YORUM | SALİH HOŞOĞLU
Son yıllarda ne kadar çok olumsuzluk yaşadık, değil mi? Aslında yüzyıllardır toptan bir yenilgi, geri çekilme, yakınları, dostları, toprakları ve umutları kaybetme hali yaşıyoruz. Yaygın deyimle “dost vefasız, düşman kavi, talih zebun” deyip sinemizi dövüyoruz. Burada en önemli şey olan özneyi, yani gerçek sorumlu olan kendimizi, bizi, bizi yönetenleri, sanki bu yıkımda bizim/onların hiç kusuru yokmuş gibi, zikretmiyoruz ya neyse. Ve bu psikoloji ile her kim ki bize iyilik vaad ederse hemen ona inanmak ve bağlanmak istiyoruz. Bunca zamandır hep birileri bize büyük umutlar vaad etti ve sonra tam tersini yaptı, yahut hiçbir şey yapmadı. Daha da dar dairede bakarsak, on yıldan beri her türlü zulme maruz kalan bizler, en azından bazılarımız, bu zulme destek hatta ortak olan bazılarından, bir kısım siyaset esnafından, “bir umut” diye iyilik gelebileceğini bile zannettik. Öyle ki, bazılarımız Türkiye’deki son seçimlerin bir şeyleri değiştirebileceğini zannettiler, en azından umdular. Heyhat ki ne heyhat!
Halk arasında yaygın bazı deyimler gerçekten ciddi irfan ve derinlik taşırlar. Bugün yaşadığımız durumu anlatan çok hoş bir deyimi bu vesile ile hatırladım. Bununla ilgili bir hatıram da var. Asistanlık döneminde bir meslektaşımla dostluğumu ilerletmeye ve onu kendi arkadaş çevreme almaya çalışıyordum. Fakat muhatabım nedense inanılmaz künt ve duyarsız davranıyordu ve hiç ilerleme sağlayamıyordum. Buna karşılık başka bir meslektaşımız bana çok daha yakın davrandığı halde ona pek ilgi göstermiyordum. Bu durumu uzun zamandır takip eden dışardan bir arkadaşım beni hayatım boyunca hiç unutmayacağım bir deyimle uyardı: “Ispanaktan yağ çıkmaz, buna harcadığın zamana yazık, bu arkadaşla boşuna uğraşma. Bak şu diğer arkadaş seninle dostluğu ilerletmek istiyor, ama sen ona hiç zaman ayırmıyorsun, oysa o çok kaliteli biri, onu kazanmaya niye çalışmıyorsun?” dedi. Bu uyarı üzerine düşündüm ve o arkadaşa hak verdim. Sonraki yıllarda benim o kadar ilgi gösterdiğim arkadaş, ki şu an adını bile hatırlamıyorum, tam bir vefasızlık örneği oldu, oysa diğeri ile çok köklü bir dostluk ve birliktelik geliştirdik. O arkadaşa bu yerinde uyarısı için çok minnettar oldum. Şimdi muhalif diye ortaya çıkan ve zalimlerle aynı dili kullanan bir kısım kişiler için bu söz ne kadar doğru değil mi? Biz zavallı mağdurlar ıspanaktan yağ çıksın diye çırpınıp duruyoruz.
Şimdi gelelim bu seçim sonuçlarının bizce değerlendirilmesine. Bazı dostlarımız, hatta yazar çizer arkadaşlar, tabii ki çok defa mealen, diyorlar ki “cahil ve fakir halkımız kandırılıyor, oyunu gene aynı partiye veriyor, bunu da dindarlığından dolayı yapıyor”. Acaba halkın önemli bir kısmı, özellikle dindar kitle niye yönünü değiştirmedi, yahut istenen yoğunlukta değiştirmedi? “Cahil halk, dinle, milliyetçilikle kandırılıyor” söylemi kolay ve çabuk alıcı buluyor ama kazın ayağı öyle mi? Bu tanıma uyan belli bir yüzde vardır, ama esas belirleyici olan başka faktörler var. Bir defa muhalefete niçin oy verilmeli sorusuna bizim cevabımızla halkın cevabı aynı değil. Şimdilerde bu muhalefet, daha önce iktidara oy veren ve şu anda bundan mutsuz olan kitlenin oyunu almak için ne gerekçe sunabiliyor? Kocaman bir hiç! Dürüst olalım, ben şahsen “mevcut iktidarın kaybetmesi sonucunda organize olmuş kötülük düzenin bozulması ihtimali” dışında bu muhalefete oy vermek için bir gerekçe göremiyorum. Muhalif diye ortada dolaşanların hepsi iktidarla aynı nefret dilini kullanan, epeycesi de masum insanlara az zulüm yapıldığından dert yanan, güvenilmez, yanar döner insanlar. Yani şaşkın seçmen için ortada güven veren bir muhalif söylem yok, iktidarın kötü taklidi olan bir yapı var.
Bizim ihtiyacımız olan kerameti kendinden menkul uçuk söylemler midir? Lütfen bu muhalefetteki partilere, özellikle ittifaktaki altı partiye biraz yakından bakalım. Halk cahil olabilir ama bu hiçbir şeyden anlamadıkları anlamına gelmiyor. On yıldır ülkede hukuk ve insanlık her gün katlediliyor ve bunlar hala ağızlarını açıp konuşmaya başlarken mağdur ve mazlumlara hakaretle söze başlıyorlar. Kimse bana “şartlar bunu gerektiriyor, bir kısım hassasiyetler var” filan demesin. Bu kirli işlere ortak olanların bir kısmı zaten “majestelerinin muhalefeti” olarak çalışıyor, diğer kifayetsiz, kirli ve korkak taife ise iktidarın hukuksuzluklarını genişletme ve kabullendirme misyonunu üstlenmiş bulunuyor. Şayet az insafla, cesaretle ve ferasetle muhalefet etseler ülkenin üzerine çöken bu karabasanı ciddi şekilde hafifletebilirlerdi. “Evrensel hukukun ve insanlığın temel değerleri neyse ona tabi olacağız” demek çok mu zor Allah aşkına? İktidarın her icraatını sorguladığımız gibi muhalefetin her işini ve sözünü de sorgulamak zorundayız. Seçim öncesi binlerce sayfa olduğu söylenen mutabakat metinlerinin nasıl boş laf salatası olduğunu da finaldeki pazarlıklarında gördük. Bir örnek olarak, Türkiye’deki mülteciler sorununa yaklaşımlarına irdelersek ne kadar ayakları yere basmayan iddialarla ortaya çıktıklarını daha iyi anlarız. Cahil dediğimiz halk da bu kadar çelişik iddialardaki kişilere güvenemeyecektir.
İddialarına göre Türkiye’ye sığınmış sekiz milyon yabancıyı iktidar olurlarsa hemen ülkelerine geri göndereceklermiş. Bu o kadar boş ve asılsız bir çıkış ki, buna kargalar bile güler. Varsayalım iktidar oldunuz ve bu kişileri ayrım yapmadan, palas pandıras geri göndermeye kalktınız, çıkacak kargaşayı tahmin edebiliyor musunuz? Ana muhalefet liderinin bu çıkışı üzerine seçimde muhalefeti destekleyen bütün Batı ülkelerinin kamuoyları şok oldu, adeta küçük dillerini yuttular ve bir şey demekte zorlandılar. Finansal krizden çıkmak için muhtaç olduğunuz yabancı sermaye ülkenize bu şartlarda gelir miydi? Yahut siz bu işe girişince dünya size ne derdi? On yıldan fazladır Türkiye’de yaşayan, epeycesi burada doğmuş Suriyelileri oraya, Esed’in insafına göndereceksiniz, bunun için herhalde önce Suriye ile anlaşmanız lazım gelir değil mi? Kaldı ki bu sığınmacıların bir kısmına zaten vatandaşlık vermişsiniz, bir kısmına uzun süreli oturum vermişsiniz. “Hepsini kafama göre iptal ederim, geri gönderirim” diyorsanız bu daha vahim bir yaklaşımın göstergesi olur. Yani sokaktaki adamı bu yaklaşım ikna edemedi, ona güven vermedi. Demem o ki, seçimle ortaya çıkan bu tablo çok sayıda farklı faktörün bileşimi ile oluştu ama belki de en önemli faktör güven veren muhafazakar bir alternatifin çık(a)maması, çıkarılmamasıdır. Bir kısım dostlarımızın cahil diye hor gördüğü eğitimsiz insanlar muhalefetin bu söylemlerine bakıp “yahu bunların dünyadan haberi yok, yapamayacakları işleri söylüyor, tutamayacakları vaatleri yapıyorlar, bir de bu dediklerini yapmaya kalkarlarsa ülkeyi daha büyük sıkıntılara sokarlar” deyip oy vermekten vazgeçtiler. İktidardakilerin kabadayı tavırlarla giriştikleri işlere bakıp halkın bu tavırlara tav olduğunu düşündükleri için midir acaba böyle bir yola girdiler diye düşünmeden edemiyorum.
Neticede benim arkadaşımın dediği gibi maalesef ıspanaktan yağ çıkmıyor. Muhalefete soyunan muhafazakarların küçük küçük çok sayıda partileri var. Hukuksuzlukları bitirme konusunda pek bir şey söylemeseler de diğer birçok konuda aynı şeyleri söylüyorlar. Ama aynı çatı altında siyaset yapamıyorlar. Neden? Madem ülke büyük bir sıkıntı içinde bu beylerin illa da baş olmakta diretmesini nasıl yorumlayacağız? İşte o eğitimsiz, patatese, soğana muhtaç diye hor görülen insanlar bu kişilerin çelişkilerini, ikircikli hallerini, hakkı teslim edemeyişlerini,korkaklıklarını, bunların bir kısmının geçmişteki Ali kıran baş kesen tavırlarını elbette görüyor ve halk tabiriyle “bunlardan bir cacık olmaz” diyerek ya sandığa gitmiyorlar yahut da eski tercihinde direniyorlar. Artık siyasete bel bağlamanın ne kadar sakat bir yaklaşım olduğunun gün gibi tebeyyün ettiği şu günlerde asli işlerimize yoğunlaşma en ala siyaset olsa gerektir.
El birligiyle bitirdiler ülkeyi, simdi de isin icinden çıkamıyor çakallar sürüsü…
Aslında muhalefetsizlik iyi oldu. Siyasal islam perdesi kalktığında yani yara açıldığında çok pis kokacak ama sonuçta yara iyi kötü temizlenecek ve Türkiyede yepyeni gerçekçi partilerin önü açılacak. İyi oldu. Kendi tabanına bile deşifre oldu. Az kafası çalışanlar sorguluyorlar. Çalışmayanlar kaybettik bir daha ki sefere diyorlar. Yani islamcılık, tarikat, cemaatten temizlendikten sonra zaten muhalefetin laik söylemi de etkisini kaybedecek. Başka da anlatacak hikayeleri olmadığını gördük. Belki kursta bir çocuk tacize uğrarsa alayı anlatacak bir konu bulabilirler. Yani kendilerini örnek kimlik gibi pazarlayabilirler, 1 taciz üzerinden. Başka hikayeleri yok. Bir de tank palet, 3600 ek gösterge, ötv indirimi hikayeleri var. Birde meczup Atatürk heykeline taş atsa hepsi birden ne kadar haklı kimlik olduklarını gösterme fırsatı bulurlar. Mesele kimlik sorunudur. Bu sorunu bir tek hizmet hareketi başarmıştır ve Türkiyeyi dünya ile buluşturabilir. Kemalistler hem sol gözüküyor hem milliyetçi. Ne oldukları belli değil. Anlattıkları hikaye yok. Dünyaya hatta sadece Batıya bile kendilerini anlatamıyorlar. Uzun vadeli düşünmek lazım. Kimliği olmayan yada başkalarına dayanarak yaşayan kimlik sakattır. Varlığını başka kimliklerin kusuru üzerinden yürütmeye çalışır. İrtica tehditi biteceğine göre solcuları, milliyetçileri nasıl laiklik ile kandırsın. Tayyip din üzerinden kandırabiliyor. Seccadeye ayak bastılar diyor kandırıyor. Ama aslında Kemalistler bitti. Ne laiklikten bahsediyor ne irticadan. Akıllarınca ortalığın karışmasını bekliyorlar. Bu sayede tekrar irtica hortladı diyecekler. O yüzden irticaya yol verdiler. O yüzden adam kazandı dediler. İnsanlar dükkandan alışveriş yapmak istiyor, dükkan sahibi kapalıyız, satmıyoruz diyerek insanların Kılıçdaroğluna yönelmesini engelledi, hatta kovdu resmen. Bu ayak oyunları HDP de yaptı. İtiraz etmedi. Zaten Selahaddin bir terslik olduğunu anladı. Yani kendi içlerinde bile birbirlerine düştüler. Mite bağlı tuzakçı ekip ile Selahaddin ve şaşkınlığı. Bir tek salak kemalistler şaşırmadılar olup bitene. Hepsi belasını görecek. İrtica PKK/HDP/KCK ya saldıracak. Laiklik irticaya saldıracak. Laikliğin anlatacak hikayesi kalmayacak ve AKP tabanından yep yeni gündemi okuyan gerçek partiler çıkacak. Belki Turgut Özal gibi.
Basliga bayildim gercekten…