk sandıkta gerçekleştirebildi mi?
Bu sorunun cevabı; ‘Hayır!’
Neden? Yakınlarını yitiren, binaları enkaz yığınına dönen, hayatları kararan vatandaşlar, tüm yaşanan bu felaketlerde aslan payına sahip siyasete, devleti yöneten iktidara niçin hesap sormadı? Siyasi iktidarın yeni binalar, villa tipi evler vaadi mi engelledi? Geleceğe yatırım, geçmişin bütün günahlarını örttü mü? Geçmişte yaptıkları yıkılsa da ‘Yapsa yapsa yine AK Parti yapar’ inancı mı etkili oldu? Yaptığı yıkılan sağlam bina yapabilir mi? Yaptıkları yapacaklarının teminatı değil mi?
Bu zor mesele sadece siyasi yönden değil, sosyolojik, psikolojik hatta dini açıdan incelenmeli ve araştırılmalı.
AK Parti, deprem bölgesinde ortalama yüzde 61,5 oy aldı!
AK Parti 28 Mayıs’taki ikinci tur seçimlerinde deprem bölgesinde 11 şehirde ortalama yüzde 61,5 oy aldı. 14 Mayıs’ta ise bu oran yüzde 57 civarındaydı! Son 20 yılın bütün sorumluluğu ve vebali omuzlarında olan bir partiye halk neden bu kadar yüksek oranda oy verdi? Amacım halkı suçlamak ve itham etmek değil, anlamaya çalışmak… Normal bir hal değil bu. Dünyanın hangi ülkesinde yaşanırsa yaşansın bu kadar büyük felaketin mutlaka siyasi bedeli olur. Hiçbir iktidar yerinde kalamaz. Hiçbir lider koltuğuna koruyamaz.
Kabul etmek lazım ki AK Parti’nin diğerlerine benzemeyen bir karakteri ve kendine özgü seçmeni var. Mesele sadece depremle sınırlı değil tüm olumsuzluklarını sineye çeken bir kitlesi var. ‘AKperest’ diye nitelenen çekirdek tabanını kastetmiyorum. ‘AK Parti’nin mümini’ ve ‘partiden geçinenler’ iktidarı tek başına ayakta tutamaz. Yüzde 30’lara yaklaşan AK Parti’nin oturduğu zemin ve temeli bu.
Belli ki bu oran deprem bölgesinde daha mı yüksek. O yüzden AK Parti diğer partilere hiç benzemiyor. Seçmeni başarı veya başarısızlıkla ilgili değil. Özellikle Erdoğan bir siyasi liderden çok öte anlamları bünyesinde barındırıyor. Havuç ve sopa politikası elbette avantaj. Bütün bunlar meseleyi bir noktaya kadar izah ediyor. O yerden sonrası ise soru işareti.
Deprem felaketinin boyutları ne kadar büyük olursa olsun iktidara vücut veren kitlenin AK Parti’ye imanlarında bir zayıflama yaşanmadı. Enkaz yığınları arasında oy kullanan seçmen partisinden vazgeçmedi. Ama günü kurtarma, ama gelecek düşüncesiyle oylarını mümini oldukları Erdoğan’ın AK Parti’sine verdi.
6 Şubat’ın yargı ve sandık hesabı kapanmadı. Toplum ne kadar farkında bilmiyorum ama cezasızlığın yıkıcı sonuçları olur. Eğer sorumlularla hesaplaşılabilseydi, hiç değilse bundan sonrası için en azından ibret ve dersten söz edilebilirdi.
Marmara, 6 Şubat’ı doğurdu. Bakalım 6 Şubat nelere gebe?
Bugünlerde sık tekrarlanan ‘Unutmadık, unutturmayacağız’ sloganının hiçbir gerçekçi tarafı yok. Bu duruşu küçümsemiyorum ama sonuç vermekten çok uzak. Tablo ortada. Unutturmamak hesap sormak demektir. Sorulabildi mi? Bırakın iktidarı ana muhalefet partisi depremin en çok yıktığı Hatay’da tepkilere ve itirazlara rağmen aynı ismi aday gösterdi. Sloganlar güzel ama gerçekler iç karartıcı.
6 Şubat’la ne hesaplaşabildi ne de yüzleşebildi.
Erdoğan’ın birkaç gün önce söylediği şu söz tarihin ser levhasına asılmalı: “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı.”
Sadece Hatay değil bütün şehirler, koca ülke ‘garip ve mahzun’… Anadolu gariplerin ve mahzunların coğrafyası… O yüzden garipliklerin sonu gelmiyor…