YORUM | VEYSEL AYHAN
Gözle görmek hiçbir zaman duymak gibi olmaz. Hz. Musa(as) için anlatılır. Duyduğunda verdiği tepki ile gördüğünde verdiği tepki çok başkadır.
Hz. İbrahim de (as) mutmain olmak için “görmek” ister.
“Bir vakit de İbrâhim: ‘Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?’ demişti. Allah: ‘Neden bunu istedin, yoksa inanmadın mı?’ dedi. İbrâhim şöyle cevap verdi: ‘Elbette inandım, lâkin tam kalbim tatmin olsun diye bunu istedim.” (Bakara, 260)
Ortada hiçbir şüphe yokken bile “görmenin”, “duymadan” farkı kıyaslanmaz.
Bir de inandığınız konuda yalanlar söylenmişse…
İftiralar atılmışsa…
Aslı astarı olmasa bile ortalıkta bazı şüpheler geziyorsa…
Bu durumda ne yapmak lazım?
Peki, iz bırakmayan iftira var mıdır?
Maalesef yoktur. Her yalan ve iftira kalıcı olmasa bile bir miktar güven erozyonuna sebep olur.
Telafisi en zor işlerden biri bu güven kaybını telafi etmektir.
Herkes bu konuda aynı değil. Az da olsa bu konuda hassasiyet taşıyanlar var.
Onların da endişelerini saygıyla karşılamak lazım.
Benim şahsen bildiğin tanıdığım insanlar var.
Bu tür şüphe ve kuşku taşıyan insanları dışlamamak lazım.
Onlar için de bir çözüm bulmak lazım.
Onlara “görerek” emin olacakları yardım kanalları açmak gerekir.
Görüştüğüm küskün ve kırgın arkadaşlar var.
Fakat hemen hepsi içlerindeki sahavet ve fedakârlık cevherini muhafaza ediyor.
Herkesin “Artık bizimle görüşmüyor.” dediği insan var, biliyorum. Kendisine bir mağdurun ihtiyacından bahsettiğimde şu an kendisi de zor durumda olmasına rağmen tereddüt etmeden elinde ne varsa verdi.
Bu tür samimi başka insanların da var olduğunu düşünüyorum.
Onlara “duyarak” “bilerek” değil, “görerek” yardım edecekleri kanallar açmak gerekiyor.
NELER YAPILABİLİR?
Halen yüzde yüze yakın oranda insanlar himmet ediyor, verdiklerinin takibini yapabiliyorlar.
İftira ve yalanlara prim vermeden güvendikleri insanları bu zor zamanda inkisara uğratmıyorlar. Yaptıkları tartışmasız büyük bir kahramanlık. Her birinin eli ayağı öpülse değer.
Ayrıca benim yardımımı güvendiğim bir insana teslim etmem önemli.
Benim elimden çıktıktan sonrası benim kazandığım ecri etkilemez.
Konum o değil. O ayrı bir mesele.
Ama kenarda kalmış insanlar var.
Bu insanlar da işin bir ucundan tutmak istiyor. Ama “görerek” vermek istiyor.
Bu konuda internet üstünden bazı kanallar açılabilir, yazılımlar geliştirilebilir.
İNTERNET İMKÂNLARI
Şöyle talepler var:
“Mesela 100 euro versem. Sonra görsem para nerelere harcanmış, takip edebilsem.” “İnternet sitesinde şöyle bir sonuç görsem. Paranızın 86 euro’suyla battaniye alındı. 4 euro’su genel gider kalemlerine kullanıldı.”
“Gönderdiğiniz 400 euro şu… ailenin ev kirası olarak teslim edilmiştir.”
Mesaj gelse: “Yaptığınız bağış ile şu, şu şahısların göz ameliyatları yapılmıştır. Fotoğrafları da ektedir”
“Adak kurbanınız kesildi. İsminiz okunarak çekilmiş video görüntüsü ektedir.”
“Her ay yaptığınız düzenli bağışınız falan öğrenciye iletilmektedir.”
“Ayni yardım paketiniz falan semtteki filan filan aileye ulaştırılmıştır.”
Böyle mesajlar gelse…
Bu platformda teklifte bulunabilsem: “Bana 20 IBAN adresi verin. Her ay yollayacağım”
Veya “Açıktan yardım yapılamayan bir ülkeden IBAN no’su bana ulaştırılsa ben her ay o aileye bir miktar göndersem. Hatta bu aile benim kardeş ailem olsa… Telefon açıp konuşabilsem, ihtiyaçlarını sorabilsem…”
“ASKIDA FATURA”
Son günlerde bazı uygulamalarına şahit olduğumuz “askıda fatura” da fevkalade güzel bir uygulama. Mağdur nüfusa sahip birkaç ülke var. Bir yardım kuruluşu buralarda yaşayanların faturalarını “uygun bir formatta” sitesine koyabilir. Geçenlerde İstanbul’da 56 bin 573 ailenin, 7 milyon 307 bin 612 TL değerindeki faturası hayırseverler tarafından sadece 30 saatte ödendi. Bu örnek bize “görerek” vermenin önemini ve âciliyetini yeterince anlatıyor.
Ve bu yardım organizasyonu internet sitesinden şeffaf bir şekilde görülebilse, “Ahbab” gibi beynelmilel bir denetim firmasınca denetlense…
Bu tür çok talep var. Veya bana fazla geliyor.
Sözlerim belki hariçten gazel okuma…
Belki çok daha iyi şekilde yapılıyordur.
Bilmiyorum.
Bugünlerde hem sürecin ağırlığı var hem de Ramazan ayındayız. Geçmiş zamanlarda 1’e 10 getiren bir hayır şimdi 1’e milyon getiriyor olabilir. Kimseyi bundan mahrum etmeye hakkımız yok.
Direkt “Mümkün değil!” “Olsa biz yapardık!” “Zaten denedik!” “Bize uymaz!” gibi klasik tepkiler vermek yerine “Acaba bir yol bulabilir miyiz?” diyerek bu konularda yavaş yavaş yeni usuller geliştirmek lazım. Yoksa yeni dünya eski usulleri kaldırmayacak gibi görünüyor.
NİKABIN KAPALI OLMASINI GEREKTİREN BİR AYIBIMIZ YOK
Bu şeffafiyette bir yardım platformu olsa, az da olsa içinde kuşku taşıyan insanlar yardımlarını bu yolla yapsa?
Efendimiz’in(sav) Safiyye Validemizi akşam üstü yolcularken onları gören bir iki sahabenin su-i zanna girmesini önlemek maksadıyla nikabını kaldırması örneği var. “Bakın, bu benim hanımım Safiyye’dir” diyor.
Ortalığın yalan, iftira ve fitne kaynadığı bir ortamda “bilmek ve duymak” emin olmak için yetmeyebilir.”
Nikabın kapalı olmasını gerektirecek bir ayıbımız yok.
Hz. İbrahim(as) gibi “Mutmain” olmak isteyenlere “Hayır! Sadece bil!” diyemeyiz.
Bırakalım onlar da “görerek” sehavet ve fedâkarlıklarının gereğini yerine getirsinler.