Maklube tepsisi…

BÜLENT KORUCU | YORUM

‘Terör örgütü’ suçlamasına delil olarak gazetelerde fotografım yayınlanınca çok utandım. Utanması gereken ben değildim biliyorum ama üzerimde bir parça salata, bir avuç pirinç pilavı ve yoğurt artığıyla binlerce kişinin önüne çıkmak istemezdim. Polis, alışveriş yapanlara teknik ve fiziki takip yapmış ve yarım düzine insan suçüstü yakalandı. Kendi aralarında “İyi ki maklubeyi bitirmiştik!” diye şakalaştıklarını duydum. Ben bir muklube tepsisiyim, bir ‘terör’ faaliyetinin delili nasıl olabilirim!

9 yıldır fazla mesaideyim, hatta köle gibi çalıştırılıyorum desem yeridir. Her gün mahkemelerden binlerce talep geliyor ve orada adı geçenlerin kayıtlarını çıkarıp mahkemelere gönderiyorum. Taramasını yaptıklarımın sayısı 3 milyonu geçti. Kaydı olanlar ‘terör örgütü mensubiyetinden’ ceza alıyor. “Ya manyak mısınız, hangi terör örgütü mensuplarına sosyal güvence sağlayıp devlette kayıt yaptırıyor!” demek istiyorum, lakin diyemiyorum. Ben emir kuluyum, SSK bilgisayarıyım. Matematik kitaplarını ‘F noktasından G noktasına giden çizgi’ ifadesi yüzünden yakan zihniyet bana ne yapmaz!

Tam donanımlı, ağır silahlı polisler evi bastığında beni önce bulamadılar. Ev sahibi bu cadı avında başımıza iş açılmasın düşüncesiyle her şeyi yakmıştı. Ama annesi bir rafa örtü olarak beni kullanmış aylar önce. Bir polis, “Buldum!” diye bağırıp hınçla çekince parçalayacak sandım. Meğer suç deliliymişim! Üzerimde fotoğrafı olan Başbakana darbe yaparken beni kullanmışlarmış güya… Öyle söylediler, iddianamelerde de adım ve fotoğrafım yayınlandı. Bu kadar önemsendiğime sevinmeli miyim bilmiyorum; en azından yakılmadığıma şükrediyorum.

Ben basit bir kumandayım, açma, kapama ve kanal değiştirmeye yararım; birilerinin hayatını değiştireceğime hiç ihtimal vermezdim. Eminim sahiplerim de böyle olacağını düşünmemişti. Eve ilk geldiğimde en çok çocuklar sevinmişti. Kayu mu ne izleyeceklermiş. Sonra bir gün çocukların ağladığını duydum, babaları telefonda biriyle tartışıyordu; “Benim hangi kanalı izleyeceğime siz ne karışırsınız, savcı ne karışır. Çocuklarım Kayu’ya bakamayacaksa size niye para ödeyeyim.” diyordu. O günden sonra çocuklar bir daha eline almadı. Polis bulup delil torbasına koyana kadar haftalarca çekmecede bekledim. Ben de Digitürk kumandasıyım.

Ev sahibim yakmaya kıyamamış, çöpe atmış. Zehir hafiyeler, yememiş içmemişler, beni orman içinde bir çöplükte buldular. Parmak izinden sahiplerime ulaştılar. Karakolda 18 kardeşimle birlikte bir masanın üstüne dizip fotoğrafladılar. Bizden önce masada bir kaç torba uyuşturucu vardı. Bizden sonra da sırada el bombaları ve uzun namlulu silahlar bekliyordu. “Bunların arasında ne işimiz var.” diye kardeşlerimle birbirimize baktık sorgulayan ürkek gözlerle. Ben hadis ansiklopedisiyim, Kütübü Sitte orijinal adım. Yayınevimden dolayı ‘terörle iltisaklı’ hale geliyormuşum. Kapağımda ‘Zaman Gazetesi’ yazmasa bir şey olmazmış.

Çerçeveletilip en görünür duvara asılmıştım. Mekanda benden daha havalısı yoktu. İsmi yazan kişinin yurtdışında iyi bir üniversitede doktora yaptığını haber veriyordum. Sayemde epey övgü almıştı, birgün aleyhine kullanılacağını nereden bilsin garibim. Sonra Rıfkı mıdır nedir bir aklıevvel, ‘takometre’ mi ‘Fetömetre’ mi nedir bir icat çıkardı. İyi dil bilmek, itibarlı üniversitelerde okumak ancak teröristlerin başarabilecekleri bir şeymiş. Adamcağızı alıp götürdüler, yıllar sonra geldiğinde beni kimsenin görmeyeceği yerlere sakladı. Şimdi pazarda limon satıyor ve kimseye benden bahsetmiyor.

Sallaya sallaya amirine götüren polise derdimi bir türlü anlatamadım; Maliye Bakanlığı’nın armasını, bakanın imzasını filan gösterdim ama ‘Nuh’ diyor peygamber demiyordu. En son çalıştığım kurumun açılış resimlerini önüne koydum. “Üç başbakan iki cumhurbaşkanı çıktı bu resimden!” diye gururlandım… Nafile… Cebinden çıktığım adam suikast silahı yakalatsa bu kadar zor durumda kalmazdı. “Devletin izniyle açılmış bankaya para yatırmak nasıl suç olabilir, hem de terör suçu!” diye çok söyledi onu da dinlemediler.

NASA’da çalışan bir mühendis köyüne tatile gelmişti. Onun cüzdanından, diğer kağıt paraların arasından seçilip alındığımda değersizliğimden zannettim. 100 dolarların yanında 1 doların sözümü olur ki! Hırsız neden onları değil beni aldı bir türlü çözemedim. Meğer hırsız değil polismiş. Serkan ve avukatları, ABD’de yaşayan herkesin cebine girdiğimi, alışverişlerde para üstü olarak dağıtıldığımı, dünyada 12,7 milyar tane benden bulunduğunu söyleyerek savunma yaptı. İşe yaradı mı derseniz, hayır. Üç yıldan fazla cezaevinde kaldı. Devletlerarası krize dönüşünce salıverip ABD’ye göndermek zorunda kaldılar. Geçenlerde parasını dövize çevirmek için bankaya giden adama, vezneci 3 tane de 1 dolar verince panikledi: ‘Başımı belaya mı sokmak istiyorsun’ dedi ve arkasına bakmadan kaçtı.

Şimdi hepimiz adli emanette ülkenin düzelmesini, normalleşmesini bekliyoruz. Ama gelen haberler hiç iç açıçı değil. ‘Gezicileri’ toplamaya başlamışlar. Onlar, “Valla billa biz Fetöcü değiliz, hatta onların düşmanıyız!” ifadeleriyle kurtulacaklarını sanıyormuş. Acı acı güldük; kurdun suyu bir kez daha bulanmıştı anlaşılan. Kural hiç değişmiyor, susarsan sıra sana geliyor…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin