Analiz | Göksel İlhan
AKP Hükümeti, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) 25 Eylül’de yapılan referandumu ulusal güvenlik tehdidi olarak kabul ettiğini beyan etti, askeri müdahale de dâhil, seçeneklere hazır olduğunu duyurdu. Bu yönde Irak ve İran ile askeri iş birliğine yönelik adımlar atıldı, Irak askerleri ile sınırda tatbikat başlattı. Hükümet, Irak’ın kuzeyinde yapılan referandumu muhtemel bir harekâtın gerekçesi olarak göstermekte. 5 Haziran 1926 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Irak arasında Türkiye-Irak sınırını kesinleştirmek maksadıyla yapılan Ankara Antlaşması’nın Türkiye’ye Irak’a müdahale etme imkânı verdiği iddia edilmekte. Hükümetin bu günlerde attığı adımlar; uluslararası konjonktürün iyi okunamadığını, Irak’a muhtemel bir harekâtın sonuçları konusunda kapsamlı ve detaylı hazırlık ve inceleme yapılmadığını gösteriyor.
Bugünkü problemler geçmiş dönemdeki politikaların sonucudur. 2003 Irak Savaşı’ndan bu yana AKP Hükümetinin izlediği yanlış ve yetersiz politikalar Irak’taki referanduma ve Kürtlerin bağımsızlığı konusundaki gelişmelere katkı yapmıştır. AKP’nin Suriye İç Savaşını kışkırtma ve IŞİD, El-Nusra da dâhil radikal muhalif gruplara verdiği destek konularında yaptığı vahim hatalar, Suriye’deki problemlerin kaynağını teşkil etmektedir. Bu yanlışların yanında, Türkiye’nin son dönemde attığı adımların da sürdürülebilir ve sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Bağımsız politikalardan sıkça bahseden AKP yönetimi Suriye ve Irak konularında attığı adımlarla Türkiye’nin dış politikasını hiç olmadığı kadar Rusya, İran ve ABD gibi güçlere bağımlı hale getirmiştir.
ULUSLARARASI KONJONKTÜR
Devletler ekonomik, siyasi, sosyal bütün yol ve yöntemleri tükettikten sonra askeri gücün kullanımına karar verirler. Askeri gücün kullanılmasına karar verilirken; sonradan ortaya çıkacak komplikasyonların, askeri güçle birlikte kullanılacak diğer güç unsurlarının koordinasyonunun, en nihayetinde kurulacak yeni durumun sürdürülebilir olmasının ve askeri gücün nasıl geriye çekileceğinin çok detaylı şekilde planlanması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin son dönemdeki politikalarına bakıldığında, devletlerarası ilişkilerde kaçınılması gereken fırsatçılık, acelecilik, oldubittiye getirme, önce adımları atıp planlamayı yol güzergâhına bırakma gibi temel hataların yapıldığı görülmektedir. Türkiye’nin, 15 Temmuz sonrasında Suriye’de olduğu gibi, sorunların çözümü için diplomasi adımlarını atlayarak doğrudan askeri güce başvurması yanlışları tüm açıklığıyla göstermektedir.
IKBY tarafından yapılan referanduma gelen tepkilere bakıldığında, Rusya, ABD, AB ve İngiltere gibi güçlerin referanduma doğrudan itiraz etmedikleri, sadece zamanlamasını erken buldukları görülmektedir. Referanduma doğrudan karşı çıkan İran, Irak, Suriye ve Türkiye’dir. Halen Irak yönetimi üzerinde en fazla etkin olan iki güç ABD ve İran’dır. İran’ın referanduma itirazının konjonktürel ve geçici bir tutum olduğu, IŞİD tamamen bertaraf edildiğinde ve Suriye İç Savaşı sona erdiğinde, İran’ın bu konuda Türkiye’nin yanında durmayacağı değerlendirilmektedir. Trump yönetimindeki ABD, şu an için referandumu zamansız bulsa da bu ülkenin uzun vadede, Irak’taki Kürtlerin bağımsızlığını açıktan destekleyen İsrail’in politikalarından ayrılmayacağı tahmin edilmektedir. Son dönemde AKP Hükümetinin Suriye’de birlikte hareket ettiği Rusya dahi Irak’taki Kürtlerin gelecekte bağımsız bir devlet kurmalarına karşı net bir tavır ortaya koymamaktadır.
Benzer durum Suriye’deki Kürtlerin otonom ve gelecekte muhtemel bağımsız bir yönetime sahip olmaları konusunda da görülmektedir. 15 Temmuz’dan sonra ani bir kararla Suriye’ye Orduyu sokan AKP yönetimi harekâtın asıl amacının Suriye’deki Kürt bölgelerinin birleştirilmesini önlemek olduğunu iddia etmiştir. Ancak Türkiye, IŞİD ile girişilen kısıtlı ve TSK’ya orantısız kayıplar yaşatan çatışmanın ardından Kürtleri Fırat’ın doğusuna atma konusunu dillendirdiğinde karşısında Rusya ve ABD’yi bulmuştur. Suriye’de Türkiye’nin askeri varlığı ancak Rusya’nın onayı ile devam edebilmektedir. Gelecekte ABD ve Rusya Suriye’nin geleceği konusunda anlaştıkları anda Türk Ordusunun Suriye’de kalması mümkün olmayacaktır. Hatta Türkiye askerini geri çekmeme konusunda ısrar ederse, bu güçler tarafından zorla çıkartılacağı dahi söylenebilir.
Diğer taraftan, AKP Hükümetinin son birkaç yıldır meşru Irak yönetimini dışlayarak, petrol ticareti gibi konularda IKBY ile doğrudan ikili ilişkilere girmesi, IKBY’nin memurlarının maaşlarını ödeyecek kadar ilişkileri dengesiz şekilde ileriye götürmesi, yaklaşık 500 Türk askerini Irak’ın tepkilerine rağmen IKYB’nin Başika eğitim kampında konuşlandırması ve Peşmergelere eğitim vermesi, referandum sürecinde IKYB’nin elini kolaylaştıran hususlar olmuştur.
ULUSLARARASI HUKUK
Türkiye ile Irak arasında 1926 yılında imzalanan Ankara Sınır Antlaşması, yandaş medyanın lanse ettiği gibi Kerkük ve Musul konularında bir garantörlük antlaşması değildir. Bu antlaşma Kıbrıs konusunda olduğu gibi Türkiye’ye herhangi bir garantörlük statüsü tanımamaktadır. 1959 yılında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan devletleri ile Kıbrıs’taki Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmalarının Türkiye’ye tanıdığı garantörlük Ankara Antlaşması için geçerli değildir. Aksine Türkiye bu antlaşma ile Musul ve Kerkük üzerindeki tüm haklarından İngiltere ve Irak lehine vazgeçmiştir. Antlaşma Irak ile Türkiye’nin sınırını kesinleştirmek maksadıyla imzalanmıştır. Ankara Antlaşması ileri sürülerek Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine müdahale etmesi Türkiye’yi haksız ve işgalci durumuna düşürür ve altından kalkılması zor komplikasyonlara sebep olur.
Türkiye Irak ile anlaşarak Irak’ın kuzeyine askeri müdahalede bulunsa dahi, Türkiye’nin insan hakları ihlalleri ve orantısız güç kullanımı gibi bahanelerle uluslararası kamuoyunda yalnız bırakılacağı ve çekilmeye zorlanacağı aşikârdır. Diğer yandan Irak yönetimi ve IKBY ile bağımsızlık konusunda anlaşırlarsa – ki anlaşma olasılığı yüksektir – müdahaleden sonra Türkiye derhal Irak’tan çıkmak zorunda kalır. Aksi halde işgalci durumuna düşer ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yaptırımları ile karşı karşıya kalır.
Bugünlerde Türkiye ile birlikte hareket eden Irak’ın, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine kapsamlı ve kalıcı bir şekilde müdahale etmesini tasvip edeceğini beklemek gerçekçi değildir. Türkiye’nin Irak’ın onayını almadan bu ülkede atacağı kapsamlı ve kalıcı her askeri adım ülkeyi aynı anda Irak, İran, ABD ve Rusya ile karşı karşıya getirir ve işgalci durumuna düşürür. Dahası ülkemizi diğer ülkelerin politik ve askeri müdahalesine de açık hale getirir. İşgalci durumuna düşecek bir Türkiye’ye özellikle ülkenin Güneydoğunda yaşanan Kürt problemi ile ilgili görülmemiş baskıların yapılacağı muhakkaktır. Bu baskılar, Türkiye istemese de büyük güçlere, Güneydoğuda Kürtlerin yaşadığı bölgenin kendi yönetimlerine sahip olması konusunda çok daha büyük ve kapsamlı adımlar atma fırsatı verecektir.
ASKERİ AÇIDAN DEĞERLENDİRME
15 Temmuz’dan sonra yürütülen kasıtlı, hukuksuz ve çok geniş kapsamlı tasfiyelerin sonucunda TSK’nın düşünme, planlama ve yönetim kapasitesi büyük bir yıkıma uğramıştır. Moral dibe vurmuş, personelin birbirine güveni ortadan kaybolmuştur. Türk Hava Kuvvetlerinde yaşanan kıyım sonucunda savaş uçakları uçurulamaz duruma gelmiştir. Diğer yandan Perinçek, Ergenekon, SADAT ve illegal diğer yapılanmaların hâkimiyeti ele geçirdiği ve AKP’nin hızla siyasallaştırdığı TSK’nın iç yapısı 1912 Balkan Savaşları öncesi Osmanlı Ordusu’nu andırmaktadır. Son döneminde İttihat ve Terakki Partisinin ve Enver Paşa’nın zorlamasıyla 1. Dünya Savaşı macerasına itilen Osmanlı Devleti ortaya çıkan komplikasyonların sonucunda parçalanmaktan kurtulamamıştır. Benzer durum Türkiye için de söz konusu olabilir.
Türkiye tek taraflı olarak Irak’a karadan müdahale ederse uluslararası toplumda tamamen yalnızlaşır. BM yaptırımları ile karşı karşıya kalır. Irak’ın yanında ABD, Rusya, hatta İran’ı karşısında bulur. Cumhuriyet tarihindeki en zayıf olduğu dönemlerden birini yaşayan TSK’nın, bu haliyle, gücünün sınanacağı, uzun süreli bir savaşa girmesi oldukça yıpratıcı olur. Peşmerge güçlerinin TSK tarafından ezilmesine büyük güçler müsaade etmezler. Rusya’nın S-400 yerleştirmesi sonucunda Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’de Rusya’nın izni olmadan harekât yapamaz ve uçak uçuramaz duruma gelmiştir. Benzer durum Irak’ta ABD’nin Patriot’ları Irak’ta konuşlandırması sonucu Irak’ın kuzeyinde de tekrarlanabilir. Hava harekâtı ile birlikte müşterek yürütülemeyecek bir kara harekâtı Türkiye’ye sadece hezimet getirir. Diğer yandan TSK ve özellikle Hava Kuvvetleri uzun süreli bir savaşı ABD desteği olmadan yürütülebilecek kadar milli silah ve sistemlere sahip değildir. Yıllardır süren AKP yönetimi de bu durumu değiştirme konusunda kararlı ve kapsamlı adımlar atmamıştır.
MACERACI POLİTİKALAR
AKP Hükümeti karşılaştığı hemen her problemi, iç ve dış politikadaki vahim hatalarını örtmek, demokrasinin diktatörlüğe dönüştürülmesinin mazereti haline getirmek, gelecek seçimlerde iktidarını garantiye alacak şekilde iç kamuoyunu ikna etmek ve oylarını artırmak için fırsat olarak kullanmaktadır. Atılan adımlardan beklenen sonuçlar gelmeyince, giderek daha riskli ve makuliyetten uzak adımlar atılmaktadır. Hükümet Suriye ve Irak’ta karşı karşıya kaldığı problemleri samimi olarak çözme yaklaşımından yoksundur. Aksine iç ve dış politikada karşı karşıya kaldığı problemleri örtmek ve ortadan kaldırmak maksadıyla, dış politikada karşılaşılan problemleri suiistimal etmekte, kendisine hareket alanı açmaya çalışmaktadır.
AKP yönetimi tarafından ortaya konulan politikalar, Osmanlı Devleti’ni 1. Dünya Savaşına sürükleyen maceracı politikaları andırmaktadır. Türkiye’nin kapsamlı ve kalıcı olarak Irak’a müdahalesine bölge ülkelerinin ve büyük güçlerin onay vermesi mümkün görülmemektedir. Aksine böyle bir müdahale bir taraftan Türkiye’yi işgalci ve uluslararası hukuku tanımayan bir ülke konumuna düşürürken diğer yandan ülkemizin Güneydoğusunu şimdiye kadar hiç olmadığı kadar diğer güçlerin politik ve askeri müdahalesine açık hale getirir. Türkiye’nin geleceği için Irak’ın Kuveyt’i işgali sonucunda yaşananlara benzer senaryolara perdeleri aralar.