YORUM | HAKAN ZAFER
Siz de arada “sosyal deney” adıyla yayınlanan çoğu bilimsellikten uzak, kurgulanmış videolar izleyip, “yok yok, insanlık ölmemiş” diyor musunuz? Anlık iyi geliyor ama maalesef, bedelini ödeyeceği duruşu sergilemenin zorluğuna delil onca olayın pasını çözmeye yetmiyor.
Millet, eliyle cezalandırabileceği, cezalandırırken kimsenin ses etmeyeceği, hatta yer yer takdir toplayacağı durumlarda devreye giriyor. Binlerce kilometre uzaktaki bir zulme tepki olarak bir meydanda toplaşıp konser veriyor, slogan yükseltiyor ama ülkesini denizden kaçak yollarla terk etmek zorunda bırakılmış, boğularak ölmüş iki bebeğiyle güç bela sahile çıkan öğretmen kadının, derhal tutuklanmasına hiç olmazsa bir “la” notası ses etmiyor. Şehit polis cenazesinde saf tutmaya yarışan, tekbir getiren kimseler, polis panzeri altında can veren çocukların yitip giden hayatına o tekbirin başındaki “la” dan hiç ses vermiyor… “Yoksa sen de mi ondansın?” denilip oklar yöneltilecekse mazluma uzak olmanın türlü çeşitli yolu bulunuyor. Suya, sabuna dokunmayınca eldeki kir her yere bulaştırılıyor.
Bizi, “böyle insanlar kaldı mı?” türünden hayretlere düşüren olaylara yer yer rastlıyor olsak da genel itibariyle ortalığın, erdemli davranacağı yeri seçmek gibi bir seviyesizlikten geçilmediği aşikâr. Cezalandırabilmek, davranış tercihine zorlayan en güçlü belirleyici olarak gözüküyor. Mesela, Urfa’da üç beş kilo fıstık çalan genci cezalandıran vatandaşların güç yetirebilmeleri, hırsızlığa tavır almalarının ilk motivasyonu oluyor. Başı, eliyle cezalandırabilecekse kendince(!) erdemli bulduğu davranışın tercih edildiği; sonu, cezalandıramadığı hırsızlığa saygı duymaya kadar çıkacak bir yol bu. Ceza alacağı, cezalandırılana uzaklığı, cezalandırana yakınlığı gibi ilgili birçok belirleyicisi varken kolayca, “bunlar hep korkudan” deyip geçmek baş ağrıtmaz ama belli ki yapılacak başka izahlar var.
Haber almanın sorunlarını yanına eklersek örnek birkaç olay bulup, üzerinden toplumsal çöküntüyü tam tespit edip tüm boyutlarıyla anlamak mümkün olmayabilir. Doğru, ancak toplumun ses etmediği durumları münferit bir kötülüğün meydana gelmesi görmeyip, kötülüğün işlendiği esnada ve ortamda şuurlu-şuursuz bir araya gelmiş veya sonrasında bilgisi olmuş insan gruplarının kötülüğe duyarsızlaşmasını önemsemek zorundayız. Bu, kınayıp kenara çekilme lüksünü elimizden alır.
*****
“Murdar öldüğüne bakmaz, öd ağacından tabut ister” diye bir atasözü var. Bizimki ona benziyor. Uzun süredir inandırıcılığı sarsılmış hayallerimizdeki efendi adamlara artık tesadüf etmeyişimizden midir nedir, bize efendilik karşısında iki seçenek kalıyor. Ya, misafir odasında yaramaz çocuk haşadına muhafazalı, bayram gezmecilerinden başkasının göremediği ince işçilikli kesme bardak büfesi gibi geçmişte korunaklı bir yerlerde tutacağız ya da “Mahmutpaşa’dan başka yokuş tanımam gayrı” deyip ayna çatlatacağız. Bu ikincisinin sonu genelde pekiyi olmuyor, zavallı Narkissos gibi herkes kendi havuzunun başında tükenip gider hafazanallah.
Geçen bi sohbetinizde “kim demiş hayvanlar cennete girecek diye” şeklinde biraz aşağılayıcı ve sert bir üslüpla Kıtmir vs konusunu küçümsediniz, oysa sizin kıymet verdiğiniz Bediüzzaman hazretleri de bahsediyor bazı hayvanların cennete gireceğinden..
Bazen bazı konularda klasik ilahiyatçı tenkitçilerin üslubunu takınmanız hoş olmuyor.
Sırf Kuran’da açıkça kelime olarak geçmediği için Miracı veya Kabir azabını inkar eden, konuyu kestirip atan, üst perdeden konuşup 1400 yıllık inancı halının altına süpüren münekkid akademisyenler gibi konuşma edası size yakışmıyor.
Bir defasında da “vaazda ağlatan hoca makbuldür” diyerek gülüşmeniz sanki Hocaefendiyi de ti’ye alıyor gibiydi..
Bu hususlara takıldığımı belirtmek istedim, size yazabileceğim bu mecrayı kullanarak..
Sizi sevdiğim için eleştiriyorum, her hafta sohbetinizi dinliyorum, çabanız için teşekkürler.. Çokça istifade ettiğim konular da oluyor tabi ki, Allah razı olsun