Mallarına el konulma kararı çıkan Can Dündar’dan mektup: Zulüm bitmedi!

Hakkında açılan MİT Tırları’nın durdurulması davasının yeniden görülme celsesinde, ’15 gün içinde Türkiye’ye dönmemesi halinde mallarına el konulma’ kararı verilen gazeteci Can Dündar, Hasan Cemal’e mektup yazdı.

Dündar mektubunda, ‘Zulüm bitmedi’ dedi. Dündar, şu ana kadar yaşanan süreci özetlediği mektubunu, “Bitmedi. Önümüzdeki Şubat ayında yapılacak duruşma apar topar öne alınıp dört dakikalık bir celsede mallara el koyma kararı çıktı. Hakkımda hiçbir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen, devlet 40 yılın birikimini gasp etmeye hazırlanıyor şimdi… El koymaya hazırlandıkları evler arasında, rahmetli babamdan kalan, annemin halen yalnız başına oturduğu ev de var. Bitmedi(k).” diye bitirdi.

Aslında iktidarın gazetecileri susturmak ve zor durumda bırakmak için uyguladığı mal varlığına el koyma yönetimi 15 Temmuz sonrası artmıştı. Aralık 2016’da ‘sözde fetö’ iddiasıyla tutuklanan 54 gazetecinin mal varlıklarına el koyulması oy birliği ile İstanbul 11. Sulh Ceza Hakimliği tarafından kabul edilmişti. Mal varlıklarına el konulan 54 gazeteci arasında; Erkam Tufan Aytav, Veysel Ayhan, Süleyman Sargın, Şahin Alpay, Sevgi Akarçeşme, Mümtazer Türköne, Mustafa Ünal, Ekrem Dumanlı, Bülent Korucu, Bülent Keneş, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Abdülhamit Bilici gibi isimler vardı.

Dündar’ın mektubunu Hasan Cemal ise T24’deki köşesine taşıdı. Cemal’in 20 Eylül 2020 tarihli köşe yazısında paylaştığı Dündar’ın mektubu şöyle;

Bitmedi

Bir gün bir haber yazdım ve hayatım değişti.
Haber yalan değildi, yanlış değildi, abartılı değildi. Çarpıtılmış değildi. Düpedüz gerçekti.
Hükümet yalanlayamadı, yasakladı.

Haber basıldığı gün siteden erişime yasak kondu ve acilen soruşturma açıldı.
Ertesi gün dönemin Başbakanı ekrana çıkıp “Bu haberi yazan kişi bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” diyebildi.
O kişi bendim ve o günden beri bedelini ağır ödüyorum.
Önce savcılık hakkımda iki kez ağırlaştırılmış hapis cezası istedi. Bu, eski yasada idam cezasına denkti.

Doğru bir haber için, habercinin asılmasını istemek… Bunu da görmek varmış demek… Gördük.
Bitmedi.
Suçlamalar yağdı:
Terör örgütüne yardım yataklık, başka bir ülke menfaatine casusluk, hükümeti devirmeye çalışmak, devlet sırrını ele vermek, gizli belge yayınlamak…
Yargılama başlamadan tutuklandık, Silivri’ye yollandık.
3 ay sonra Anayasa Mahkemesi, tutukluluğumuzun hukuksuz olduğuna karar verdi. Salıverildik.

Ama bitmedi. Dönemin başbakanı, kararı tanımayacağını, uymayacağını söyledi. “Bu iş daha bitmedi” dedi.
Bir başbakanın bir üst mahkeme kararına uymayacağını açıklaması… Bunu da gördük.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararıyla mahkemeye ikinci bir heyet görevlendirildi. Cumhuriyet Başsavcısı, ilk celseye 2 gün kala duruşma savcısını değiştirdi.

Bitmedi.
Yargılama sürecinde yandaş basının türlü çeşit yalanıyla üstümüze geldiler. Hayatımda karşılaşmadığım ve devleti ele geçiriyor diye eleştirdiğim Fetullah Gülen’le yan yana fotoğraflarımızı montajlayıp servis ettiler. Ev için çok ağır koşullarla aldığımız banka kredisinin bedavaya verildiğini iddia ettiler. Banka belgeyle yalanladı; kullanmadılar. Borcumuzu ödeyebilmek için evimizi sattık; evi haberin yayınlanmasına karşılık örgütün aldığı yalanını attılar. Evi alanları tutuklattılar. O iddia da fos çıktı; insanlar hapis yattığıyla kaldı.

Bitmedi.
Karar günü Adliye önünde bir mafya çetesine yakın bir tetikçi tarafından kurşunlandım; eşimin cesareti sayesinde canımı kurtardım.
Mahkeme ne casusluğa, ne örgüt bağlantısına dair kanıt bulabildi; bunun üzerine daha önce yayınlanmış, Meclis’te tartışılmış, bütün dünyaya yayılmış habere “devlet sırrını ifşa”dan ceza verdi.
5 yıl 10 ay hapis cezası aldım. Temyize gittik. O sıra yargıya hâlâ güvenimi tam kaybetmemiştim. O yüzden Yargıtay’ın kararını beklerken defalarda yurt dışına çıkıp döndüm.

Ancak iki gelişme kararımı değiştirmeme yol açtı: Bana kurşun sıkan adam, herkesin gözü önünde işlediği suçu kasten işlediğini itiraf ettiği halde birkaç ay hapiste tutulduktan sonra salıverildi. Üstelik yurt dışına çıkış yasağı bile konmadı.
Ardından 15 Temmuz oldu. Darbe girişiminde yurt dışında tatildeydim. Hemen bizim tahliye kararına imza atan Anayasa Mahkemesi hâkimleri tutuklandı. Hâlâ hapisteler. Erdoğan onların yerine yüksek mahkemeye kendi danışmanını atadı. Yargının ipleri artık tamamen yürütmenin eline geçmişti.

Ne can güvenliği, ne hukuk rejimi kalınca hem ailem hem avukatlarım bir süre dönmeyip beklememi tavsiye ettiler. Böylece sürgün dönemim başladı. Cumhuriyet gazetesi Yayın yönetmenliğini üzülerek bıraktım.

Bitmedi.
Gazeteye operasyon yapıldı. Bütün çalışma arkadaşlarımınkiyle birlikte bizim evimiz de basıldı. Arama yapan polis, cep telefonuma el koydu. Orada bulduğu fotoğrafları, basına sızdırarak aleyhte algı yaratmaya çalıştı. Belgesellerimin gösterimi, kitaplarımın satışı yasaklandı. Yurt dışında kurduğum internet sitesine yayına girmeden ulaşım engeli getirildi. İçinde makalem olan ders kitapları imha edildi.

Bitmedi.
Hükümet, hakkımda yakalama kararı çıkarttı. Kırmızı bülten çıkarılması için Interpol’e başvurdu. Cumhurbaşkanı, Almanya ziyaretindeki basın toplantısında, kesinleşmiş yargı kararı yokken, dava sürerken “casus” olduğumu iddia etti.

Bitmedi.
Yeni davalar yağmaya başladı:
Cumhuriyet Gazetesi davası, Özgür Gündem’le dayanışma davası, Gezi Davası, 17-25 Aralık yazı dizisi davası ile hakkımda açılan dava sayısı 11’i buldu.
O arada Yargıtay, mahkemenin kararını aleyhime bozdu. “Bu ceza yetmez. Casusluktan yeniden yargılayın” dedi. Casusluğa kanıt olarak gösterdikleri şey, Birleşmiş Milletler’deki Suriye Büyükelçisi’nin haber çıktıktan bir hafta sonra yaptığı şikâyet mektubuydu.

Niyet anlaşıldı:
Hükümet bizi ya mezarda, ya hapiste çürütmek istiyordu.
Yeni davalar da yetmedi; zulüm bitmedi.
Bu kez de eşimi rehin aldılar. Yanıma gelmek üzere havaalanına gittiğinde pasaportuna el kondu, yurt dışına çıkışı yasaklandı. Hiçbir gerekçe göstermediler; çünkü hiçbir suçu yoktu; benimle evli olmak dışında…
Bu yasak yüzünden 3,5 yıl ayrı kaldık.
Artık gelirimiz yoktu. Aldığımız evin borcunu ödeyemez hale geldik. Borcu kapatabilmek için Bodrum’daki yazlığımızı satmak istedik. Tapu Müdürü hiçbir gerekçe gösteremeden satışa izin vermedi. “Nereye şikâyet ederseniz edin” dedi.Sonunda eşim, yaşlı anne babasını bırakıp illegal yoldan ülkesini, evini terk etmek zorunda kaldı.

Ama bitmedi.
Bu kez de Bodrum’daki yazlık evimize dadandılar. Çalılık bir araziyi ormandan ağaç keserek açtığımızı öne sürdüler. Öyle olmadığını kanıtladık. Bu kez de balkonu camla çevirdiğimiz için ceza yedik, yıkım kararı geldi. Evin üzerinde kamera uçurdular, eve kameraman soktular, ceza yağdırdılar.

Bitmedi.
Önümüzdeki Şubat ayında yapılacak duruşma apar topar öne alınıp dört dakikalık bir celsede mallara el koyma kararı çıktı. Hakkımda hiçbir mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen, devlet 40 yılın birikimini gasp etmeye hazırlanıyor şimdi… El koymaya hazırlandıkları evler arasında, rahmetli babamdan kalan, annemin halen yalnız başına oturduğu ev de var.
Bitmedi(k).

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin